13 Nis 2016 10:34
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:27
Saygı Öztürk Medyaradar'a konuştu; “Reza Zarrab ülkeye büyük bir katkı sağladı çünkü..."
Sözcü Gazetesi Ankara temsilcisi Saygı Öztürk, Medyaradar’dan Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. İşte gündeme dair çok çarpıcı açıklamalar yapan Öztürk’le o samimi söyleşi.
O Türkiye’nin en çok konuşulan gazetelerinden birinin Ankara
temsilcisi. Gerek kitapları, gerek gündeme olan hâkimiyeti ve
yaptığı analizleri ile dikkat çeken bir isim: Saygı Öztürk…
Öztürk, mahallenin bıçkın delikanlısı diye lanse edilen Sözcü Gazetesi’nin hem Ankara temsilcisi hem de yazarı. Röportajı da Ankara’da Tunalı Hilmi’deki ofislerinde yaptık. Hani şairin bile şiirlerine konu olan şu Tunalı Hilmi…
Saygı Öztürk, isminin özelliğini oldukça taşıyan isimlerden biri. Nazik, saygılı ve son derece samimi. 25 yılını Hürriyet gibi bir Amiral Gazetesi’nde geçiren Öztürk, geçmiş dönemlere de oldukça hâkim. Durum böyle olunca kendisiyle medyanın hem dününü hem bugününü konuştuk.
Ona göre medyada şu an en büyük sorun, haberin saklanması, gerçeklerin göz ardı edilmesi ve tarafsızlığın yitirilmesi. 28 Şubat dönemi bile bugünden daha iyiydi diyor, medya üzerinde büyük bir baskının olduğunu düşünüyor.
Sözcü Gazetesi’nin muhalif olduğunu kabul etmiyor. “Biz sadece gerçek habercilik yapıyoruz, bu da göze batıyor” diyor.
MİT TIR’larını ve Can Dündar ile Erdem Gül’ü de konuştuk. Başkent Ankara’yı kana bulayan hain saldırıları da…
Ben kendisini dinlerken büyük keyif aldım, dilerim bu keyfe benimle sizler de ortak olursunuz. Şimdi ben aradan çekiliyor sizleri röportajla baş başa bırakırken hepinize güneşli güzel günler diliyorum… Sevgiyle kalın…
“BİRÇOK SÖZÜN YANINDA ONUNKİ MASUM KALIYOR”
Bakanlığı bir yana bıraktım, peki bir kadına, her şeyden önce bir anneye bu kadar ağır konuşulabilir mi?
Söylenmese daha uygun olurdu, bu da politikacının kendi tavrı. Söylenen birçok sözün yanında Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin masum kaldığını düşünüyorum… Kavga, gürültü ya da bazı söylemlerin peşine düşmek yerine tecavüzcülerle baş etmek için çalışmalar yapmak ve o tecavüze uğrayan çocukları kollayıp, bundan sonraki yaşamları için çaba sarf etmek asıl doğru olan ve biz bu kısır tartışmalarla savrulup gidiyoruz. Kılıçdaroğlu aslında o cümleleri cinsel bir göndermede bulunarak söylemediğini, daha önce bir bakanın sözlerinden alıntı yaparak söylediğini belirtti.
Peki, Ensar vakfını bu olayın ardından toptan tu kaka yapmak doğru mu?
Eğitim öğretim, devletin görevidir. Çocukları ne olduğu belli olmayan pansiyonlara, evlere, bırakmanın acı sonuçlarını değişik dönemlerde hep yaşıyoruz. Bugün yaşadığımız olay da böyle bir şey. Yaşanan tecavüz olaylarına sahip çıkmak utanılacak bir durum, en az o tecavüzler kadar. Bu utanç verici. Devletin görevlerini bu noktada yapmadığı, çocukları kimlere teslim ettiğinin de acı bir göstergesidir.
Gelelim bir başka gündeme… Türkiye’nin ve hatta dünyanın en büyük gündemi şu sıralar terör. İki büyük terör saldırısını kalbinizin tam ortasında yaşadınız, şu an neler hissediyorsunuz. Psikolojiniz ne durumda? Ankara’da yaşamak nasıldır bu günlerde?
Ankara, Türkiye’nin başkenti bu nedenle buranın seçilmesi çok normal. Çünkü her hâlükârda ses getirir burada yapılan her eylem. Son dönemde burada yapılan eylemlere de böyle bakın. Acı dolu günler geçiriyoruz. Bir tarafta terör örgütü PKK diğer yanda hastalıklı bir örgüt olan IŞİD belası. İkisi de birbirinden beter. Bakıyorsunuz meydana gelen patlamalar bakanlıklara, Başbakanlığa ve hatta Genelkurmay Başkanlığı’na o kadar yakın ki; tek mesajları var; biz sizi kentin en işlek yerinde kalbinizin tam orta yerinde, istersek vururuz.
“ANKARA’YI SEÇİYORLAR ÇÜNKÜ…”
Amaçları ve hedefleri ne?
Patlamaların meydana geldiği bölgelere bakarsanız adı kalpgah’tır. Yani Ankara’nın kalbi. Terör örgütleri de kendine göre mesaj vermek ister. “Biz istediğimiz yerde eylem yaparız” der gibi. Burada amaçları güç gösterisi yapmak, şov yapmak. “Bakın siz bize operasyon yaparsanız, biz de sizi kalbinizden vururuz” demek istiyorlar. Bu saldırıyı küçük bir ilde yapsalar belki bu kadar etkili ses getirmez ama Ankara’da yaptıklarında ses getiriyor. İşte bakanlar oraya gidiyor, Başbakan yeri geldiğinde gidiyor, üst düzey bürokratlar gidiyor, milletvekilleri keza yine öyle. Bu olay günlerce TV’lerde tartışılıyor, gazeteler yazıyor. Terör örgütleri dolayısıyla seslerini duyurmak isterler ve bu eylemi de bu amaçla yaparlar. O nedenle Ankara…
“BU KEZ DEVLETİN İÇİNDEKİ BİLGİLERİ SIZDIRIR OLDULAR”
Peki, bu daha nereye kadar sürer, nedir öngörünüz?
Bakın bir yanda Güneydoğu’da devam eden olaylar var ve diğer tarafta ise komşularla olan sorunlar ve bir de komşulardan kaynaklı yaşanan sorunlar var. Bu nedenle bu tür olaylara karşı devletin çok dikkatli olması gerekiyor. Kuşkusuz devlet zaten duyarlı ama arka planda yaşanan çok önemli sorunlar var. Özellikle emniyetin istihbarat bölümleriyle çok oynandı, yıllarca terör örgütleri ile mücadele eden birimler dağıtıldı. Bunların arasında bakıyorsunuz istihbarat daire başkanları, başkan yardımcıları, şube müdürleri, illerdeki yöneticileri ve hatta istihbarat bölümlerinde görevli polislerin hepsi gönderildi. Bakıyorsunuz terörle mücadele eden birimlerde yine aynı durum söz konusu. Bir de her terör mücadele istihbarat birimlerinin, bölümlerinin haber elemanı olarak nitelendirilen ve çoğu örgüt içerisinde ya da bir türlü ilişkisi olan kişiler devlete para karşılığı ya da gönüllü olarak haber elemanlığı yani muhabirlik yaparlar. Asıl haberler hep bunlardan gelir. Ama emniyetteki bu dağınıklık sırasında bu kişilerle bağlantılar kesildi, haber elemanlarına güvensizlik oldu. Bakıyorsunuz o güne kadar devletin yanında olan haber elemanları bu kez devletten aldıkları bilgileri; haberleri terör örgütüne götürür noktaya geldi. Bu nedenle devlet, terör örgütleri içerisinden yeterli bilgi alamadığı gibi devletin içerisinde olan bitenlerin terör örgütlerine gitmesi işleri bu çıkmaz noktaya getirdi. Şu an istihbarat konusunda büyük bir boşluk oluştu.
“BİZ SÖYLEDİK AMA İNANMADILAR”
Bir de tabii sürekli dillendirilen emniyet içindeki paralel yapı iddiası var… Bu etkili mi?
Bakın özellikle emniyetin istihbarat bölümleri içerisinde öteden beri bir Fethullahçı yapı olduğu biliniyor, bu kadrolaşmayı kimse inkâr edemez. Biz bunları yıllarca dile getirdik ama ne yazık ki kimse umursamadı ve hep yok saydılar. Yalanladılar hep… Böyle bir durumda emniyetin yıllarca tepe noktasında olanlar şimdi paralel yapı diye görevden alınıyor, bunun bir anlamı var? Zamanında mücadele edilecekti bu yapı ile. Şimdi bir anlamı yok. Bakıyorsunuz bir cemaat etkisizleştirilmeye çalışılırken onlardan doğan boşluğu başka cemaatler ve tarikatlar almaya çalışıyor. Kötü bir süreç yaşanıyor…
“ZAFİYET YOK DEMEK AYIP”
Her olay sonrası özellikle MİT, belli kesimlerce hedef tahtasına oturtuluyor, büyük eleştiriler alıyor. Peki, son olaylara bakınca bir istihbarat zafiyetinden söz etmek mümkün mü?
Bir olay eğer oluyorsa, yaşanıyorsa, “istihbarat zafiyeti” yoktur demek ayıptır. Bir olay önlenemiyorsa ve meydana geliyorsa, zafiyet yoktur diyemezsin çünkü vardır. Bunu inkâr etmek ayıptan başka bir şey değil bu. Bir boşluk mutlaka vardır. Tabii ki her olayı güvenlik güçlerinin dört dörtlük bilmesi de mümkün olmayabilir. Bir eylemin yapılacağı 1 ay önceden belirlenir, sen bunu son gün öğreniyorsan zaten geçmiş olsun, yapacak hiçbir şey kalmamıştır. Çünkü o eylemi göze alan kişi ya da kişiler zaten ölmeyi göze almıştır ve o eylemi her hâlükârda gerçekleştirir. Otobüs durakları, AVM’ler ve kalabalık yerler de onlar için bulunmaz nimettir. Eylem gününden önce bunlar yakalandı yakalandı, yoksa şansınız yok.
“NE YAZDIYSAK BUGÜN DOĞRU ÇIKTI”
Terör örgütü son dönemde neden bu kadar azdı?
Çünkü Güneydoğu’da çok büyük olaylar yaşandı. Devlet yıllarca çözüm süreci nedeniyle Güneydoğu’da terör örgütüne hiç dokunmadı. Bugün ilçeler silah deposu haline geldi, binlerce silah dağıtıldı. Biz bunları hep yazdığımızda “Çözüm sürecine karşı onun için yazıyor” diyorlardı ama bakın ne yazdıysak hepsi bir bir bugün çıktı.
“KİMSE SESİNİ ÇIKARMADIĞI İÇİN…”
Çözüm süreci devam etseydi yine bunlar yaşanır mıydı?
Tabii ki yaşanırdı. Zaten çözüm süreci başladığı andan itibaren örgüt kendine yığınak yapmaya başladı. Çünkü hiçbir zaman dürüst değillerdi. Çözüm süreci dediğiniz süreçte örgüte operasyonlar yapılmadı, devletin birimleri üzerlerine gitmedi. Yığınaklarını yaptılar, kazılar yaptılar, gençlik eğitimleri verdiler, yol kontrolleri yaptılar kimsenin sesi çıkmadı. Çok rahat bir şekilde hedeflerini gerçekleştirdiler. Polis, asker hiçbir çalışmalarına müdahale etmedi. Adamlar TIR’ları yaktılar kimsenin sesi çıkmadı, hatta öyle ileri gittiler ki belediyeye ait iş makinelerini bile kullanır oldular. Yani demem o ki bugün yaptıkları eylemlerin alt yapısını işte o günlerde yaptılar.
“ÇÖZÜM SÜRECİ İLE GÜNEYDOĞU BU HALE GELDİ”
Samimiyet eksikliği mi vardı yani süreçte?
