Medya
12 Mar 2010 08:42 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:09

SALİH TUNA'NIN MERHAMET DUYGULARINI HANGİ YAZAR KABARTTI?

Tabiri caizse "brüt" bir insan evladı o; nasıl desem "total" bir şey. Daha doğrusu, enteresan bir "karışım."

Sana iki ay kimse çakmasın kafayı yersin!

Tabiri caizse "brüt" bir insan evladı o; nasıl desem "total" bir şey. Daha doğrusu, enteresan bir "karışım."

Evet, karışım, "bileşik" değil.

Zira "bileşikleri" meydana getiren "elementler" özelliklerini kaybederler. (Halbuki birazdan adını vereceğim "elemanlar" N.Ş.A’da şahsiyetlerini sürdürüyorlar.)

Çok mu "kimyasal" oldu; peki, "romana" ne dersiniz?

Aziz Nesin, Zübük adlı ünlü romanında, Zübükzade İbraam Bey’in zübüklüğünü, birçok insanın içinde barındırdığı potansiyel "zübüklüğün" yansıması olarak anlatır ya, "bizimkisi" de o hesap!

Bir miktar Mustafa Mutlu saflığı...
Bir miktar Melih Aşık derbederliği...
Bir miktar Can Ataklı celadeti...
Bir miktar Nuray Mert izansızlığı...

Bir miktar M. Yakup Yılmaz solculuğu...(Bu Yakup 12-13 yaşından beri sosyalist olduğunu söylemiştir ki; tek başına bu bile sosyalizmin Türkiye’deki talihsizliğini açıklamaya yeter.)

Bir miktar Soner Yalçın tecessüsü...
Bir miktar Oray Eğin delikanlılığı...
Bir miktar Özdemir İnce şaşkınlığı...
Bir miktar Serdar Turgut malumatfuruşluğu...

Bir miktar Ahmet Hakan çeşitliliği...

Bütün bunların karışımı olsa da, "bizimki" alayından daha kurnaz, alayından daha "kıvrak", alayından daha "çeşit" bir insan evladıdır.

Evet, bildiniz, Ertuğrul Beyciğimden bahsediyorum.

Bazı okurlar bırak şunun yakasını diyorlar.

Haklılar.

Tutulacak yakası da kalmadı zaten.

Lakin bugün çok farklı bir nedenle "çakacağım" ona.

Daha evvel kızdığımdan çakardım; şimdi acıdığımdan, merhamet ettiğimden!

Dünkü yazısında, "Ben böyle yazdım ya dönüp bana bir güzel çakacaklar!.." diyor ya, zannetmeyin ki, şekvacı olduğundan. "Gelin bana bi güzel çakın" demek istiyor.

"Kaşım, gözüm zaten patlamış, kafam yarılmış..." diyerek de, "Bakın, boşa çakmıyorsunuz, işe yarıyor" yollu kurnazca tezgâh açıyor.

Değilse, kendini acındırmak istiyor demektir.

Şayet buysa, hiç gerek yoktu.

Zira (en azından ben) bir süreden beri acıyorum ona: Nehrin kenarında, hayattan el etek çekmiş akil adam ayaklarına yatışına; sürgünde genel yayın yönetmeni edalarına; "bıkkınlar yürüyüşü" hallerine falan...

Kılıçdaroğlu’nun çark edişini, yani, kıvraklığını görünce, daha da acıdım tabii!

Çünkü yılanın belini kıracak kadar kıvrak olduğunu vaktiyle söylemiş olsa da, Kılıçdaroğlu’nun eline su dökemeyeceği ortaya çıktı.

Baksanıza Kılıçdaroğlu’nun maharetine: Baykal’ın balyoz gibi lafını göğsünde yumuşatıp nasıl da ağlara gönderdi. (Kendi kalesine olsun canım. Balyozu bile göğsünde yumuşatacak kadar kıvrak ya, siz ona bakın.)

Zaten "bizimki" de Kılıçdaroğlu kadar kıvrak olsaydı, geçmişle hesaplaşma sadedinde, "Vay şerefsiz" ayıbından dolayı yanlış yaptığını söyler söylemez, Ahmet Kaya da yanlış yapmıştı, demezdi.

"TRT Şeş"in arz–ı endam ettiği bir dönemde, Ahmet Kaya’nın (Magazin Gazetecileri Derneği’nin düzenlediği ödül töreninde) yeni çıkaracağı albümde bir Kürt şarkısına yer vereceğini söylemesini hâlâ "yanlış" tesmiye etmek nasıl bir şeydir?

Her şeyden evvel, o kadar da "kıvrak" olmadığının ispatıdır bu!

Yahut...

Kıvrağın önde gideni de, kibir ve gururu elvermiyor.

Ne olursa olsun artık ona acıyorum!

Üstelik eline fırsat geçtiğinde, fırınlara bile, "bunlara ekmek vermeyin" diyeceğini adım gibi bildiğim halde.

Salih Tuna/Yeni Şafak