SAVAŞ BİTTİĞİNDE KİMİ ÖLÜ SAYAR KİMİ PARA!
Suriye ile savaşmaya hazır mıyız? Kamuoyu onaylıyor mu? Savaş bittiğinde ve Batı orduları gittiğinde bize ne olacak? Murat Tolga Şen yazıyor.
Adına “bilgi bombardımanı” dedikleri şey var ya hani, yaşadığımız
günlerden fena alışık olduğumuz. Her yerden bir ses, bir yazı…
Meseleye hakim olayım derken detaylar bataklığında boğulup
anlamaktan uzaklaşıyoruz ve en zeki olanlarımız bile bu şekilde
manipüle edilmeye açık.
Yazıya iliştirdiğim fotoğraf Irak savaşından. Kitle imha silahı
aramaya gidip çil çil altınlar bulan Coninin gözlerindeki mutluluk
ibret verici!
Malum, şimdi de sınır komşumuz Suriye üzerinde savaş rüzgarları
esiyor. Batı orduları bir kez daha özgürlük ve demokrasi getirmek
için yola çıktı, bahane aynı; Esed/Esad kendi halkına karşı
kimyasal silah kullandı ve cezalandırılması gerekiyor.
Öyle mi gerçekten? Batı bu kadar iyi, doğu bu kadar zalim mi ve biz
neredeyiz?
Batılı ülkeler iki büyük dünya savaşından sonra dünyanın gerisini
ekonomik olarak sömürmenin daha karlı ve daha kansız olacağına
kanaat getirdiğinden beri bir yerlere demokrasi götürüyor,
getiriyor. Adeta pizza servisi yapar gibi. Çağır, gelsin
“30 dakikada kapında”. Oysa bahanelerinden sıyrıldığı vakit görünen
çıplak gerçek o kadar farklı ki!
Sanırım sistem tam olarak şu şekilde işliyor;
İlk aşama tohumlama: senin toprağın olmayan bereketli yerlerde
diktatörler yaratırsın, elindeki güçlü silah sanayiinin köhneleşmiş
kısmı bu diktatörün kendi monarşisini kurması için yeterli
olacaktır.
Daha sonra çimlenme ve büyüme sürecine geçilir. Diktatörü ve
ailesini bir süre rahat bırakırsın, onlar da senin sağladığın
imkanlarla halkı ve ülkeyi iliğine kadar sömürür ve tüm zenginliği
kendi çevresinde toplar.
Son aşamada artık dikilip büyüyeni biçme zamanı gelmiştir. Diktatör
ülkesini sömürüp semirirken itiraz eden yurtseverler olur elbette.
O da mecburen, bazen de tercihen, iyice zorbalaşır ve sonra sen,
’insanlığı’ bahane ederek, asıl güçlü silahlarınla ve ordunla
ülkeye girip diktatörü devirirsin, tüm o zenginliğe el koyar,
ülkene taşırsın! Canın isterse bunu çokuluslu bir partiye bile
çevirebilirsin. Oyuncuların hepsi gelişmiş ülkelerdir elbette.
Üstelik bütün bunları yaparken yıllardır ezilmiş olan ülke halkı da
alkışlar seni, avuçları patlarcasına...
Sonra ne olur? Ne olacak! Onlar ölülerini gömerken sen paralarını
sayarsın. Ardında ipleri elinde başka bir canavar bırakır ve her
şeyi kendine almaya devam edersin. Savaş en kanlı ve karlı
ticarettir.
Savaşlar olmadan İmparatorluklar kurulamazdı, şimdi de batılı
çocuklar obez gıdalarıyla beslenip kaykay parklarında takılsınlar,
kask kameralarıyla havalı outdoor videoları çeksinler ya da eliyle
apış arasını tutmadan şarkı söyleyemeyen Disney bebelerini
dinleyerek coşsunlar diye doğunun kara çocuklarının ölmesi
gerek.
Ölüyorlar da… Rüyalara bile girmeyen hayaletler gibi
gidiyorlar.
Peki, bu ahval ve şerait altında biz ne yapıyoruz? Doğu ile batı
arasındaki köprüyüz güya… Biz nedense bu kez öldürmek için
hepsinden hevesliyiz. “Biz de gelelim n’olur yaa” yalvarışları
içinde savaş çıkmasını bekliyoruz. Tuhaf bir ülke olduk çıktık.
Mısır’da öldürülen Müslümanlara ağlayıp Suriye’ye Müslüman
öldürmeye gidenlerin peşine takılıyoruz. Neden? Belki de Başbakan
ve yanındakiler her “Müslüman” dediğinde biz onu “Sünni” olarak
anlamalıyız! Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti apaçık
mezhepçilik mi yapıyor?
En son bizi ilgilendirmeyen bir savaşa girdiğimizde takvim 17 Eylül
1950’yi gösteriyordu. Sözler ve vaatler yüzünden 5090 yoksul
Anadolu insanı 7.000 KM ötede savaştı. Soğukta, karanlıkta, en ön
cephede, Conilerin kaçışını kolaylaştırmak için Kunu-ri’de süngü
savaşına çıktı. 5000 canın 721’i şehit düştü, 2.147’si yaralandı,
346’sı hasta oldu, 234’ü esir… 175’inin ölüsüne dirisine bile
ulaşılamadı, kayıp dendi!
Suriye’de savaş çıkabilir ama bu bizim savaşımız değil.
"Ağlamasın!" denilen Anadolu anaları çocuklarını başkasının
toprağında düşsün diye değil, okusun büyük adam olsun, kendi
topraklarını ekip biçsin, çocuklarına analık babalık yapsın diye
doğuruyor.
Peki, savaş bittiğinde ve Batı’nın orduları gittiğinde bize ne
olacak? Yeni Osmanlı rüyaları görmeyin boşuna, öyle bir ihtimal yok
artık bu coğrafyada...
Son söz; istikbalimizi kimseye ipoteklemiyoruz. Ülkeyi bizim
vekaletimizle idare edenlerin dikkatine!
MURAT TOLGA ŞEN / [email protected]