Terör örgütünden samimiyet beklersen zaten sana gülerler. “Kandırıldık” sözleri çok kullanılıyor ama şu bir gerçek ki çözüm süreciyle Güneydoğu bugünkü haline dönüştürüldü. Baştan sona yanlıştı, hiç başlamaması gereken bir süreçti. Biz bunları yazdığımız zaman “Bunlar muhalif o yüzden yazıyorlar” yorumları yapanlar şimdi dediğimize geldi. Bu kadar silahlar gömülürken devlet neredeydi? diye sorarlar adama! Bakın Güneydoğu’da 377’nin üzerinde askerimiz, polisimiz şehit edildi. Şimdi bu çözüm süreci denilen süreçte bunlara göz yumulmasaydı askerler, polisler asla şehit düşmeyecekti. Çünkü bu boşlukta terör örgütü inanılmaz bir şekilde güçlendi. Örgütün ilçelerdeki bu tür eylemleri geçmişte yaşanmadı, 13 yıldır AK Parti iktidar, geçmişteki şehit sayısına bakarsanız bu iktidar sürecinde her şey artmış, iyiye gitmemiş hiçbir şey. Kaldı ki sokağa çıkma yasakları bile başlamış.
Bu daha ne kadar böyle gider, ne olacak?
Bu sorunun yanıtını ben değil devletimizin yanıtlaması lazım. Bu ülkenin Milli Güvenlik Kurulu ve ilgili birimlerinin bunu çözmesi lazım. Sorunun kaynağı olanlar bu sorunu çözmeli ama şu süreçte çok zor görülüyor. Eğer önlemler alınmazsa ve devlet kararlı bir şekilde adımlar atmazsa önümüzdeki günler çok daha zor geçecektir ülke açısından. Güneydoğu’nun bu halden kurtarılması için mutlaka TBMM’nin devreye girmesi lazım.
“HDP ONLARIN SÖZCÜLÜĞÜNÜ YAPIYOR”
HDP’nin bu noktadaki duruşunu nasıl okumak lazım?
HDP daha çok PKK’nın duruşunu sergiliyor, daha çok onların sözcülüğünü yapıyor. Bu nedenle kamuoyunda var olan desteğini de yitirdi. Türkiye partisi olacağım sözünü yerine getiremedi. Bu da kolay değil tabii, örgüt buna izin vermez. Kandil, İmralı üçgeninin dışına çıkmaları çok kolay değil…
Hürriyet’e transfer olan Abdülkadir Selvi’nin terörle yaşamaya alışacağız sözleri çok tartışılmıştı. Ankara alıştı mı bu duruma?
Biz Ankara’da yaşıyoruz ve korkmuyoruz. Terörle yaşamaya alışılmaz. Selvi’nin sözleri bence orada çarpıtıldı. O da böyle bir şey söylemek istemedi eminim ki. Teröre alışılır mı hiç?
“ANKARA BİRÇOK ÜLKENİN BAŞKENTİNDEN DAHA GÜVENLİ”
Ankara’da hayat nasıl şu an, olduğu gibi devam ediyor mu?
Bakın bu olaylar ister istemez büyük bir korku yarattı. Her şeyden önce olayın psikolojik bir boyutu var. İnsanlar duraklarda duramaz halde, AVM’ler boş. İlgili, ilgisiz mesajlar geliyor; yok şurada bomba patlayacak, yok şuraya canlı bomba geldi şeklinde, yalan yanlış haberler uyduruluyor. Millet şüphelendikleri araçları ve hatta kişileri hemen ihbar eder duruma geldi. Bir korku var. Son patlamadan sonra Tunalı Hilmi Caddesi bomboş. Böyle olmamalı. Tedbirli olunmalı ve bu kadar da korkuya teslim olmamak lazım. Gündelik hayatlar devam etmeli. Can tatlı ama bu kadar da korkmaya, ürkmeye neden yok. Sonuçta her dakika bombaların patladığı ya da olayların yaşandığı bir ülkede değiliz. Baktığınız zaman yine en huzurlu, olayların en az olduğu başkentlerden biri Ankara. Dünya sıralamasına bakınca Türkiye, yabancı ülkelere göre suç oranı açısından oldukça gerilerde. Güneydoğu’daki olayları saymazsak.
Dokunulmazlık konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bence doğrusu hepsinin kaldırılması. Ya hep ya hiç diyebiliriz. Mesela önceden açılmış davaların devam etmesi lazım. Terör örgütleri ile olan bir bağ söz konusu, bunların getirdiği rahatsızlıklar var, bunlar göz ardı edilmemeli. Ama diyorum ki tüm dokunulmazlıklar gözden geçirilmeli, bu vicdan meselesi. Bakıyorsunuz adam milletvekiliyim diye kırmızı ışıkta geçiyor, ne yasa tanıyor ne hukuk. Bu kurala önce isterim ki onlar uysun. Ama onlar dokunulmazlıkları var diye kırmızı ışıkta geçiyor, emniyet şeridini ihlal ediyor. Hatta sadece kendileri değil, eşleri, aileleri bile. Bu onlara olan saygınlığı bile azaltıyor.
“BİLDİRİ YAYINLAYABİLİRLER AMA İÇERİK KESİNLİKLE YANLIŞ”
Akademisyenler konusunda ne düşünüyorsunuz? Akademisyenlerin imza attığı bildiri konusu bir türlü gündemden düşmüyor. İktidar da zaten bu işin peşini bırakacak gibi görünmüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Akademisyenlerin ben her zaman konuşmasından yanayım. Zaten Türkiye’de sorun ilgililerin konuşmamasından kaynaklanıyor. Bakıyorsunuz bir hukuki olay var ve bu ülkenin hukuk fakülteleri sessiz. Tıp ile ilgili bir konu var, tarımla ilgili eğitimle ilgili fakülteler hiç konuşmuyor. Ben bundan rahatsız oluyorum. Bu ülkenin konuşan bilim insanlarına da ihtiyacı var ama siz Güneydoğu’da olanlara sadece tek gözlükle bakarsanız doğru bir yaklaşım olmaz. Bugün kamuoyunun büyük bir bölümü bu bildiriye bu yönüyle karşı çıktı. Konuşma yapmalarında sıkıntı yok ama içerik sıkıntılı. Siz terör örgütünün gördüklerini görmezden gelip sadece devletin yaptıklarını yazarsanız bu haksızlık olur. Neden o bildiride mesela terör örgütünün yaptıklarına tek bir kelime dahi karşı çıkan bir tutum yok. Sadece devlet tek taraflı bir şey yapmıyor ki orada, terör örgütü de birinci derece suçlu.
Dört akademisyen şu an tutuklu bunu nasıl buluyorsun?
Tabii ki yanlış buluyorum. Türkiye’de tutuklamalar adet olmuş. Her olayda insanları tutuklarsanız dışarıda adam kalmaz. Türkiye’de zaten yargı süreci sıkıntılı, yargıya güven oldukça geri seviyelerde. İnsanları siz neye dayanarak tutukluyorsunuz. Tutuksuz yargılama diye bir olay var, bunu neden işletmiyorsunuz diye sorarlar adama.
“TUTUKLANMASI GEREKEN BİRİ VARSA İLK BAŞTA BÜLENT TEZCAN TUTUKLANMALI”
Tutuklamalar demişken Can Dündar ve Erdem Gül’ü sormazsam olmaz. Çok net soracağım yaptıkları doğru mu değil mi? Yani habercilik mi yoksa diğer söylenenler mi?
Can ve Erdem’in yaptığı her şeyden önce habercilik. Bundan asla şüpheniz olmasın. Burada hemfikiriz. Bu olayı ilk yazan ve gündeme getiren Aydınlık Gazetesi’ydi, daha sonraki aşamada başka meslektaşlarımız da bununla ilgili bilgilere, belgelere ulaştı. Sosyal medya bu olayı konuştu. Ayrıca bununla ilgili en çarpıcı bilgileri de CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan verdi. Eğer tutuklanması gerekiyorsa ilk önce Tezcan’ın tutuklanması lazım. Çünkü ilk önce açıklayan o.
“MESLEKTAŞLARIMIZI HEDEF ALMASINI DOĞRU BULMUYORUM”
Dokunulmazlığı var ama…
Dokunulmazlığı olsa bile en azından bir fezleke hazırlanırdı. Demek ki böyle bir olay yok. Gerçeği karartamazsınız. Gerçek gerçektir. Bir olay ya vardır ya yoktur. Ne zaman Can Dündar ve Erdem Gül bu olayı haber yaptı işte o zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan meslektaşlarımızı hedef alan açıklamalar yapmaya başladı. Tabii ki bunlar mesleki açıdan kabul edilecek olaylar olmadığı gibi, meslektaşlarımızın bu şekilde hedef gösterilmesini de doğru bulmuyorum. Çok yanlış şeyler bunlar.
“O ZAMAN ASIL SORUŞTURMANIN MİT’E AÇILMASI GEREKİR”
Siz meslektaşlarımız diyorsunuz ama Sayın Cumhurbaşkanı onları gazeteci olarak görmüyor, casusluk, hainlik ve devletin gizli bilgilerini ifşa ettiler diyor ayrıca da davaya müdahil oldu. Tüm bunlara ne diyorsunuz?
Eğer Milli İstihbarat Teşkilatı bir organizasyon yapıyor veya sınır ötesine bir takım yardım götürüyorsa veya başka amaçla silah götürdüğü iddia ediliyorsa o zaman devletin istihbarat birimi gereğini yerine getirmemiş ki yakalanmışlar. Görevini yerine getirmemiş ki orada savcı olaya el koymuş. O zaman asıl soruşturmanın MİT’e açılması gerekir, siz görevinizi niye iyi yerine getiremediniz, diye. Gazetecinin Can Dündar ve Erdem Gül’ün yazdığı nedir ki? Veya diğer arkadaşların yazdıkları nelerdir? Olayla ilgili ortaya çıkan tutanaklar var. Bunlar gizli saklı da değil, mahkemelerde olan belgeler. İşte bu olayı yürüten Cumhuriyet savcıları vardı, bunlar şu anda cezaevinde biliyorsunuz ki…
“BUNUN SORUMLUSU NE CAN DÜNDAR’DIR NE DE ERDEM GÜL’DÜR”
İktidara göre cemaatin savcısıymış onlar…
Cemaatin savcısı demek doğru değil. Bu kişiler Cumhuriyet Savcısı, adı Cumhuriyet Savcısı… Ve çoğu da AKP döneminde atanan veya göreve başlatılan Cumhuriyet Savcısı veya hâkimdi. Bir kısmı da önceki dönemlerde atanan savcılardı. Bugün cemaatin savcısı, yok şunun yok bunun savcısı demek doğru değil. Ben cumhuriyetin savcısı diye biliyorum. Eğer, cumhuriyetin savcısı bir yanlış yapıyorsa, bir hata yapıyorsa bunu gidermek yine devletin ilgili birimleri vardır, bu birimleri harekete geçirirsiniz. Çünkü yargıda her olayın bir üst mahkemesi, her olayın bir üst itiraz makamları vardır. O zaman siz cumhuriyet savcılarıyla ilgili o denetimleri başlatırsınız. Bu belgelerin ortaya çıkmasını siz önleyeceksiniz. Eğer ortaya bir takım belgeler çıkıyorsa bunun sorumlusu ne Can Dündar’dır ne de Erdem Gül’dür, ne de diğer meslektaşlarımızdır. Siz eğer devlet olarak gizli olduğunu iddia ediyorsanız, değerli olan bilgilerinize belgelerinize sahip çıkamıyorsanız, Can Dündar ne yapsın? Erdem Gül ne yapsın? Diğer meslektaşlarımız ne yapsın?
“HABER YAPAN KİŞİ CASUS DEĞİLDİR, HABERCİLİK DE CASUSLUK DEĞİLDİR”
Sizin elinize gelseydi o belgeler, Saygı Öztürk de yayınlar mıydı o belgeleri?
Bu olayla ilgili olarak her gazetenin kendine göre bir tavrı vardır. Şimdi o günlerde olayla ilgili mahkeme tarafından yayın yasağı getirildi. Şu bir tercihtir, gazetenin yayın yönetmeni der ki, yayınlayalım ya da yayınlamayalım. Bir yazı işleri vardır odaya toplanıp masada karar verir. Hatırladığım kadarıyla Cumhuriyet’te böyle bir manşet atıldı; “Yasakları tanımıyoruz” diye. Şimdi bu tercihtir. Siz yayın yasaklarını tanımıyorsanız, mahkeme kararlarını tanımıyorsanız, o zaman bunun bir adli sonucu vardır. Bu adli sonuçlara göre hakkınızda işlem yapılabilir. Ama bu asla ve asla meslektaşlarımızın casusluk yaptığı veya casusluk amacıyla bu haberleri yazdığı anlamına gelmez. Casusluk iddiası varsa, siz bunu gazetenize yazıyorsunuz, bir ülkeye mi hizmet etmişsiniz, birilerine bilmem ne karşılığında mı vermişsiniz, öyle bir olay da yok. Gazeteye siz bunları yazmışsınız. Kamuoyunu bilgilendirmişsiniz. Az önce anlatmaya çalıştığım şudur, sonuçta siz burada gazetecilik adına yapıyorsunuz, kamuoyuna bunları yayıyorsunuz ve olup bitenleri üstelikte bunları devletin resmi belgeleri ile ortaya koyuyorsunuz. Devletin resmi belgelerini korumak da devletin görevidir. Devlet eğer bu resmi belgelerini koruyamazsa başkasına casusluk yapıyor, üstelikte gazetede çıkan haberler üzerine gazeteciye casus asla dememeli. Bir de şu var; Türkiye öyle bir hale geldi ki, Türkiye’de bir haber yazdığınız zaman ya cemaatçisiniz denilirsiniz, ya casus denilirsiniz, ya darbecisiniz denilirsiniz.
