SALİH TUNA; AYDIN DOĞAN DA O ELBİSEYİ GİYECEK Mİ?
Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, bugünkü köşe yazısında Hürriyet'in bütün ağır toplarını bombardımana tuttu!
O kıyafeti Aydın Doğan da giyecek mi?
Bir gazetenin tarihinde, başörtüsüne özgürlük isteyen halka karşı, 'Topyekûn savaş' manşetleri varsa, o gazetenin en azından kılık kıyafet üzerinden psikolojik operasyon yapmaması beklenir.
Sadece gazeteler için değil, ülkeler için de bu böyledir.
Sözgelimi, Almanya hiçbir şekilde Yahudileri ötekileştiremez. Çünkü o korkunç '45 yangınının' failidir.
Antisemitizm iğrenç bir insanlık suçudur ve bütün insanlık, bütün ülkeler bu konuda hassas olmalıdır.
Bu suçu tarihte en korkunç en vahşi işleyen Almanya herkesten daha fazla duyarlı olmak mecburiyetindedir.
Yoksa...
Yahudileri ötekileştirmeyi ihsas eden en ufak eylemde bile soykırımcı geçmişleri yüzlerine çalınır; mavi gökyüzü onlara dar edilir.
Benzer şeyleri 'Ermeni tehciri' nedeniyle Türkiye için de söylemek mümkündür.
Zaten biraz da bunun için Hrant Dink cinayeti bin yıl geçse de örtbas edilemez. Biraz da bunun için Agos'un önünde hepimiz vurulduk. Biraz da bunun için 'Hepimiz Hrant Dink'iz' diye haykırdık.
Biraz da bunun için (Yeni Şafak gazetesi olarak) 'Hrantımıza kıydılar' manşetini attık.
Hürriyet gazetesi öyle mi ya!
Hrant'ı katledenleri 'okey çocukları' şeklinde aklamaya çalıştılar.
Ahmet Kaya'yı 'Vay şerefsiz' manşetleriyle öz yurduna hasret bırakıp, yadellerde ölüme dûçar ettiler.
Başörtüsünden dolayı üniversitelerden atılan öğrencileri savunan halkın kulağına kar suyu kaçırmak için 'Gerekirse silah bile kullanırız' manşetini attılar.
Ve, Meclis'te başörtüsü yasağının kalkması için yapılan oylamaya, '411 el kaosa kalktı' dediler.
Demokratik açılımların yapıldığı, vesayet rejiminin geriletildiği, CHP dönemi 'Dersim katliamından' ötürü, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan'ın özür dilediği bir dönemden geçtik...
Böylesi bir dönemde Hürriyet gazetesinin de 'darbesevici' geçmişiyle yüzleşip halktan özür dilemesi beklenirdi değil mi?
Boşunaydı beklediğimiz...
İlk fırsatta, Gezi olaylarını araçsallaştırarak eski usul psikolojik harp tekniklerine matine-suare döndüler.
Öyle sert bir dönüş yaptılar ki, döneme uygun bir Şevki Yılmaz bulmak telaşıyla, AK Partili bir ilçenin gençlik kolları başkanının, 'Anıtkabir'i yıkarız' dediğini iddia ettiler.
Çok geçmeden, 'Gezi algısı oralardan yürümeyecek' uyarısını almış olacaklar ki, tornistan edip 'çiçek çocukları' muhabbetine sardırdılar.
Sokak vesayetinin siyaseti esir alabilecek boyutta yerleşmesi, 'her şey sandıktan ibaret değildir' sözünün pratikte 'sandık da neymiş' halini alması için 28 Şubat sürecindeki gibi muntazaman çalıştılar.
Siyasi iradeyi tastamam sokağa mahkum etmek için devletin kolluk kuvvetlerini 'işgal gücü' gibi gösterdiler.
