SALİH TUNA KİMİN TUTUKLANMASINDAN KORKUYOR?
Yeni Şafak yazarı Salih Tuna hangi ismin tutuklanmasından korktuğunu yazdı.
Tutuklanır diye çok korkuyorum!
Bugün size korkularımdan söz edeceğim; lakin bunlar topluma mal olmuş, tedavüldeki korkular olmayacak.
Sevr korkusu (isterseniz 'paranoya' deyin, fark etmez), ekonomik kriz, terör, salgın hastalıklar, katliamlar, savaşlar değil yani.
"Depremle yaşamaya alışmalıyız" darbımeseli galiba bu korkular için de geçerli.
Herkesin başındaki "ölüm korkusu" hariç ama!
Ölünce alışkanlıklar da bitiyor çünkü. ("Tam alışamadım; bir kez daha ölmem mümkün mü acaba?" diyemezsin ki Şinasi.)
Ölüm çok farklı şey!
Ölüm karşısında Sokrates kadar revnaklı sözler de etseniz işe yaramaz.
"Bir Hırsızın İtirafları"nın "Savunmam" bölümünde Sokrates'in yerinde olmayı çok istediğini belirten Woody Allen, uyuyakaldığında hep aynı düşü görür.
Cezaevindeki hücresinde ussal düşüncelere dalan Sokrates'in yerindedir. Ölmek istemediğini kırk dereden su getirircesine dillendirir.
Agothon, "Ama ölümün var olmadığını kanıtlayan sendin..." çıkışını yaptıktan sonra, "Ölümün uykuyla bir olduğu laflarını" hatırlatır.
Woody Allen, "Evet, ama arada fark var" karşılığını verir, "Ölünce biri 'herkes kalksın, sabah oldu' diye bağırdığı zaman terlik bulmak bayağı zor olur..."
Ölüm ve korku sadedinde en güzelini Necip Fazıl söyler: "O geldi mi ne var korkacak? / Korkular biter"
Lafı biraz daha uzatırsam korkularımı dercetmeye yerim kalma-yacak. Hiç değilse birkaçına değineyim:
Gazetemiz yazarlarından Prof. Yasin Aktay'ın bıyıklarını kesmesinden korkuyorum.
Çünkü o bıyıkların simgesel bir değeri var.
"İslamcılık" geldi geldi ve son direnç noktası mesabesindeki Yasin Aktay'ın bıyıklarına dayandı gibi gelir bana.
O bıyıklar kesilirse bir dönem budanmış (kesilmiş) olacak sanki.
Bu kıldan tüyden (hatta salakça) korkunun nedeni, son zamanlarda koca koca adamların bıyık kesme yarışına girmesidir belki. (Bıyıklı dönemleriyle bıyıksız dönemleri arasında belirgin bir duyarlık farkı da yok değil hani.)
Değerli üstadımız Yasin Aktay, Tezkire'den beri takip ettiğim, çok işlek bir zekaya sahip, son derece entelektüel bir şahsiyet.
Bilmiyorum; çok değer verdiğim için lüzumsuz hassasiyet göstermiş de olabilirim.
"Yasin Aktay'ın bıyıkları" başlıklı müstakil bir yazı yazarsam, meselenin Yasin'den ve bıyıktan ibaret olmadığını anlatabilirim sanıyorum. (Bu yazı yazıldığı sırada bilebildiğim kadarıyla bıyıkları duruyordu.)
Muhterem eşimin eski giysilerimi bir yoksula vermesinden çok korkuyorum.
Vah ki vah, korktuğum hep başıma geliyor!
Giysilerimle kurduğum ünsiyeti, yani yaşanmışlığı, o giysilerin bendeki hatırasını bir türlü anlatamıyorum.
"Üzerinde mi paralansın..." diyor da başka bir şey demiyor!
Bir yoksul bulup giysilerimi vermeyi veya çöpe atmayı maharet sayıyor.
"Bak sana aynılarından, yenisini aldım..." deyince tastamam nevrim dönüyor.
Yenilerine verdiği parayı o yoksullara vermesinin gerektiği hususunda diller döksem de sonuç değişmiyor.
Her defasında aynı tartışma nerdeyse aynı repliklerle tekrarlanıyor. (İnsanın yıllarını birlikte geçirdiği eski elbi-sesinin birden yok olması ne kötü be birader!)
Ertuğrul Beyciğimin tutuklanma ihtimalinden de korkuyorum.
Malumunuz 28 Şubat iddianamesi hazırlanıyor.
"Gerekirse silah bile kullanırız" manşetini kotaran genel yayın yönetmeni olarak görüşlerine başvurulacağı kuvvetle muhtemeldir.
İnşallah görüşlerini almakla yetinirler.
Ertuğrul Beyciğimi demir parmaklıklar ardında düşünemiyorum. (Zaten kimseciklerin tutuklanmasını, eşinden dostundan ayrı düşmesini istemem.)
Neşet Ertaş'tan Ahmet Kaya'ya mahpushane türkülerinin, Necip Fazıl'dan Nazım Hikmet'e zindan şiirlerinin içi boşalır diye de korkmuyor değilim.
Salih Tuna/Yeni Şafak