“BİR DÖNEM ONLARIN ELİNİ ETEĞİNİ ÖPEN DÖNEM GAZETECİLERİ ŞİMDİ ONLARI YAFTALIYOR”
Niye böyle yaftalanıyoruz, bu yaftalama modası nereden çıktı, neden bu hale geldik?
Bunlar yeni değil ki. Sadece döneme göre kavramlar değişiyor ama yaftalama şekli aynı. Bir dönem de “Ergenekoncu” ilan edilirdi insanlar. Ergenekon diye bir örgüt çıkmıştı biliyorsunuz ki, “Biz de ya bu yalan dolandır, bu belgeler sahtedir, böyle bir örgüt olmaz, böyle bir yapılanma asla olamaz” dediğimiz zaman, “Bu Ergenekoncu” diye direkt yaftalanıyorduk. O kişilerce Ergenekon mensubu ilan ediliyorduk. Şimdi siz belgeleri, bilgileri araştırıyorsunuz, çok sayıda bununla ilgili kişilerle konuşuyorsunuz, delilleriniz vardır. Bunları gündeme getiriyorsunuz. Ama hiçbirinin onlara göre önemi yok. O dönemde de bir bakıyordunuz ki; televizyonda sözde Ergenekon karşıtı diyelim ya da iktidara yakın iki meslektaşımız açıklama yapıyor; İşte falan falan gazeteci de Ergenekoncu olduğu için tutuklanacak. O gazeteci de o Ergenekon örgütünden vs. diye açıklamalar yapıyor. Bunlar dediğim gibi bugün değil dün de olan şeyler. Ya Allah’tan korkun, biraz vicdanlı olun. İnsanları böyle yaftalamaya hem hakkınız yok hem de doğru şeyler değil. Bunu Balyoz sürecinde de yaşadık. O dönemde de yine “Bunlar yalan dolan, işte sahte veriler, sahte deliller” dediğimizde bu kez Balyozcu, darbeci ilan edildik.
“CEMAATİN BAŞ SAVUNUCULARI ŞİMDİ CEMAAT DÜŞMANI”
Şimdi bakıyorsunuz en ufak bir eleştiri yapan kişi, biraz muhalif tavır takınan gazeteci hemen cemaatçi ilan ediliyor ya da paralelci. Cemaatle ilgili ağzını açamayanlar, cemaatin dizinin dibinden ayrılmayanlar, cemaatin mekânlarına girip elini eteğini öpmek için uğraşanlar bakıyorsunuz birden bire, cemaat düşmanı olmuş. Şimdilerde başkalarını cemaatçi diye yaftalamaya başlıyorlar. Ne diyorum bakın, cemaatle ilgili ağzını açamayanlar bugün cemaate veryansın ediyorlar. Yani bunlar dönemin gazetecileri… İşte bu döneme baktığımızda da bu tür yaftalamaların sıkça olduğu bir dönemdeyiz. Bunlar gelip geçer ama beraberinde ister istemez bir takım sıkıntıları da getiriyor. Can Dündar ile Erdem Gül ve onların durumunda olan diğer arkadaşlarımızı da sahiplenmek gerek. Bunlar ile birlikte toplum üzerinde bir korku yaratılmak isteniyor. Gazeteler toplatılıyor, el konuyor işte farklı bir dönemi yaşıyoruz. Ama şunu tekrar söylemek lazım ki eğer bugün hükümet yetkilileri cemaatleri şikâyet ediyorsa eğer hükümet yetkilileri Güneydoğuda yaşananları şikâyet ediyorsa her iki olayında büyümesinin sorumluları olduklarını unutmamaları gerek.
Korkuyor musunuz böyle bir süreçte gazetecilik yapmaktan?
Asla, asla. Hiçbir zaman korkmadım.
“BAZEN RÜYALARIMA BİLE GİRİYOR AMA YİNE DE…”
Çünkü ne zaman ne olacağı belli olmuyor, gazeteciler için çok zor bir dönem…
Hırsızlık yapmıyorum, yolsuzluk yapmıyorum, çalmıyorum, çırpmıyorum. Neden korkayım? Sadece işimi yapıyorum. Ha doğru rüyalarımıza giren olaylar da var, samimiyetle söylemek gerekirse, bazen umutsuzluğa kapılıyorum ama şimdi böyle oluyor diye gazetecilikten bir adım geri atıyor musun diye sorsalar; yemin ederek söylüyorum asla atmam, atmıyorum. Niye atayım, ya niye?
“NE KİMSENİN MUHALİFİYİM NE DE HÜKÜMET KARŞITI”
Sonuçta bedel ödemek var…
Ben yalan şeylerle, insanlara iftira etmiyorum. İftira etmediğim için de belgeleriyle bilgileriyle rahat bir biçimde olayların üzerine gitmeye çalışıyorum. Ben hiç kimsenin muhalifi veya hükümetin karşıtı veya bilmem kimin karşıtı filan değilim. Ben sadece gazetecilik yapıyorum.
“SÖZCÜ MUHALİF DEĞİL, GERÇEK GAZETECİLİK YAPIYOR”
Ama çalıştığın gazete çok sert, ayrıca muhalif bir gazete ve o gazetenin Ankara temsilcisi olduğunuzu hatırlatayım…
Hayır, sert falan değil, sadece olanları yazıyoruz. Artık herkes gerçekleri cesurca yazmayınca, yazamayınca bizim yaptığımız göze batıyor, habercilik yapınca da muhalifmişsiniz gibi görünüyorsunuz. Ankara’da gazetenin yazarıyım aynı zamanda temsilcisiyim çok samimiyetle söylüyorum, biz sadece habercilik yapıyoruz, halktan da doğru haberciliğin karşılığını tirajlarla alıyoruz.
Bu çok zor bir görev, Ankara gibi bir yerde gazetenin temsilcisi olmak zor değil mi?
Hayır, çok kolay. Niye zor olsun. Haberin merkezi burası zaten.
Her yere girebiliyor musun? Mesela bakanlıklara, başbakanlığa vs. Sürekli akreditasyon sıkıntısı yaşıyorsunuz diye biliyorum ben.
Giremeyebiliriz ama biz gazeteciliğimizi yine yaparız, yapıyoruz da. Biz bakanlıklara giremiyoruz diye gazeteciliğimizi yapmayacak mıyız? Olanı yazıyoruz. Gerekli bilgileri belgeleri yine topluyoruz.
“TÜM BASKILARA RAĞMEN GAZETECİLİĞİMİZİ YAPIYORUZ”
Kolay mıdır hiçbir yere giremeden bilgilere ulaşabilmek?
Şimdi bakın Cumhurbaşkanlığı’na giremeyiz, Başbakanlığa giremeyiz, bakanlıkların çoğuna giremeyiz, böyle bir süreçte yaşıyoruz ama bu bizim gazeteciliğimizde bir gerileme olduğu ve gazetecilik yapamadığımız anlamına gelmiyor. Biz daha çok olan bilgileri, mevcut hükümetin uygulamalarını farklı boyutlarını gündeme getiriyoruz. Yani renkli bir tablo çizmek yerine olup bitenleri kimseye hakaret etmeden…
“MUHALİF DEĞİLİZ, OLANI YAZIYORUZ”
Agresif bir dil kullandığı söyleniyor Sözcü’nün… Türkiye’nin en muhalif gazetesi ama bunu da kabul etmek lazım.
Biz sadece olanları yazdığımız için muhalif görülüyoruz. Yani diğer gazetelerin de yapması gereken bu aslında. Olan bir şeyi yazıyoruz, kimseye karşı bir iftiramız, hakaretimiz olmadı. Bizim desteklediğimiz herhangi bir parti de yok.
“HİÇBİR ZAMAN GAZETECİLİĞİMİZDEN TAVİZ VERMEDİK”
Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın gazetecilere yönelik üslubunu konuştuk tamam sert; ama maşallah sizinki de ondan pek aşağı değil, her ne olursa olsun, bir ülkenin Başbakanı’na, Cumhurbaşkanı’na ismiyle hitap etmek doğru mudur? Mesela Eyy Tayyip demek?
Geçmiş dönemde de Türkiye’nin önde gelen gazetelerinde aynı manşetler atılıyordu. Bu gazetenin ve okuyucunun tercihidir. Gazetemizin değerli, yetenekli, bir yazı işleri kadrosu var. Bu kadro, Türkiye gündemini eldeki bilgileri, belgeleri veya dünyadaki gelişmeleri son derece yakından izliyor ve gündeme göre gazetenin çatısını kuruyorlar. Bu çatıda gazetenin Ankara bürosu her gazetede olduğu gibi önemlidir. Bizim hakkımızda açılmış ne bir mahkeme kararı var, ne de farklı bir konu yoktur. Biz sadece doğruları yazıyoruz. Doğruları yazdığımız zaman, bu doğrular bazen acıtabiliyor ancak biz bu doğruları yazmak zorundayız. Şunu samimiyetle söylüyorum, ben yıllarca Hürriyet gazetesinde çalıştım. Cem Uzan döneminde Star gazetesinde çalıştım. Daha önce Dinç Bilgin döneminde Sabah gazetesinde çalıştım. Hiçbir zaman gazeteciliğimizden taviz vermedik. Biz o zaman oralarda nasıl bir habercilik anlayışı yürüttüysek bugün de burada aynı anlayışla devam ediyoruz. Bunun altında kimse başka bir şey aramasın. Biz sadece haberciliğimizi yürütüyoruz.
“CEMAATLE BU GAZETEYİ BAĞDAŞTIRMAK AHLAKSIZLIK”
Bir ara Sözcü'ye Cemaatin Truva atı denilmişti?
Bu söylemler hakikaten komik. Bu tür söylemler aslı astarı olmayan uyduruk iddialar. Gazetecilikten başka bir işimiz yok bizim. Kimseyle de ilişkimiz yok… Türkiye’nin en önemli ve değerli keskin kalemlerinin yazılarının yayınlandığı bir yerde bizi cemaatle veya başka örgütlerle yakıştırmak hiç doğru bir şey değil. Emin Çölaşan, Uğur Dündar, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Necati Doğru, Mehmet Türker, Rahmi Turan gibi Türkiye’ye mal olmuş usta gazetecilerin bulunduğu bir kurumu cemaatle bağdaştırmak hiç yakışık almayan bir söylem ve ahlaksızlık. Kötü ve komik bir iftira…
“BUNU SÖYLEMEK BİZE EN BÜYÜK HAKSIZLIK”
Hep iktidara vuruyor ya Sözcü, peki bu iktidarın yaptığı hiç mi iyi bir şey yok?
Biz her şeyi yazarız, iyi şeyleri de kötü şeyleri de. İyi bir şey olsa Türkiye bu duruma gelir miydi? Güneydoğu’da 13 yıl önce ilçelerin silah merkezi haline getirildiği silah deposu haline getirildiği söz konusu muydu? Asla değildi. Şimdi köprüler, yollar yapılıyor bunlar güzel şeyler ama biz olayların farklı boyutlarını ele alıyoruz. Mesela havaalanı yapıldıysa yandaşı kayırmak için şu ihale yapıldı diyoruz veya köprü yapıldıysa şu şu yüzden şu iş adamına iş, ihale verildi diyoruz. Güneydoğu’da yapılan HES barajları var. Devletin 700 milyar lira zarara uğratıldığını hiçbir gazete yazmıyor mesela ama biz her zaman bunları da yazıyoruz. Eleştirdiğimiz ve yazdıklarımızın önemli bir bölümü devletin resmi belgelerinden ele alınarak yazılmış şeylerdir. Bunların arasında Sayıştay’ın raporları, soru önergelerine verilen cevaplar da var. Bunları da yazıyoruz ama hükümetin hiçbir şeyini yazmıyoruz demek de bize haksızlık yapılmış olur. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanların yaptığı konuşmalar gazetemizde yer alıyor. Bir gazete de daha ne olmasını beklersiniz?