Tezviratta sınır tanımadılar: 'Çevreci' algısını yerleştirmeye çalıştıkları Gezicilere karşı şiddete başvuran polislerin, vicdan azabından bir bir intihar ettiğini günlerce yazıp çizdiler.
Gayeleri şu algıyı oluşturmaktı:
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, cumhuriyetin polislerine nasıl da böyle vicdan azabı çektiriyordu; bu Tayyip Erdoğan da az diktatör değildi!
Mahut algı için en sonunda Ayşe Arman'a 5 polis buldular. Bu polislerden biri 'insanlığımızdan utandık' falan dedi de biraz olsun rahata erdiler.
İmdi, 'demokratikleşme paketi' açıklandı ve başörtüsü artık serbest bırakıldı ya, ben de sandım ki, Hürriyet gazetesi bir kuru özrü çok görmez.
28 Şubat sürecinde, bunca başörtülü öğrencinin onca meşakkatle kazandıkları üniversitelerden kapı dışarı edilmesindeki suç ortaklıklarından dolayı özür dilemeseler bile, insanların yaşam tarzlarına karşı yapılan o ceberut baskılara sundukları katkılardan dolayı en azından mahcubiyet duyarlar sandım.
Yanılmışım ki ne kadar!
Bir televizyon kanalındaki bir yarışmanın sunucusu üzerinden 'yaşam tarzına müdahale' yaygarası kopardılar.
Neymiş efendim, AK Parti sözcüsü Sayın Hüseyin Çelik o yarışmacının kıyafetini çok dekolte bulmuş da bilmem ne!
Geçin bunları anam babam, geçin bunları.
Siz değil misiniz başörtüsü yasağını yıllar yılı 'yaşam tarzımıza müdahale olur' diye savunan?
Anlıyorum; başörtüsü özgürlüğüne Yılmaz Özdil gibi dobra bir şekilde karşı çıkamıyorsunuz.
Anlıyorum; başörtüsü yasağının kalkmasından duyduğunuz rahatsızlığın ifadesi olarak (yıllar yılı oluşturmaya çalıştığınız o malum algıyı tetikleyecek) acil bir 'yaşam tarzına müdahale' vakasına ihtiyacınız vardı.
Ama olmaz ki, o kızcağızın kıyafeti üzerinden böyle bir heyula çıkarılamaz ki.
Çok komik oluyorsunuz çok!
Her şeyden evvel, söz konusu kanalın da içinde yer aldığı medya grubunun yöneticilerinin Sayın Erdoğan'ın akrabaları olduğunu siz söylemiyor musunuz?
Ne yani, Sayın Erdoğan'ın genel başkanı olduğu partinin sözcüsü, akrabalarının yönettiği medya grubuna mahalle baskısı mı yapıyor?
Sahi, bu kadar salak olabilir misiniz?
Değilse, milleti niye salak yerine koyuyorsunuz?
Bir de hiç utanmadan, 'Hürriyet Dünyası' imzasıyla, tarafların görüşlerine 'dengeli' bir şekilde yer verdik diyorsunuz.
Ne güzel bir dünyanız var sizin böyle; yerim ben sizin dünyanızı.
Öldürdüğü insanın cenazesine çelenk gönderen mafya babaları gibi söz konusu algıyı iyice yerleştirdikten sonra, 'dengeden' falan bahsediyorsunuz.
Böyle dengesizlik olur mu?
Ben saldırdığınız o medya grubunun yerinde olsam yüklü bir tazminat davası açardım.
Kazanacağım paraların bir miktarıyla da o sunucu kızımızın kıyafetinden bir kamyon diktirip size gönderirdim.
Ayşe Arman o kıyafeti giydiğinde belki 'dünyanızın' diğer elemanlarının da canı çekmiş olabilir. Etekli Yakup'un veya 'Spermin tadı' yazılarının unutulmaz müellifinin, hatta kardeş yayın grubunuzdan Başaran Ezgi'nin falan...
Uzun lafın kısası; kimsenin giyim kuşamına karışamayız.
YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN