Salih Tuna Ergun Babahan'ı topa tuttu! Bir 'yandaş yazarın' aşırı hazin hikayesi!
Yeni Şafak gazetesi yazarı Salih Tuna bugün "Bir 'yandaş yazarın' aşırı hazin hikayesi' başlıklı yazısında Ergun Babahan'a sert sözlerle yüklendi.
Yeni Şafak gazetesi yazarı Salih Tuna'nın, bugünkü köşe yazısı "Bir 'yandaş yazarın' aşırı hazin hikayesi' başlığıyla yayınlandı.
Gazeteci Ergun Babahan'ı isim vermeden sert sözlerle eleştiren Tuna, 'Nasıl oldu bittiyse artık, bir sabah baktık ki 'yandaşlar' arasında kendine kallavi bir yer edinmiş. Tırmalayarak mı yerleşmişti, elinden birileri tutup mu getirmişti, yoksa her ikisi birden mi gerçekleşmişti, bilemiyorum. Benim bildiğim şuydu: 'Yandaşlık panayırında' kendine 'güzel' bir yer edinmişti' ifadelerine yer verdi.
İşte Tuna'nın bugünkü köşe yazısı:
Bir 'yandaş yazarın' aşırı hazin hikayesi
Nasıl oldu bittiyse artık, bir sabah baktık ki 'yandaşlar' arasında kendine kallavi bir yer edinmiş.
Tırmalayarak mı yerleşmişti, elinden birileri tutup mu getirmişti, yoksa her ikisi birden mi gerçekleşmişti, bilemiyorum.
Benim bildiğim şuydu: 'Yandaşlık panayırında' kendine 'güzel' bir yer edinmişti.
Aldığı maaş neydi bilmem, kimsenin de maaşını merak etmem; lakin sosyal medya şebeleklerinin 'dönem sizin döneminiz' diyerek küfrettikleri Yeni Şafak yazarlarından en az 5 kat fazla maaş aldığı kesindi.
Bilgi birikimi de bir Ömer Lekesiz'in binde biri değildi. 'Klas duruş' dersen, kıyaslamak bile Lekesiz'e hakaret olurdu.
Ama, Allah'ı var, güzel 'koşuyordu.'
TRT'den Kanal 24'e kadar bol kazançlı programlar, devlet erkanıyla o ülke senin bu ülke benim 'beleş' seyahatler gırla gidiyordu.
Velhasıl-ı kelam, hayat ona güzeldi.
Lakin kıskananlar, çekemeyenler, hasetçiler, yani, içinden geldiği 'darbesevici' çevresi ona geçmişini hatırlatıyordu.
Mesela, 'Aydın Doğan'a haber gönderip, beni işe alın; bu takunyalılarla, köylülerle çalışmak zoruma gidiyor' dediğini yüzüne vuruyorlardı.
Haliyle o da köpürüyor, nerdeyse Hasan Karakaya gücünde ağzını açıyor, 'hasetçilerine' demediğini bırakmıyordu.
Bununla da kalmıyordu.
İtiraf ediyordu!
Hadi itiraf demeyelim de, kendisiyle yüzleşiyordu. Fakat günahına girmeyelim, Cemal Hasan gibi bu işin (kitap marifetiyle) ticaretini yapmıyordu.
İtibar kazanmak, eski darbesevici çevresiyle arasına mesafe koyabilmek ona yetiyordu.
Kendisiyle nasıl mı yüzleşiyordu?
Mehmet Ali Birand'ın 'bizim yatacak yerimiz yok' ifadesiyle hülasa ettiği gibi hal-i pür melallerini dermeyan ediyordu işte.
Askerlerin direktiflerinin, dönemin Sabah gazetesi Ankara temsilcisi Fatih Çekirge üzerinden geldiğini, 'Şu paşayla görüştüm' diye arayınca askerlerin ne istediklerini anında anladıklarını söylüyordu: 'Dört yıldızlı uyarı, 'Komutanlar rahatsız' gibi manşetler atılmasını isterlerdi. Bu manşeti hangi generalin attığını bilemiyorum...'
Şu hale bakın!
28 Şubat sürecinde matine- suare hizmet veren 'Alo Fatih' hattına ağzını açmayanlar, maklubeci servisi 'Alo Fatih' üzerinden kıyametler koparttılar.
Ey mübarek insan evlatları, biz işte buna 'maklube yemek' diyoruz, etli pilava değil.
Neyse bu bahsi geçelim de, arkadaşın kendisiyle nasıl yüzleştiğine örnek vermeye devam edelim:
Erbakan - Çiller hükümeti kurulacağına dair manşet attıklarında, Dinç Bilgin'in, 'Oğlum, böyle bir şey mümkün olabilir mi? Aydın Doğan'la ben varım, buna izin vermeyiz' dediğini anlatıyordu. (Sayın Erdoğan işte bu güruhun hükümet kurup hükümet yıkma saltanatlarını yıktığı için 'sultan' veya 'diktatör' ilan edildi.)
Bir de, dönemin Sabah gazetesine Abramowitz'in çok sık gelip gittiğini, Erbakan'ın Libya ziyaretine ateş püskürdüğünü, 'Türk askerini tanıyamıyorum, sünepe olmuşlar, nasıl olur da buna tahammül ederler' dediğini de naklediyordu.
Merhum Erbakan'ın Libya ziyareti üzerinden kartel medyasının nasıl psikolojik harp başlattığını hatırlıyor musunuz?
Lafı dolaştırmadan söyleyecek olursak, 'Baş üstüne Abramowitz' dedikleri muhakkak.
Uzun lafın kısası, arkadaş kendisiyle güzel yüzleşiyordu.
İşleri de tıkırında yürüyordu, ta ki, 'Bu kupa Amerika'ya girsin' diyene kadar!
Fanatik Fenerbahçeliliğinin 'azizliğine' uğramıştı.
Evvela ben öyle demedim dedi:
Sonra, klavyemdeki harfler bozuk dedi; ben t harfini tıklıyorum r çıkıyor gibi yürek parçalayıcı tevillere saptı.
Olmadı.
Özür diledi; yine olmadı. (O dönemde değil kupa girsin, güzünün üstünde kaşın var demek kabil değildi. O kadar ki, Genelkurmay Başkanı bile olsan 'silahlı terör örgütü' kurmak suçundan içeriyi boylamak işten değildi.)
Star gazetesindeki yazılarına ara vermek zorunda bırakıldı.
İşin tuhafı, Gülen'in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından 'kupa girsin' dedikten sonra da iftara davet edildi.
Bilemiyorum, belki de, 'Kupa girsin' diyenleri bile kuşatacak kadar engin bir hoşgörüye sahip olduklarını göstermek istiyorlardı.
Star gazetesi bu kadar hoşgörülü olamadığı için olsa gerek kendi yazarıyla bütünüyle yollarını ayırdı.
Sizin anlayacağınız, o kupa döndü dolaştı... neyse, ötesini söylemeyeceğim.
Ne mi oldu?
Eski Türk filmi ifadesiyle, kader ağlarını ördü, o eski 'yandaş' arkadaş gitti 'muhalif' oldu.
Hatta bir nevi 'maklubeci' oldu.
Geçen gün bir yazısına göz gezdirdim, maklube malzemesinden geçilmiyordu.
Üzüldüm.