Sözcü için mahallenin zıpkın delikanlısı deniliyor? Katılıyor musunuz?
Ben öyle görmüyorum. Biz sadece gazetecilik yapıyoruz.
“TÜRKİYE’NİN SÖZCÜSÜYÜZ”
Kimin ya da kimlerin sözcüsüsünüz?
Atatürk, Laiklik, demokrasinin daima sözcüsüyüz. Biz Türkiye’nin sözcüsüyüz.
“PATRONUMUZ İŞADAMI OLMADIĞI İÇİN ÖZGÜRÜZ”
Türkiye’de böylesine sert muhalefet yapan gazeteler nerdeyse kalmadı, durum böyle olunca haliyle tüm gözler de Sözcü’nün üzerinde oluyor. Tirajlarınız da hayli iyi. Peki, hiç tereddütleriniz yok mu; bir gün sizin de kapınızı çalarlarsa, kayyumundan tutun vergi operasyonlarına kadar, hatta bir ara “Susmayacağız” diye bir manşet atılmıştı, Sözcü'ye de bir operasyon söylentisi olmuştu.
Biz burada özgür gazetecilik yapıyoruz. Gazetemizin sahibinin gazetecilik dışında hiçbir faaliyeti yoktur, onun için gazeteciliği özgür biçimde ilerletiyoruz. Bizim gazetemize el konulacakmış şeklinde saçmalıklar ortaya atılmıştı bir ara eğer Türkiye bir hukuk devleti ise bize neden el konulacak, biz ne yapmışız ki? Biz gazetecilik dışından herhangi bir şey yapmadık. Biz o yüzden susmadan, yılmadan gazetecilik görevimizi yerine getiriyoruz.
“BİZİ ONLARLA YAN YANA GETİRMEK HAKSIZLIK”
İpek Grubu kapatıldı, yerinde yeller esiyor, Zaman grubuna kayyum atandı. Samanyolu'nda programlar yapıyordunuz orası da kapatıldı. Tüm bu olanlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Şu anda onlarla ilgili bir terör örgütü suçlaması var ve soruşturma yürütülüyor. Sapla samanı karıştırmamak lazım. Allah korusun bizim zaten öyle bir durumla suçlanmamız söz konusu olamaz. Baktığımız zaman o kapatılan medya organları hükümetin en gözde gazeteleriydi. Bizimle o medya gruplarını yan yana getirmek bize büyük haksızlık olur.
“TÜRKİYE İÇİN KAPANAN HER KANAL VE GAZETE KAYIPTIR”
Samanyolu'nda program yapıyordunuz, Şartel indirildi orada da. Üzgün müsünüz?
Ben şu duruma üzülüyorum; Samanyolu’na baktığımız zaman muhalif çizgide bir yayın organıydı. Hükümetle birlikte yürümüş hatta AKP’nin bu noktalara taşınmasında çok büyük rol alan yayın organlarıydı, Bu tür yayın organlarının farklı bir kulvara girmesi hükümeti rahatsız etti. Tabii ki bu kanalların kapatılması Türkiye için bir kayıptır. Ben kapanan her gazete için üzülürüm.
“HER GAZETENİN KAPANMASI İÇİMİ SIZLATIR”
Radikal için de üzüldünüz mü?
Dedim ya kapanan her gazete için üzülürüm, her gazetenin kapanması benim içimi sızlatır. Gazeteler doğar, büyür ama toplumda yıllarca gazetelerin yazdıkları kimilerinin arşivindedir, kimilerinin dosyalarında yer almaktadır. Bunların yaşamaları lazım. Mesleki yönden bakıldığı zaman ben içimden şunu isterim. Ne kadar çok gazete olursa ne kadar çok rekabet ortamı olursa biz de bu durumdan bir o kadar memnun oluruz.
Sizin gazeteyi diğer gazetelerle karşılaştırdığınızda ne görüyorsunuz?
O gün gazetelerde yer alması gereken haberlerin farklı gazetelerde özellikle hükümete yakın politika sürdüren gazetelerde görmeniz mümkün değil. Sözcü’de Türkiye’de olması gereken, yayınlanması gereken her haberi görüyorsunuz. Şunu da belirtmek gerekir ki; Türkiye çapında çok büyük bir muhabir ağımız yoktur ama buna rağmen bizi sürekli destekleyen okuyucularımız mevcut. En çok yardımı bize okuyucularımız göstermektedir. Biz okuyucumuza güveniyor, okuyucumuz da bize güveniyor.
“TÜRK BASINI” DEMEMİZ GEREKİYOR AMA…
Türkiye'de medyanın en büyük sorunu ne? Nasıl görüyorsunuz medyayı?
Yandaş-candaş diye bir söylem oluştu. Böyle bir şey olabilir mi? Göğsümüzü gere gere şunu söylememiz gerekir; “Türk basını” dememiz gerekiyor. Türk basını tamamen parçalanmış, ortak bir noktası olmayan yapıda şu an. Böyle bir yapı içerisinde şu medya, bu medya söylemleri olduğuna göre Türk medyasının içinde bulunduğu durum iyi değil.
“MEDYANIN EN KÖTÜ DÖNEMİ”
Geçmiş dönemlerde nasıl medya peki. Bugünle karşılaştırdığınızda neler söylersiniz?
12 Eylül darbe döneminden, 28 Şubat dönemine kadar hangi dönemi sorarsanız sorun, basın hiçbir dönem bu kadar kötü değildi. Basın üzerinde hiçbir zaman bu kadar baskı yoktu.
Ankara’da Sözcü'ye bakış nasıl?
Bizim büromuz tüm okuyucularımızın her zaman gelip gittiği bir noktada yer almakta. Okuyucularımızdan kim ararsa kim sorarsa herkesle görüşürüz. Bizim kapımız herkese açık.
“BİZİM DEVLET BÜYÜKLERİYLE BİR MESELEMİZ YOK”
Cumhurbaşkanı’nın çok sık hedefinde olan bir gazetedesiniz. Genelde paçavra diyor sizin gazeteniz için? Kendisiyle yan yana gelmek ister miydiniz? Gelseydiniz ne sormak isterdiniz ve uçağında olmak ister miydiniz?
Bizim asla Cumhurbaşkanı’nın uçağına binmeyelim, Başbakan’ın yanında olmayalım gibi bir derdimiz yoktur. Baktığınız zaman Ankara’da AKP’nin bir kongresi var, biz neden gitmeyelim bu kongreye? Gitmeme gibi bir lüksümüz de olamaz zaten. Cumhurbaşkanı davet ediyorsa ya da gezilerinde bizi akredite ederlerse biz neden gitmeyelim? Ama etmiyorlar tabii biz gitmesek bile ajanslardan alıyoruz Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın haberlerini yine kullanıyoruz. Bizim devlet büyükleriyle bir meselemiz yok.
Cumhurbaşkanına ne sormak isterdiniz?
Konuları gündeme göre sormamız gerekir. Birdenbire ben şunu soracağım diye bir şey söz konusu olamaz. Geçmiş dönemde de daha önce çalıştığım gazeteler de Cumhurbaşkanı’nın uçağına bindim, defalarca değişik yerlere gittik. O zaman ne soruyorsak şimdi de aynı şeyleri sorarım. O zaman soramadığım soru yoktu. Şimdi de soramayacağım soru yok. Gündemdeki konu neyse onu sorarım.
“ÖYLE BİR ÖZGÜRLÜK YOK”
İktidarın medyaya bakışını nasıl buluyorsunuz. Var mı bir basın özgürlüğü sıkıntısı?
Türkiye’de basın özgürlüğünün olmadığını, özgürlüğün olmadığı yerde de tarafsızlığın olmayacağını söylemek gerekiyor.
“AYDIN DOĞAN’A YAPILANLARI KINIYORUM”
Son günlerde çok sık hedefteler, Doğan Grubu ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Ben Doğan Grubu'nda şanımla şerefimle toplam 23 yıl çalıştım. Lise yıllarıma gittiğim zaman Doğan Haber Ajansı’nın adı Hürriyet Haber Ajansı'ydı. Ben Hürriyet Haber Ajansı’nda gazeteciliğe başladım. Hürriyet ve Doğan grubunda çalışmak her zaman güzel ve ayrıcalıklıdır. Aydın Doğan’ı köşeye sıkıştırmak adına ticari işleri sebebiyle sürekli olarak da hükümete yakınlığı ile bilinen gazetelerin iftiraları ile karşı karşıya bırakılmakta. Bu zor günleri de Aydın Doğan’ın aşacağına inanıyorum. Aydın Doğan’a yapılanları da kınıyorum.
Hürriyet'i nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’nin en önemli gazetelerinin başında geldiğini kimse inkâr edemez.
“REZA ZARRAB ÜLKEYE BÜYÜK BİR KATKI SAĞLADI ÇÜNKÜ…”
Reza Zarrab olayı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin gündeminde yer alan konulardan biri. O olay Türkiye’de dört dörtlük soruşturuldu mu? Hayır, peki neden? Olayı soruşturan Cumhuriyet savcısından soruşturma alındı, olayı soruşturan polis müdürleri cezaevinde, bir kısmı da meslekten ihraç edildi. Olayla ilgili olarak bütün dokümanlar ortada olmasına rağmen bunlar yaşandı. Böyle bir olayın içerisinde bakanlarınızı yerlerinden eden, bakan çocuklarının tutuklanmasına yol açan bir olayda hiçbir şey yoktur diyerek sadece olaya cemaat vs. diyerek sıyrılmak mümkün değil. Bu olay bir kolaycılıktır. Reza Zarrab olayında bu kişinin yurtdışına gitmesi şöyle yorumlandı; orada dosyası var. Şunu unutmayalım hukuk sisteminde şu vardı; Reza Zarrab yurtdışına gitse de Türkiye’de kalsa da o dosya bizde kalacaktı. Vekil ülkelerin aradıkları kişilerle ilgili yargılama sistemi diye bir şey vardır. Dolayısıyla gıyabıyla yargılanırlar. Cem Uzan hakkında da yurtdışında değişik davalar açılmıştı. Üstelik de Türkiye’de olduğu dönemdeydi. Bunun gibi Reza Zarrab olayı tabii ki Türkiye’de bir takım işlerin nasıl döndüğünü, ülkede bakanlarımızın rüşvet aldıklarının ortaya dökülmesi açısından, Türkiye için iyi oldu diye bakıyorum. Böyle olayların gündeme çıkmasında Reza Zarrab ülkeye büyük bir katkı sağlamış ve Türkiye’nin önünü açmıştır.
“DIŞ POLİTİKADA BAŞARILI DEĞİLİZ”
Dış politika da çok gündemde. Ne düşünüyorsunuz?
Ülkemizin dış politika anlamında çok da başarılı olduğu söylenemez. Suriye tarafından baktığımız zaman Türkiye’nin Suriye ile ilgili bir sorunu yoktu. İran ve Irak’la da bir sorunumuz yoktu. Komşularımız ile eğer aramızda sorunlar yaşanmaya başlandıysa iki ülke arasında bazı noktalarda savaş durumunun bile gündeme geldiği olaylar yaşanıyorsa demek ki dış politikada başarılı değiliz. Dış politikada Dışişleri Bakanı’nın gelenekselleşmiş, köklü bir izlediği politika vardı. Eğer siz bu politikayı yok sayarsanız bazı danışmanların lafları ile hareket ederseniz dış politika da tam anlamıyla bir çıkmaza girersiniz. Bu politikayı düzeltmek de yine dış işleri bürokratlarına düşmektedir.
Bu güzel röportaj için size teşekkür ediyorum….
Öztürk, mahallenin bıçkın delikanlısı diye lanse edilen Sözcü Gazetesi’nin hem Ankara temsilcisi hem de yazarı. Röportajı da Ankara’da Tunalı Hilmi’deki ofislerinde yaptık. Hani şairin bile şiirlerine konu olan şu Tunalı Hilmi…
Saygı Öztürk, isminin özelliğini oldukça taşıyan isimlerden biri. Nazik, saygılı ve son derece samimi. 25 yılını Hürriyet gibi bir Amiral Gazetesi’nde geçiren Öztürk, geçmiş dönemlere de oldukça hâkim. Durum böyle olunca kendisiyle medyanın hem dününü hem bugününü konuştuk.
