Salih Tuna'dan Cemil Barlas'a Yeni Şafak yanıtı: Saygın yazarları Türkiye'nin birikimidir!
Gazeteci Cemil Barlas "Yeni Şafak'ta Salih Tuna dışında insan yok" demişti. Salih Tuna o sözlere bugün bir kez daha yanıt verdi.
Salih Tuna, yazarlığını sürdürdüğü Yeni Şafak gazetesiyle ilgili
olarak "Her gazetenin patronları vardır; bizim dava arkadaşlarımız,
dava abilerimiz var. Yeni Şafak'ın patronları fakir için tee
üniversite yıllarından beri böyledir. Zaten 28 Şubat'tan 17-25
Aralık'a, Gezi'den 15 Temmuz'a kadar nasıl mücadele ettikleri de
herkesin malumudur. Ayrıca saygın yazarları da Türkiye'nin
birikimidirler" dedi.
Türkiye'de parlamenter sistemi bitiren "cumhurbaşkanlığı hükümet
sistemi"nin yüzde 48.6 "hayır" oyuna karşılık yüzde 51.4 "evet" oyu
ile kabul edildiğinin açıklanmasıyla sona eren halk oylamasına
giden süreçte, "Evet" ve "Hayır" kampanyalarına iktidara yakın
medyanın ileri sürdüğü "AKP içinde 'gizli hayırcı'lar var" iddiası
da damga vurmuştu. Söz konusu iddia kapsamında bazı Yeni Şafak
yazarları da "gizli hayırcılık" ile suçlanmıştı. Suçlamaların
odağında Aydın Ünal, eski Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk,
İsmail Kılıçarslan ve gazetenin Genel Yayın Yönetmeni İbrahim
Karagül yer almıştı.
Gazeteci Cemil Barlas da Yeni Şafak'a yönelik olarak "Salih Tuna
dışında insan yok içinde" demişti. Barlas'ın söz konusu ifadesine
Tuna'nın ilk yanıtı "Yeni Şafak'ta iyi insanlar var" olmuştu.
Salih Tuna'nın "Bekledim de gelmedin…" başlığıyla yayımlanan yazısı
şöyle:
"Kanlı Noel” (1963) olaylarını konu edinen bir senaryo çalışması
için 90'lı yılların başında Kıbrıs'a gittiğimde bizzat
tanıklarından dinlemiştim.
Neyi mi?
Rum mezalimine son vermesi için “karşı yakadan” Türkiye'nin
müdahalesini bekleyen Kıbrıslı Türklerin moralini bozmak için
Rumlar radyodan fasılasız şu şarkıyı çalarlar:
“Bekledim de gelmedin
Sevdiğimi bilmedin
Gözyaşımı silmedin
Hiç mi beni sevmedin
Söyle, söyle hiç mi beni sevmedin…”
Bu Nihavend şarkıya Kıbrıslı Türkler şu Rast makamındaki şarkıyla
karşılık verir:
“Bu kadar yürekten çağırma beni
Bir gece ansızın gelebilirim
Beni bekliyorsan, uyumamışsan
Sevinçten kapında ölebilirim…”
Malumunuz, Rumlar “bekledim de gelmedin” şarkısıyla dalga
geçerlerken, Türkiye “bir gece ansızın” Kıbrıs'a çıkarma yapmış,
merhum Erbakan'ın ifadesiyle, Türk jetleri Rumların ensesine
binmiştir.
Hem de ABD ambargosuna rağmen!
Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın, “Bu milletle oyun oynanmaz.
Herkes görecek. Vakti saati geldiğinde ne yapacağımızı biliriz: Bir
gece ansızın gelebiliriz” şeklindeki ifadesi bana bunu
çağrıştırdı.
Yani, angajman kuralı gereğince parolamız ortaya konmuştur: “Bir
gece ansızın gelebiliriz.”
Lakin, “stratejik müttefikimiz” ABD terör örgütü PKK / YPG ile
sınırımızda konuşlanmış vaziyette.
Hülasa, manzara-i umumiye, PKK'ya silah yardımı aşamasını çoktan
geçip “yanaşık düzen”e ulaşmış vaziyette.
Aylar öncesinden TVNet'te, “Türkiye için en kötü senaryo, ABD ve
Rusya'nın Suriye'de anlaşmalarıydı; maalesef bu senaryo
gerçekleşiyor…” demiştim.