Ona göre medyada şu an en büyük sorun, haberin saklanması, gerçeklerin göz ardı edilmesi ve tarafsızlığın yitirilmesi. 28 Şubat dönemi bile bugünden daha iyiydi diyor, medya üzerinde büyük bir baskının olduğunu düşünüyor.
Sözcü Gazetesi’nin muhalif olduğunu kabul etmiyor. “Biz sadece gerçek habercilik yapıyoruz, bu da göze batıyor” diyor.
MİT TIR’larını ve Can Dündar ile Erdem Gül’ü de konuştuk. Başkent Ankara’yı kana bulayan hain saldırıları da…
Ben kendisini dinlerken büyük keyif aldım, dilerim bu keyfe benimle sizler de ortak olursunuz. Şimdi ben aradan çekiliyor sizleri röportajla baş başa bırakırken hepinize güneşli güzel günler diliyorum… Sevgiyle kalın…
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: [email protected]
Fotoğraflar: Emrah Yeşilduman- Anıl Arı
Ankara’da siyaset otobanı yine toz duman… Gündemin şu sıra en çok tartışılan konusu Ensar Vakfı’nda yaşananlar ve akabinde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu'na yönelik kullandığı o çok sert sözler, bununla başlamak istiyorum. Siyasetin üslubu neden bu kadar yerlerde?
Siyaset sahnesinde üslup hep böyle. Normalleştiğini hiç görmedik…
En ağır sözleri her zaman siyasilerin ağzından duyarız, bunu artık
kanıksar duruma geldik. Ama şunu söylemem lazım; Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nin kararına göre; siyasetle uğraşan
kişilerin kendilerine yönelik sert, ağır ve hatta en incitici
eleştirilere dahi katlanması gerektiği vurgulanmış ve bu durum
demokratik toplum hayatının vazgeçilmez unsurlarından biri olarak
kabul edilmiştir. AİHM sözleşmesinin 10. maddesinin sadece zararsız
ve ilgilenmeye değmez olarak görülen bilgi ve fikirlere değil aynı
zamanda rahatsız eden şaşırtan ve gücendirenlere de
vurgulanabileceği belirtilmiş… Ve bu ifadeler var olamadan
demokratik bir toplumun söz konusu olamayacağı, bunların
çoğulculuk, hoşgörü ve geniş fikirliliğin talepleri olduğu
vurgulanmıştır. Yani demem o ki siyasetçi bazen en ağır
eleştirilere dahi açık olmalıdır.TWİTTER: gazetecialev
Mail: [email protected]
Fotoğraflar: Emrah Yeşilduman- Anıl Arı
Ankara’da siyaset otobanı yine toz duman… Gündemin şu sıra en çok tartışılan konusu Ensar Vakfı’nda yaşananlar ve akabinde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu'na yönelik kullandığı o çok sert sözler, bununla başlamak istiyorum. Siyasetin üslubu neden bu kadar yerlerde?
“BİRÇOK SÖZÜN YANINDA ONUNKİ MASUM KALIYOR”
Bakanlığı bir yana bıraktım, peki bir kadına, her şeyden önce bir anneye bu kadar ağır konuşulabilir mi?
Söylenmese daha uygun olurdu, bu da politikacının kendi tavrı. Söylenen birçok sözün yanında Kılıçdaroğlu’nun sözlerinin masum kaldığını düşünüyorum… Kavga, gürültü ya da bazı söylemlerin peşine düşmek yerine tecavüzcülerle baş etmek için çalışmalar yapmak ve o tecavüze uğrayan çocukları kollayıp, bundan sonraki yaşamları için çaba sarf etmek asıl doğru olan ve biz bu kısır tartışmalarla savrulup gidiyoruz. Kılıçdaroğlu aslında o cümleleri cinsel bir göndermede bulunarak söylemediğini, daha önce bir bakanın sözlerinden alıntı yaparak söylediğini belirtti.
Peki, Ensar vakfını bu olayın ardından toptan tu kaka yapmak doğru mu?
Eğitim öğretim, devletin görevidir. Çocukları ne olduğu belli olmayan pansiyonlara, evlere, bırakmanın acı sonuçlarını değişik dönemlerde hep yaşıyoruz. Bugün yaşadığımız olay da böyle bir şey. Yaşanan tecavüz olaylarına sahip çıkmak utanılacak bir durum, en az o tecavüzler kadar. Bu utanç verici. Devletin görevlerini bu noktada yapmadığı, çocukları kimlere teslim ettiğinin de acı bir göstergesidir.
Gelelim bir başka gündeme… Türkiye’nin ve hatta dünyanın en büyük gündemi şu sıralar terör. İki büyük terör saldırısını kalbinizin tam ortasında yaşadınız, şu an neler hissediyorsunuz. Psikolojiniz ne durumda? Ankara’da yaşamak nasıldır bu günlerde?
Ankara, Türkiye’nin başkenti bu nedenle buranın seçilmesi çok normal. Çünkü her hâlükârda ses getirir burada yapılan her eylem. Son dönemde burada yapılan eylemlere de böyle bakın. Acı dolu günler geçiriyoruz. Bir tarafta terör örgütü PKK diğer yanda hastalıklı bir örgüt olan IŞİD belası. İkisi de birbirinden beter. Bakıyorsunuz meydana gelen patlamalar bakanlıklara, Başbakanlığa ve hatta Genelkurmay Başkanlığı’na o kadar yakın ki; tek mesajları var; biz sizi kentin en işlek yerinde kalbinizin tam orta yerinde, istersek vururuz.
“ANKARA’YI SEÇİYORLAR ÇÜNKÜ…”
Amaçları ve hedefleri ne?
Patlamaların meydana geldiği bölgelere bakarsanız adı kalpgah’tır. Yani Ankara’nın kalbi. Terör örgütleri de kendine göre mesaj vermek ister. “Biz istediğimiz yerde eylem yaparız” der gibi. Burada amaçları güç gösterisi yapmak, şov yapmak. “Bakın siz bize operasyon yaparsanız, biz de sizi kalbinizden vururuz” demek istiyorlar. Bu saldırıyı küçük bir ilde yapsalar belki bu kadar etkili ses getirmez ama Ankara’da yaptıklarında ses getiriyor. İşte bakanlar oraya gidiyor, Başbakan yeri geldiğinde gidiyor, üst düzey bürokratlar gidiyor, milletvekilleri keza yine öyle. Bu olay günlerce TV’lerde tartışılıyor, gazeteler yazıyor. Terör örgütleri dolayısıyla seslerini duyurmak isterler ve bu eylemi de bu amaçla yaparlar. O nedenle Ankara…
“BU KEZ DEVLETİN İÇİNDEKİ BİLGİLERİ SIZDIRIR OLDULAR”
Peki, bu daha nereye kadar sürer, nedir öngörünüz?
Bakın bir yanda Güneydoğu’da devam eden olaylar var ve diğer tarafta ise komşularla olan sorunlar ve bir de komşulardan kaynaklı yaşanan sorunlar var. Bu nedenle bu tür olaylara karşı devletin çok dikkatli olması gerekiyor. Kuşkusuz devlet zaten duyarlı ama arka planda yaşanan çok önemli sorunlar var. Özellikle emniyetin istihbarat bölümleriyle çok oynandı, yıllarca terör örgütleri ile mücadele eden birimler dağıtıldı. Bunların arasında bakıyorsunuz istihbarat daire başkanları, başkan yardımcıları, şube müdürleri, illerdeki yöneticileri ve hatta istihbarat bölümlerinde görevli polislerin hepsi gönderildi. Bakıyorsunuz terörle mücadele eden birimlerde yine aynı durum söz konusu. Bir de her terör mücadele istihbarat birimlerinin, bölümlerinin haber elemanı olarak nitelendirilen ve çoğu örgüt içerisinde ya da bir türlü ilişkisi olan kişiler devlete para karşılığı ya da gönüllü olarak haber elemanlığı yani muhabirlik yaparlar. Asıl haberler hep bunlardan gelir. Ama emniyetteki bu dağınıklık sırasında bu kişilerle bağlantılar kesildi, haber elemanlarına güvensizlik oldu. Bakıyorsunuz o güne kadar devletin yanında olan haber elemanları bu kez devletten aldıkları bilgileri; haberleri terör örgütüne götürür noktaya geldi. Bu nedenle devlet, terör örgütleri içerisinden yeterli bilgi alamadığı gibi devletin içerisinde olan bitenlerin terör örgütlerine gitmesi işleri bu çıkmaz noktaya getirdi. Şu an istihbarat konusunda büyük bir boşluk oluştu.
“BİZ SÖYLEDİK AMA İNANMADILAR”
Bir de tabii sürekli dillendirilen emniyet içindeki paralel yapı iddiası var… Bu etkili mi?
Bakın özellikle emniyetin istihbarat bölümleri içerisinde öteden beri bir Fethullahçı yapı olduğu biliniyor, bu kadrolaşmayı kimse inkâr edemez. Biz bunları yıllarca dile getirdik ama ne yazık ki kimse umursamadı ve hep yok saydılar. Yalanladılar hep… Böyle bir durumda emniyetin yıllarca tepe noktasında olanlar şimdi paralel yapı diye görevden alınıyor, bunun bir anlamı var? Zamanında mücadele edilecekti bu yapı ile. Şimdi bir anlamı yok. Bakıyorsunuz bir cemaat etkisizleştirilmeye çalışılırken onlardan doğan boşluğu başka cemaatler ve tarikatlar almaya çalışıyor. Kötü bir süreç yaşanıyor…
“ZAFİYET YOK DEMEK AYIP”
Her olay sonrası özellikle MİT, belli kesimlerce hedef tahtasına oturtuluyor, büyük eleştiriler alıyor. Peki, son olaylara bakınca bir istihbarat zafiyetinden söz etmek mümkün mü?
Bir olay eğer oluyorsa, yaşanıyorsa, “istihbarat zafiyeti” yoktur demek ayıptır. Bir olay önlenemiyorsa ve meydana geliyorsa, zafiyet yoktur diyemezsin çünkü vardır. Bunu inkâr etmek ayıptan başka bir şey değil bu. Bir boşluk mutlaka vardır. Tabii ki her olayı güvenlik güçlerinin dört dörtlük bilmesi de mümkün olmayabilir. Bir eylemin yapılacağı 1 ay önceden belirlenir, sen bunu son gün öğreniyorsan zaten geçmiş olsun, yapacak hiçbir şey kalmamıştır. Çünkü o eylemi göze alan kişi ya da kişiler zaten ölmeyi göze almıştır ve o eylemi her hâlükârda gerçekleştirir. Otobüs durakları, AVM’ler ve kalabalık yerler de onlar için bulunmaz nimettir. Eylem gününden önce bunlar yakalandı yakalandı, yoksa şansınız yok.
“NE YAZDIYSAK BUGÜN DOĞRU ÇIKTI”
Terör örgütü son dönemde neden bu kadar azdı?
Çünkü Güneydoğu’da çok büyük olaylar yaşandı. Devlet yıllarca çözüm süreci nedeniyle Güneydoğu’da terör örgütüne hiç dokunmadı. Bugün ilçeler silah deposu haline geldi, binlerce silah dağıtıldı. Biz bunları hep yazdığımızda “Çözüm sürecine karşı onun için yazıyor” diyorlardı ama bakın ne yazdıysak hepsi bir bir bugün çıktı.
“KİMSE SESİNİ ÇIKARMADIĞI İÇİN…”
Çözüm süreci devam etseydi yine bunlar yaşanır mıydı?
Tabii ki yaşanırdı. Zaten çözüm süreci başladığı andan itibaren örgüt kendine yığınak yapmaya başladı. Çünkü hiçbir zaman dürüst değillerdi. Çözüm süreci dediğiniz süreçte örgüte operasyonlar yapılmadı, devletin birimleri üzerlerine gitmedi. Yığınaklarını yaptılar, kazılar yaptılar, gençlik eğitimleri verdiler, yol kontrolleri yaptılar kimsenin sesi çıkmadı. Çok rahat bir şekilde hedeflerini gerçekleştirdiler. Polis, asker hiçbir çalışmalarına müdahale etmedi. Adamlar TIR’ları yaktılar kimsenin sesi çıkmadı, hatta öyle ileri gittiler ki belediyeye ait iş makinelerini bile kullanır oldular. Yani demem o ki bugün yaptıkları eylemlerin alt yapısını işte o günlerde yaptılar.
“ÇÖZÜM SÜRECİ İLE GÜNEYDOĞU BU HALE GELDİ”
Samimiyet eksikliği mi vardı yani süreçte?
Terör örgütünden samimiyet beklersen zaten sana gülerler. “Kandırıldık” sözleri çok kullanılıyor ama şu bir gerçek ki çözüm süreciyle Güneydoğu bugünkü haline dönüştürüldü. Baştan sona yanlıştı, hiç başlamaması gereken bir süreçti. Biz bunları yazdığımız zaman “Bunlar muhalif o yüzden yazıyorlar” yorumları yapanlar şimdi dediğimize geldi. Bu kadar silahlar gömülürken devlet neredeydi? diye sorarlar adama! Bakın Güneydoğu’da 377’nin üzerinde askerimiz, polisimiz şehit edildi. Şimdi bu çözüm süreci denilen süreçte bunlara göz yumulmasaydı askerler, polisler asla şehit düşmeyecekti. Çünkü bu boşlukta terör örgütü inanılmaz bir şekilde güçlendi. Örgütün ilçelerdeki bu tür eylemleri geçmişte yaşanmadı, 13 yıldır AK Parti iktidar, geçmişteki şehit sayısına bakarsanız bu iktidar sürecinde her şey artmış, iyiye gitmemiş hiçbir şey. Kaldı ki sokağa çıkma yasakları bile başlamış.
Bu daha ne kadar böyle gider, ne olacak?
Bu sorunun yanıtını ben değil devletimizin yanıtlaması lazım. Bu ülkenin Milli Güvenlik Kurulu ve ilgili birimlerinin bunu çözmesi lazım. Sorunun kaynağı olanlar bu sorunu çözmeli ama şu süreçte çok zor görülüyor. Eğer önlemler alınmazsa ve devlet kararlı bir şekilde adımlar atmazsa önümüzdeki günler çok daha zor geçecektir ülke açısından. Güneydoğu’nun bu halden kurtarılması için mutlaka TBMM’nin devreye girmesi lazım.
“HDP ONLARIN SÖZCÜLÜĞÜNÜ YAPIYOR”
HDP’nin bu noktadaki duruşunu nasıl okumak lazım?
HDP daha çok PKK’nın duruşunu sergiliyor, daha çok onların sözcülüğünü yapıyor. Bu nedenle kamuoyunda var olan desteğini de yitirdi. Türkiye partisi olacağım sözünü yerine getiremedi. Bu da kolay değil tabii, örgüt buna izin vermez. Kandil, İmralı üçgeninin dışına çıkmaları çok kolay değil…
Hürriyet’e transfer olan Abdülkadir Selvi’nin terörle yaşamaya alışacağız sözleri çok tartışılmıştı. Ankara alıştı mı bu duruma?
Biz Ankara’da yaşıyoruz ve korkmuyoruz. Terörle yaşamaya alışılmaz. Selvi’nin sözleri bence orada çarpıtıldı. O da böyle bir şey söylemek istemedi eminim ki. Teröre alışılır mı hiç?
“ANKARA BİRÇOK ÜLKENİN BAŞKENTİNDEN DAHA GÜVENLİ”
Ankara’da hayat nasıl şu an, olduğu gibi devam ediyor mu?
Bakın bu olaylar ister istemez büyük bir korku yarattı. Her şeyden önce olayın psikolojik bir boyutu var. İnsanlar duraklarda duramaz halde, AVM’ler boş. İlgili, ilgisiz mesajlar geliyor; yok şurada bomba patlayacak, yok şuraya canlı bomba geldi şeklinde, yalan yanlış haberler uyduruluyor. Millet şüphelendikleri araçları ve hatta kişileri hemen ihbar eder duruma geldi. Bir korku var. Son patlamadan sonra Tunalı Hilmi Caddesi bomboş. Böyle olmamalı. Tedbirli olunmalı ve bu kadar da korkuya teslim olmamak lazım. Gündelik hayatlar devam etmeli. Can tatlı ama bu kadar da korkmaya, ürkmeye neden yok. Sonuçta her dakika bombaların patladığı ya da olayların yaşandığı bir ülkede değiliz. Baktığınız zaman yine en huzurlu, olayların en az olduğu başkentlerden biri Ankara. Dünya sıralamasına bakınca Türkiye, yabancı ülkelere göre suç oranı açısından oldukça gerilerde. Güneydoğu’daki olayları saymazsak.
Dokunulmazlık konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bence doğrusu hepsinin kaldırılması. Ya hep ya hiç diyebiliriz. Mesela önceden açılmış davaların devam etmesi lazım. Terör örgütleri ile olan bir bağ söz konusu, bunların getirdiği rahatsızlıklar var, bunlar göz ardı edilmemeli. Ama diyorum ki tüm dokunulmazlıklar gözden geçirilmeli, bu vicdan meselesi. Bakıyorsunuz adam milletvekiliyim diye kırmızı ışıkta geçiyor, ne yasa tanıyor ne hukuk. Bu kurala önce isterim ki onlar uysun. Ama onlar dokunulmazlıkları var diye kırmızı ışıkta geçiyor, emniyet şeridini ihlal ediyor. Hatta sadece kendileri değil, eşleri, aileleri bile. Bu onlara olan saygınlığı bile azaltıyor.
“BİLDİRİ YAYINLAYABİLİRLER AMA İÇERİK KESİNLİKLE YANLIŞ”
Akademisyenler konusunda ne düşünüyorsunuz? Akademisyenlerin imza attığı bildiri konusu bir türlü gündemden düşmüyor. İktidar da zaten bu işin peşini bırakacak gibi görünmüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Akademisyenlerin ben her zaman konuşmasından yanayım. Zaten Türkiye’de sorun ilgililerin konuşmamasından kaynaklanıyor. Bakıyorsunuz bir hukuki olay var ve bu ülkenin hukuk fakülteleri sessiz. Tıp ile ilgili bir konu var, tarımla ilgili eğitimle ilgili fakülteler hiç konuşmuyor. Ben bundan rahatsız oluyorum. Bu ülkenin konuşan bilim insanlarına da ihtiyacı var ama siz Güneydoğu’da olanlara sadece tek gözlükle bakarsanız doğru bir yaklaşım olmaz. Bugün kamuoyunun büyük bir bölümü bu bildiriye bu yönüyle karşı çıktı. Konuşma yapmalarında sıkıntı yok ama içerik sıkıntılı. Siz terör örgütünün gördüklerini görmezden gelip sadece devletin yaptıklarını yazarsanız bu haksızlık olur. Neden o bildiride mesela terör örgütünün yaptıklarına tek bir kelime dahi karşı çıkan bir tutum yok. Sadece devlet tek taraflı bir şey yapmıyor ki orada, terör örgütü de birinci derece suçlu.
Dört akademisyen şu an tutuklu bunu nasıl buluyorsun?
Tabii ki yanlış buluyorum. Türkiye’de tutuklamalar adet olmuş. Her olayda insanları tutuklarsanız dışarıda adam kalmaz. Türkiye’de zaten yargı süreci sıkıntılı, yargıya güven oldukça geri seviyelerde. İnsanları siz neye dayanarak tutukluyorsunuz. Tutuksuz yargılama diye bir olay var, bunu neden işletmiyorsunuz diye sorarlar adama.
“TUTUKLANMASI GEREKEN BİRİ VARSA İLK BAŞTA BÜLENT TEZCAN TUTUKLANMALI”
Tutuklamalar demişken Can Dündar ve Erdem Gül’ü sormazsam olmaz. Çok net soracağım yaptıkları doğru mu değil mi? Yani habercilik mi yoksa diğer söylenenler mi?
Can ve Erdem’in yaptığı her şeyden önce habercilik. Bundan asla şüpheniz olmasın. Burada hemfikiriz. Bu olayı ilk yazan ve gündeme getiren Aydınlık Gazetesi’ydi, daha sonraki aşamada başka meslektaşlarımız da bununla ilgili bilgilere, belgelere ulaştı. Sosyal medya bu olayı konuştu. Ayrıca bununla ilgili en çarpıcı bilgileri de CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan verdi. Eğer tutuklanması gerekiyorsa ilk önce Tezcan’ın tutuklanması lazım. Çünkü ilk önce açıklayan o.
“MESLEKTAŞLARIMIZI HEDEF ALMASINI DOĞRU BULMUYORUM”
Dokunulmazlığı var ama…
Dokunulmazlığı olsa bile en azından bir fezleke hazırlanırdı. Demek ki böyle bir olay yok. Gerçeği karartamazsınız. Gerçek gerçektir. Bir olay ya vardır ya yoktur. Ne zaman Can Dündar ve Erdem Gül bu olayı haber yaptı işte o zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan meslektaşlarımızı hedef alan açıklamalar yapmaya başladı. Tabii ki bunlar mesleki açıdan kabul edilecek olaylar olmadığı gibi, meslektaşlarımızın bu şekilde hedef gösterilmesini de doğru bulmuyorum. Çok yanlış şeyler bunlar.
“O ZAMAN ASIL SORUŞTURMANIN MİT’E AÇILMASI GEREKİR”
Siz meslektaşlarımız diyorsunuz ama Sayın Cumhurbaşkanı onları gazeteci olarak görmüyor, casusluk, hainlik ve devletin gizli bilgilerini ifşa ettiler diyor ayrıca da davaya müdahil oldu. Tüm bunlara ne diyorsunuz?
Eğer Milli İstihbarat Teşkilatı bir organizasyon yapıyor veya sınır ötesine bir takım yardım götürüyorsa veya başka amaçla silah götürdüğü iddia ediliyorsa o zaman devletin istihbarat birimi gereğini yerine getirmemiş ki yakalanmışlar. Görevini yerine getirmemiş ki orada savcı olaya el koymuş. O zaman asıl soruşturmanın MİT’e açılması gerekir, siz görevinizi niye iyi yerine getiremediniz, diye. Gazetecinin Can Dündar ve Erdem Gül’ün yazdığı nedir ki? Veya diğer arkadaşların yazdıkları nelerdir? Olayla ilgili ortaya çıkan tutanaklar var. Bunlar gizli saklı da değil, mahkemelerde olan belgeler. İşte bu olayı yürüten Cumhuriyet savcıları vardı, bunlar şu anda cezaevinde biliyorsunuz ki…
“BUNUN SORUMLUSU NE CAN DÜNDAR’DIR NE DE ERDEM GÜL’DÜR”
İktidara göre cemaatin savcısıymış onlar…
Cemaatin savcısı demek doğru değil. Bu kişiler Cumhuriyet Savcısı, adı Cumhuriyet Savcısı… Ve çoğu da AKP döneminde atanan veya göreve başlatılan Cumhuriyet Savcısı veya hâkimdi. Bir kısmı da önceki dönemlerde atanan savcılardı. Bugün cemaatin savcısı, yok şunun yok bunun savcısı demek doğru değil. Ben cumhuriyetin savcısı diye biliyorum. Eğer, cumhuriyetin savcısı bir yanlış yapıyorsa, bir hata yapıyorsa bunu gidermek yine devletin ilgili birimleri vardır, bu birimleri harekete geçirirsiniz. Çünkü yargıda her olayın bir üst mahkemesi, her olayın bir üst itiraz makamları vardır. O zaman siz cumhuriyet savcılarıyla ilgili o denetimleri başlatırsınız. Bu belgelerin ortaya çıkmasını siz önleyeceksiniz. Eğer ortaya bir takım belgeler çıkıyorsa bunun sorumlusu ne Can Dündar’dır ne de Erdem Gül’dür, ne de diğer meslektaşlarımızdır. Siz eğer devlet olarak gizli olduğunu iddia ediyorsanız, değerli olan bilgilerinize belgelerinize sahip çıkamıyorsanız, Can Dündar ne yapsın? Erdem Gül ne yapsın? Diğer meslektaşlarımız ne yapsın?
“HABER YAPAN KİŞİ CASUS DEĞİLDİR, HABERCİLİK DE CASUSLUK DEĞİLDİR”
Sizin elinize gelseydi o belgeler, Saygı Öztürk de yayınlar mıydı o belgeleri?