Takdir edersiniz ki, bir sonraki aşamada, “Türkiye'de iç savaş”
için anlaşacakları muhakkaktır.
Neden mi?
Türkiye parçalanmadan, “İkinci İsrail” kalıcı şekilde kurulamaz da
ondan.
Son günlerde, ABD ile Rusya arasında Suriye'nin paylaşımı konusunda
(ABD'den kaynaklanan) kimi pürüzlerin çıkması mahut planın devre
dışı bırakılacağı anlamına gelmez.
Anlaşılan o ki pazarlıklar sürüyor…
ABD'nin dış politikası başkandan başkana değişmeyeceği gibi 5-10
yıllık projeksiyonlarla da çalışmaz.
En azından 11 Eylül 2001'den beri bölgeyi (yeni haritalar
dahilinde) dizayn etmek için bir planları var.
Evvela, Türkiye'ye kendi eliyle, “İkinci İsrail'i” kurdurmaya
çalıştılar.
Biliyorsunuz, sosyolojiyi hazırlama ihalesini, “nüfuz casusu”
mesabesindeki “sömürge aydınları” yüklenmişti.
Haklarını teslim edelim; efendileri adına iyi iş çıkarmışlar,
mesela, dindarlara bu zokayı “demokratikleşme” diye bi güzel
yutturmuşlardı.
Aklıevvel “Neo-İttihatçı” muhafazakarlar zaten dünden razıydılar.
Zira, “Madem ABD 'Kürt devleti' kurmaya kararlı, bari biz kendi
elimizle kuralım…” diyorlardı.
Yani, Perinçek'in 90'lı yılların başında savunup sonradan hata
yaptıklarını itiraf ettiği yerden gidiyorlardı.
Kestirmeden söyleyeyim: Erdoğan (“üçüncü tarafa” gönüllü aparat
olmak isteyenler başta olmak üzere) alayının masasını devirdi.
Malumunuz, “Tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek devlet”
diskurunu çekince de “diktatör” ilan edildi.
Şimdilerde CHP etrafında “mütareke masası” kurmak için yoğun çaba
içerisindeler.
Kamuoyunun Atatürkçü-ulusalcı olarak bildiği CHP milletvekili
Tuncay Özkan, “YPG Fırat'ı geçecek sen de mal mal bakacaksın” diyen
Demirtaş'ı Cuma günü hapiste ziyaret ettiğini, “adalet, özgürlük,
barış için müthiş düşünceleri” olduğunu, “Türkiye'nin onu can
kulağıyla dinlemesi” gerektiğini söyledi.
Demek ki, bağlama çaldırma görevini Ahmet Hakan'dan devralmış. Ne
diyelim, sağlık olsun. (Bu “bağlama”ya, 7 Haziran öncesi HDP'ye oy
dilenen Sözcü yazarlarından Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun desteğini
esirgemeyecektir.)
Proje (“bağlama” mı deseydik?) bununla sınırlı değil.
“Türkiye'nin Kürt politikası yok” diyenlerden “AKP'li fırıldaklara”
kadar herkes bu “mütareke masasını” kurma peşinde.
Ortak özellikleri tek: Erdoğan karşıtlığı.
Çünkü… Erdoğan demek… Müstevlilere boyun eğmemek demektir.
NOT 1: KHK ile televizyon programı kaldırmak doğru
değildir. Üstelik açık seçik şekilde cunta güzellemesi yapan, 15
Temmuz direnişçilerine küstahça ayar vermeye kalkışan diziler
dururken “arkadaş bulma” gibi magazin programlarıyla uğraşmak izaha
muhtaçtır. Bu tarz terörle alakası olmayan programlar RTÜK'ün
konusu değil midir?
NOT 2: Her gazetenin patronları vardır; bizim dava
arkadaşlarımız, dava abilerimiz var… Yeni Şafak'ın patronları fakir
için tee üniversite yıllarından beri böyledir. Zaten 28 Şubat'tan
17-25 Aralık'a, Gezi'den 15 Temmuz'a kadar nasıl mücadele ettikleri
de herkesin malumudur…Ayrıca saygın yazarları da Türkiye'nin
birikimidirler…