Bu olayla ilgili olarak her gazetenin kendine göre bir tavrı vardır. Şimdi o günlerde olayla ilgili mahkeme tarafından yayın yasağı getirildi. Şu bir tercihtir, gazetenin yayın yönetmeni der ki, yayınlayalım ya da yayınlamayalım. Bir yazı işleri vardır odaya toplanıp masada karar verir. Hatırladığım kadarıyla Cumhuriyet’te böyle bir manşet atıldı; “Yasakları tanımıyoruz” diye. Şimdi bu tercihtir. Siz yayın yasaklarını tanımıyorsanız, mahkeme kararlarını tanımıyorsanız, o zaman bunun bir adli sonucu vardır. Bu adli sonuçlara göre hakkınızda işlem yapılabilir. Ama bu asla ve asla meslektaşlarımızın casusluk yaptığı veya casusluk amacıyla bu haberleri yazdığı anlamına gelmez. Casusluk iddiası varsa, siz bunu gazetenize yazıyorsunuz, bir ülkeye mi hizmet etmişsiniz, birilerine bilmem ne karşılığında mı vermişsiniz, öyle bir olay da yok. Gazeteye siz bunları yazmışsınız. Kamuoyunu bilgilendirmişsiniz. Az önce anlatmaya çalıştığım şudur, sonuçta siz burada gazetecilik adına yapıyorsunuz, kamuoyuna bunları yayıyorsunuz ve olup bitenleri üstelikte bunları devletin resmi belgeleri ile ortaya koyuyorsunuz. Devletin resmi belgelerini korumak da devletin görevidir. Devlet eğer bu resmi belgelerini koruyamazsa başkasına casusluk yapıyor, üstelikte gazetede çıkan haberler üzerine gazeteciye casus asla dememeli. Bir de şu var; Türkiye öyle bir hale geldi ki, Türkiye’de bir haber yazdığınız zaman ya cemaatçisiniz denilirsiniz, ya casus denilirsiniz, ya darbecisiniz denilirsiniz.
“BİR DÖNEM ONLARIN ELİNİ ETEĞİNİ ÖPEN DÖNEM GAZETECİLERİ ŞİMDİ ONLARI YAFTALIYOR”
Niye böyle yaftalanıyoruz, bu yaftalama modası nereden çıktı, neden bu hale geldik?
Bunlar yeni değil ki. Sadece döneme göre kavramlar değişiyor ama yaftalama şekli aynı. Bir dönem de “Ergenekoncu” ilan edilirdi insanlar. Ergenekon diye bir örgüt çıkmıştı biliyorsunuz ki, “Biz de ya bu yalan dolandır, bu belgeler sahtedir, böyle bir örgüt olmaz, böyle bir yapılanma asla olamaz” dediğimiz zaman, “Bu Ergenekoncu” diye direkt yaftalanıyorduk. O kişilerce Ergenekon mensubu ilan ediliyorduk. Şimdi siz belgeleri, bilgileri araştırıyorsunuz, çok sayıda bununla ilgili kişilerle konuşuyorsunuz, delilleriniz vardır. Bunları gündeme getiriyorsunuz. Ama hiçbirinin onlara göre önemi yok. O dönemde de bir bakıyordunuz ki; televizyonda sözde Ergenekon karşıtı diyelim ya da iktidara yakın iki meslektaşımız açıklama yapıyor; İşte falan falan gazeteci de Ergenekoncu olduğu için tutuklanacak. O gazeteci de o Ergenekon örgütünden vs. diye açıklamalar yapıyor. Bunlar dediğim gibi bugün değil dün de olan şeyler. Ya Allah’tan korkun, biraz vicdanlı olun. İnsanları böyle yaftalamaya hem hakkınız yok hem de doğru şeyler değil. Bunu Balyoz sürecinde de yaşadık. O dönemde de yine “Bunlar yalan dolan, işte sahte veriler, sahte deliller” dediğimizde bu kez Balyozcu, darbeci ilan edildik.
“CEMAATİN BAŞ SAVUNUCULARI ŞİMDİ CEMAAT DÜŞMANI”
Şimdi bakıyorsunuz en ufak bir eleştiri yapan kişi, biraz muhalif tavır takınan gazeteci hemen cemaatçi ilan ediliyor ya da paralelci. Cemaatle ilgili ağzını açamayanlar, cemaatin dizinin dibinden ayrılmayanlar, cemaatin mekânlarına girip elini eteğini öpmek için uğraşanlar bakıyorsunuz birden bire, cemaat düşmanı olmuş. Şimdilerde başkalarını cemaatçi diye yaftalamaya başlıyorlar. Ne diyorum bakın, cemaatle ilgili ağzını açamayanlar bugün cemaate veryansın ediyorlar. Yani bunlar dönemin gazetecileri… İşte bu döneme baktığımızda da bu tür yaftalamaların sıkça olduğu bir dönemdeyiz. Bunlar gelip geçer ama beraberinde ister istemez bir takım sıkıntıları da getiriyor. Can Dündar ile Erdem Gül ve onların durumunda olan diğer arkadaşlarımızı da sahiplenmek gerek. Bunlar ile birlikte toplum üzerinde bir korku yaratılmak isteniyor. Gazeteler toplatılıyor, el konuyor işte farklı bir dönemi yaşıyoruz. Ama şunu tekrar söylemek lazım ki eğer bugün hükümet yetkilileri cemaatleri şikâyet ediyorsa eğer hükümet yetkilileri Güneydoğuda yaşananları şikâyet ediyorsa her iki olayında büyümesinin sorumluları olduklarını unutmamaları gerek.
Korkuyor musunuz böyle bir süreçte gazetecilik yapmaktan?
Asla, asla. Hiçbir zaman korkmadım.
“BAZEN RÜYALARIMA BİLE GİRİYOR AMA YİNE DE…”
Çünkü ne zaman ne olacağı belli olmuyor, gazeteciler için çok zor bir dönem…
Hırsızlık yapmıyorum, yolsuzluk yapmıyorum, çalmıyorum, çırpmıyorum. Neden korkayım? Sadece işimi yapıyorum. Ha doğru rüyalarımıza giren olaylar da var, samimiyetle söylemek gerekirse, bazen umutsuzluğa kapılıyorum ama şimdi böyle oluyor diye gazetecilikten bir adım geri atıyor musun diye sorsalar; yemin ederek söylüyorum asla atmam, atmıyorum. Niye atayım, ya niye?
“NE KİMSENİN MUHALİFİYİM NE DE HÜKÜMET KARŞITI”
Sonuçta bedel ödemek var…
Ben yalan şeylerle, insanlara iftira etmiyorum. İftira etmediğim için de belgeleriyle bilgileriyle rahat bir biçimde olayların üzerine gitmeye çalışıyorum. Ben hiç kimsenin muhalifi veya hükümetin karşıtı veya bilmem kimin karşıtı filan değilim. Ben sadece gazetecilik yapıyorum.
“SÖZCÜ MUHALİF DEĞİL, GERÇEK GAZETECİLİK YAPIYOR”
Ama çalıştığın gazete çok sert, ayrıca muhalif bir gazete ve o gazetenin Ankara temsilcisi olduğunuzu hatırlatayım…
Hayır, sert falan değil, sadece olanları yazıyoruz. Artık herkes gerçekleri cesurca yazmayınca, yazamayınca bizim yaptığımız göze batıyor, habercilik yapınca da muhalifmişsiniz gibi görünüyorsunuz. Ankara’da gazetenin yazarıyım aynı zamanda temsilcisiyim çok samimiyetle söylüyorum, biz sadece habercilik yapıyoruz, halktan da doğru haberciliğin karşılığını tirajlarla alıyoruz.
Bu çok zor bir görev, Ankara gibi bir yerde gazetenin temsilcisi olmak zor değil mi?
Hayır, çok kolay. Niye zor olsun. Haberin merkezi burası zaten.
Her yere girebiliyor musun? Mesela bakanlıklara, başbakanlığa vs. Sürekli akreditasyon sıkıntısı yaşıyorsunuz diye biliyorum ben.
Giremeyebiliriz ama biz gazeteciliğimizi yine yaparız, yapıyoruz da. Biz bakanlıklara giremiyoruz diye gazeteciliğimizi yapmayacak mıyız? Olanı yazıyoruz. Gerekli bilgileri belgeleri yine topluyoruz.
“TÜM BASKILARA RAĞMEN GAZETECİLİĞİMİZİ YAPIYORUZ”
Kolay mıdır hiçbir yere giremeden bilgilere ulaşabilmek?
Şimdi bakın Cumhurbaşkanlığı’na giremeyiz, Başbakanlığa giremeyiz, bakanlıkların çoğuna giremeyiz, böyle bir süreçte yaşıyoruz ama bu bizim gazeteciliğimizde bir gerileme olduğu ve gazetecilik yapamadığımız anlamına gelmiyor. Biz daha çok olan bilgileri, mevcut hükümetin uygulamalarını farklı boyutlarını gündeme getiriyoruz. Yani renkli bir tablo çizmek yerine olup bitenleri kimseye hakaret etmeden…
“MUHALİF DEĞİLİZ, OLANI YAZIYORUZ”
Agresif bir dil kullandığı söyleniyor Sözcü’nün… Türkiye’nin en muhalif gazetesi ama bunu da kabul etmek lazım.
Biz sadece olanları yazdığımız için muhalif görülüyoruz. Yani diğer gazetelerin de yapması gereken bu aslında. Olan bir şeyi yazıyoruz, kimseye karşı bir iftiramız, hakaretimiz olmadı. Bizim desteklediğimiz herhangi bir parti de yok.
“HİÇBİR ZAMAN GAZETECİLİĞİMİZDEN TAVİZ VERMEDİK”
Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın gazetecilere yönelik üslubunu konuştuk tamam sert; ama maşallah sizinki de ondan pek aşağı değil, her ne olursa olsun, bir ülkenin Başbakanı’na, Cumhurbaşkanı’na ismiyle hitap etmek doğru mudur? Mesela Eyy Tayyip demek?
Geçmiş dönemde de Türkiye’nin önde gelen gazetelerinde aynı manşetler atılıyordu. Bu gazetenin ve okuyucunun tercihidir. Gazetemizin değerli, yetenekli, bir yazı işleri kadrosu var. Bu kadro, Türkiye gündemini eldeki bilgileri, belgeleri veya dünyadaki gelişmeleri son derece yakından izliyor ve gündeme göre gazetenin çatısını kuruyorlar. Bu çatıda gazetenin Ankara bürosu her gazetede olduğu gibi önemlidir. Bizim hakkımızda açılmış ne bir mahkeme kararı var, ne de farklı bir konu yoktur. Biz sadece doğruları yazıyoruz. Doğruları yazdığımız zaman, bu doğrular bazen acıtabiliyor ancak biz bu doğruları yazmak zorundayız. Şunu samimiyetle söylüyorum, ben yıllarca Hürriyet gazetesinde çalıştım. Cem Uzan döneminde Star gazetesinde çalıştım. Daha önce Dinç Bilgin döneminde Sabah gazetesinde çalıştım. Hiçbir zaman gazeteciliğimizden taviz vermedik. Biz o zaman oralarda nasıl bir habercilik anlayışı yürüttüysek bugün de burada aynı anlayışla devam ediyoruz. Bunun altında kimse başka bir şey aramasın. Biz sadece haberciliğimizi yürütüyoruz.
“CEMAATLE BU GAZETEYİ BAĞDAŞTIRMAK AHLAKSIZLIK”
Bir ara Sözcü'ye Cemaatin Truva atı denilmişti?
Bu söylemler hakikaten komik. Bu tür söylemler aslı astarı olmayan uyduruk iddialar. Gazetecilikten başka bir işimiz yok bizim. Kimseyle de ilişkimiz yok… Türkiye’nin en önemli ve değerli keskin kalemlerinin yazılarının yayınlandığı bir yerde bizi cemaatle veya başka örgütlerle yakıştırmak hiç doğru bir şey değil. Emin Çölaşan, Uğur Dündar, Bekir Coşkun, Yılmaz Özdil, Necati Doğru, Mehmet Türker, Rahmi Turan gibi Türkiye’ye mal olmuş usta gazetecilerin bulunduğu bir kurumu cemaatle bağdaştırmak hiç yakışık almayan bir söylem ve ahlaksızlık. Kötü ve komik bir iftira…
“BUNU SÖYLEMEK BİZE EN BÜYÜK HAKSIZLIK”
Hep iktidara vuruyor ya Sözcü, peki bu iktidarın yaptığı hiç mi iyi bir şey yok?
Biz her şeyi yazarız, iyi şeyleri de kötü şeyleri de. İyi bir şey olsa Türkiye bu duruma gelir miydi? Güneydoğu’da 13 yıl önce ilçelerin silah merkezi haline getirildiği silah deposu haline getirildiği söz konusu muydu? Asla değildi. Şimdi köprüler, yollar yapılıyor bunlar güzel şeyler ama biz olayların farklı boyutlarını ele alıyoruz. Mesela havaalanı yapıldıysa yandaşı kayırmak için şu ihale yapıldı diyoruz veya köprü yapıldıysa şu şu yüzden şu iş adamına iş, ihale verildi diyoruz. Güneydoğu’da yapılan HES barajları var. Devletin 700 milyar lira zarara uğratıldığını hiçbir gazete yazmıyor mesela ama biz her zaman bunları da yazıyoruz. Eleştirdiğimiz ve yazdıklarımızın önemli bir bölümü devletin resmi belgelerinden ele alınarak yazılmış şeylerdir. Bunların arasında Sayıştay’ın raporları, soru önergelerine verilen cevaplar da var. Bunları da yazıyoruz ama hükümetin hiçbir şeyini yazmıyoruz demek de bize haksızlık yapılmış olur. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanların yaptığı konuşmalar gazetemizde yer alıyor. Bir gazete de daha ne olmasını beklersiniz?
Sözcü için mahallenin zıpkın delikanlısı deniliyor? Katılıyor musunuz?
Ben öyle görmüyorum. Biz sadece gazetecilik yapıyoruz.
“TÜRKİYE’NİN SÖZCÜSÜYÜZ”
Kimin ya da kimlerin sözcüsüsünüz?
Atatürk, Laiklik, demokrasinin daima sözcüsüyüz. Biz Türkiye’nin sözcüsüyüz.
“PATRONUMUZ İŞADAMI OLMADIĞI İÇİN ÖZGÜRÜZ”
Türkiye’de böylesine sert muhalefet yapan gazeteler nerdeyse kalmadı, durum böyle olunca haliyle tüm gözler de Sözcü’nün üzerinde oluyor. Tirajlarınız da hayli iyi. Peki, hiç tereddütleriniz yok mu; bir gün sizin de kapınızı çalarlarsa, kayyumundan tutun vergi operasyonlarına kadar, hatta bir ara “Susmayacağız” diye bir manşet atılmıştı, Sözcü'ye de bir operasyon söylentisi olmuştu.
Biz burada özgür gazetecilik yapıyoruz. Gazetemizin sahibinin gazetecilik dışında hiçbir faaliyeti yoktur, onun için gazeteciliği özgür biçimde ilerletiyoruz. Bizim gazetemize el konulacakmış şeklinde saçmalıklar ortaya atılmıştı bir ara eğer Türkiye bir hukuk devleti ise bize neden el konulacak, biz ne yapmışız ki? Biz gazetecilik dışından herhangi bir şey yapmadık. Biz o yüzden susmadan, yılmadan gazetecilik görevimizi yerine getiriyoruz.
“BİZİ ONLARLA YAN YANA GETİRMEK HAKSIZLIK”
İpek Grubu kapatıldı, yerinde yeller esiyor, Zaman grubuna kayyum atandı. Samanyolu'nda programlar yapıyordunuz orası da kapatıldı. Tüm bu olanlarla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Şu anda onlarla ilgili bir terör örgütü suçlaması var ve soruşturma yürütülüyor. Sapla samanı karıştırmamak lazım. Allah korusun bizim zaten öyle bir durumla suçlanmamız söz konusu olamaz. Baktığımız zaman o kapatılan medya organları hükümetin en gözde gazeteleriydi. Bizimle o medya gruplarını yan yana getirmek bize büyük haksızlık olur.
“TÜRKİYE İÇİN KAPANAN HER KANAL VE GAZETE KAYIPTIR”
Samanyolu'nda program yapıyordunuz, Şartel indirildi orada da. Üzgün müsünüz?
Ben şu duruma üzülüyorum; Samanyolu’na baktığımız zaman muhalif çizgide bir yayın organıydı. Hükümetle birlikte yürümüş hatta AKP’nin bu noktalara taşınmasında çok büyük rol alan yayın organlarıydı, Bu tür yayın organlarının farklı bir kulvara girmesi hükümeti rahatsız etti. Tabii ki bu kanalların kapatılması Türkiye için bir kayıptır. Ben kapanan her gazete için üzülürüm.
“HER GAZETENİN KAPANMASI İÇİMİ SIZLATIR”
Radikal için de üzüldünüz mü?
Dedim ya kapanan her gazete için üzülürüm, her gazetenin kapanması benim içimi sızlatır. Gazeteler doğar, büyür ama toplumda yıllarca gazetelerin yazdıkları kimilerinin arşivindedir, kimilerinin dosyalarında yer almaktadır. Bunların yaşamaları lazım. Mesleki yönden bakıldığı zaman ben içimden şunu isterim. Ne kadar çok gazete olursa ne kadar çok rekabet ortamı olursa biz de bu durumdan bir o kadar memnun oluruz.
Sizin gazeteyi diğer gazetelerle karşılaştırdığınızda ne görüyorsunuz?
O gün gazetelerde yer alması gereken haberlerin farklı gazetelerde özellikle hükümete yakın politika sürdüren gazetelerde görmeniz mümkün değil. Sözcü’de Türkiye’de olması gereken, yayınlanması gereken her haberi görüyorsunuz. Şunu da belirtmek gerekir ki; Türkiye çapında çok büyük bir muhabir ağımız yoktur ama buna rağmen bizi sürekli destekleyen okuyucularımız mevcut. En çok yardımı bize okuyucularımız göstermektedir. Biz okuyucumuza güveniyor, okuyucumuz da bize güveniyor.
“TÜRK BASINI” DEMEMİZ GEREKİYOR AMA…
Türkiye'de medyanın en büyük sorunu ne? Nasıl görüyorsunuz medyayı?
Yandaş-candaş diye bir söylem oluştu. Böyle bir şey olabilir mi? Göğsümüzü gere gere şunu söylememiz gerekir; “Türk basını” dememiz gerekiyor. Türk basını tamamen parçalanmış, ortak bir noktası olmayan yapıda şu an. Böyle bir yapı içerisinde şu medya, bu medya söylemleri olduğuna göre Türk medyasının içinde bulunduğu durum iyi değil.
“MEDYANIN EN KÖTÜ DÖNEMİ”
Geçmiş dönemlerde nasıl medya peki. Bugünle karşılaştırdığınızda neler söylersiniz?
12 Eylül darbe döneminden, 28 Şubat dönemine kadar hangi dönemi sorarsanız sorun, basın hiçbir dönem bu kadar kötü değildi. Basın üzerinde hiçbir zaman bu kadar baskı yoktu.
Ankara’da Sözcü'ye bakış nasıl?
Bizim büromuz tüm okuyucularımızın her zaman gelip gittiği bir noktada yer almakta. Okuyucularımızdan kim ararsa kim sorarsa herkesle görüşürüz. Bizim kapımız herkese açık.
“BİZİM DEVLET BÜYÜKLERİYLE BİR MESELEMİZ YOK”
Cumhurbaşkanı’nın çok sık hedefinde olan bir gazetedesiniz. Genelde paçavra diyor sizin gazeteniz için? Kendisiyle yan yana gelmek ister miydiniz? Gelseydiniz ne sormak isterdiniz ve uçağında olmak ister miydiniz?
Bizim asla Cumhurbaşkanı’nın uçağına binmeyelim, Başbakan’ın yanında olmayalım gibi bir derdimiz yoktur. Baktığınız zaman Ankara’da AKP’nin bir kongresi var, biz neden gitmeyelim bu kongreye? Gitmeme gibi bir lüksümüz de olamaz zaten. Cumhurbaşkanı davet ediyorsa ya da gezilerinde bizi akredite ederlerse biz neden gitmeyelim? Ama etmiyorlar tabii biz gitmesek bile ajanslardan alıyoruz Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın haberlerini yine kullanıyoruz. Bizim devlet büyükleriyle bir meselemiz yok.
Cumhurbaşkanına ne sormak isterdiniz?
Konuları gündeme göre sormamız gerekir. Birdenbire ben şunu soracağım diye bir şey söz konusu olamaz. Geçmiş dönemde de daha önce çalıştığım gazeteler de Cumhurbaşkanı’nın uçağına bindim, defalarca değişik yerlere gittik. O zaman ne soruyorsak şimdi de aynı şeyleri sorarım. O zaman soramadığım soru yoktu. Şimdi de soramayacağım soru yok. Gündemdeki konu neyse onu sorarım.
“ÖYLE BİR ÖZGÜRLÜK YOK”
İktidarın medyaya bakışını nasıl buluyorsunuz. Var mı bir basın özgürlüğü sıkıntısı?
Türkiye’de basın özgürlüğünün olmadığını, özgürlüğün olmadığı yerde de tarafsızlığın olmayacağını söylemek gerekiyor.
“AYDIN DOĞAN’A YAPILANLARI KINIYORUM”
Son günlerde çok sık hedefteler, Doğan Grubu ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Ben Doğan Grubu'nda şanımla şerefimle toplam 23 yıl çalıştım. Lise yıllarıma gittiğim zaman Doğan Haber Ajansı’nın adı Hürriyet Haber Ajansı'ydı. Ben Hürriyet Haber Ajansı’nda gazeteciliğe başladım. Hürriyet ve Doğan grubunda çalışmak her zaman güzel ve ayrıcalıklıdır. Aydın Doğan’ı köşeye sıkıştırmak adına ticari işleri sebebiyle sürekli olarak da hükümete yakınlığı ile bilinen gazetelerin iftiraları ile karşı karşıya bırakılmakta. Bu zor günleri de Aydın Doğan’ın aşacağına inanıyorum. Aydın Doğan’a yapılanları da kınıyorum.
Hürriyet'i nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’nin en önemli gazetelerinin başında geldiğini kimse inkâr edemez.
“REZA ZARRAB ÜLKEYE BÜYÜK BİR KATKI SAĞLADI ÇÜNKÜ…”
Reza Zarrab olayı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’nin gündeminde yer alan konulardan biri. O olay Türkiye’de dört dörtlük soruşturuldu mu? Hayır, peki neden? Olayı soruşturan Cumhuriyet savcısından soruşturma alındı, olayı soruşturan polis müdürleri cezaevinde, bir kısmı da meslekten ihraç edildi. Olayla ilgili olarak bütün dokümanlar ortada olmasına rağmen bunlar yaşandı. Böyle bir olayın içerisinde bakanlarınızı yerlerinden eden, bakan çocuklarının tutuklanmasına yol açan bir olayda hiçbir şey yoktur diyerek sadece olaya cemaat vs. diyerek sıyrılmak mümkün değil. Bu olay bir kolaycılıktır. Reza Zarrab olayında bu kişinin yurtdışına gitmesi şöyle yorumlandı; orada dosyası var. Şunu unutmayalım hukuk sisteminde şu vardı; Reza Zarrab yurtdışına gitse de Türkiye’de kalsa da o dosya bizde kalacaktı. Vekil ülkelerin aradıkları kişilerle ilgili yargılama sistemi diye bir şey vardır. Dolayısıyla gıyabıyla yargılanırlar. Cem Uzan hakkında da yurtdışında değişik davalar açılmıştı. Üstelik de Türkiye’de olduğu dönemdeydi. Bunun gibi Reza Zarrab olayı tabii ki Türkiye’de bir takım işlerin nasıl döndüğünü, ülkede bakanlarımızın rüşvet aldıklarının ortaya dökülmesi açısından, Türkiye için iyi oldu diye bakıyorum. Böyle olayların gündeme çıkmasında Reza Zarrab ülkeye büyük bir katkı sağlamış ve Türkiye’nin önünü açmıştır.
“DIŞ POLİTİKADA BAŞARILI DEĞİLİZ”
Dış politika da çok gündemde. Ne düşünüyorsunuz?
Ülkemizin dış politika anlamında çok da başarılı olduğu söylenemez. Suriye tarafından baktığımız zaman Türkiye’nin Suriye ile ilgili bir sorunu yoktu. İran ve Irak’la da bir sorunumuz yoktu. Komşularımız ile eğer aramızda sorunlar yaşanmaya başlandıysa iki ülke arasında bazı noktalarda savaş durumunun bile gündeme geldiği olaylar yaşanıyorsa demek ki dış politikada başarılı değiliz. Dış politikada Dışişleri Bakanı’nın gelenekselleşmiş, köklü bir izlediği politika vardı. Eğer siz bu politikayı yok sayarsanız bazı danışmanların lafları ile hareket ederseniz dış politika da tam anlamıyla bir çıkmaza girersiniz. Bu politikayı düzeltmek de yine dış işleri bürokratlarına düşmektedir.
Bu güzel röportaj için size teşekkür ediyorum….