Salih Tuna Asumanlar'a fena saydırdı: Kurnaz, mirai, çemkirgen, sinsi,karaktersiz, fırıldak!
Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, bugünkü yazısında "Salih Tuna" isminin nereden geldiğini açıkladı, hizipçiler ile Asumanlar'a fena saydırdı.
Akıncılar hareketi şehitlerinden Salih Kara'dan 'Salih', yine
Akıncılar şehidlerinden Erdoğan Tuna'dan 'Tuna'yı aldığını yazan
Salih Tuna, kendisini hizip içinde göstermek isteyenlere de resti
çekti:
"Grupçulukla, klikçilikle, hizipçilikle hiç işim olmaz. Şucu bucu
da olmadım ömr ü hayatımda..."
ASUMAN: KURNAZ, MÜRAİ, ÇEMKİRGEN, SİNSİ,
FIRILDAK...
Yazılarında sık sık hedef yaptığı "Asuman"ın da kim olduğunu da
açıklayan Salih Tuna, şunları yazdı:
"Asuman da sadece bir şahıs değildir. Kurnazdır. Müraidir.
Çemkirgendir. Sinsidir. Fırıldaktır. Hep hesap peşindedir.
“Erdoğancıymış” gibi yapar ama Erdoğan'ın yanında duran kim varsa
itibarsızlaştırmaya çalışır. İkiyüzlüdür. Fırsatçıdır. Menfaati
için yapmayacağı alçaklık yoktur… Ah Asuman! Sen ne karaktersiz bir
karaktersin."
İşte Salih Tuna'nın o yazısı:
Oldukça saf biriyim, hiç “uyanık” sayılmam. Zaten uyanık olsaydım
bu yazıyı yazmazdım.
Lakin “salak” da sayılmam!
Yüksek matematiğim 100'dü. Hiç durmadan en az üç saat konferans
verebilirim “Kuantum fiziği” hakkında.
Yine de alışveriş yaparken bir çocuk bile rahatlıkla “kazıklar”
beni.
Yeteneklerim çok sınırlı. Mesela, hiçbir espriye düşünürken
gülemem.
Bir yaprağın düşüşünü 20 farklı şekilde anlatan usta yazarlar
vardır, ben anlatamam.
Yaprak düşer; ben en fazla ağlarım!
Hiç cesur değilim.
Şimşek çaksa hâlâ rahmetli anamın kucağını ararım! Köpek fobim
dillere destan! Şayet yayan yürürsem, ceplerimi taş doldurmadan
geceleyin eve varamam.
Uçakla seyahatten hiç hazzetmem. Dostoyevski'nin, Budala romanında
Prens Mişkin'e söylettiklerini, “giyotin” yerine “uçak” koyarak
düşünürüm. Herkes seyahat eder ben giyotine kellemi uzatırım.
Cesur değilim dedimse, yanlış anlaşılmasın.
İnandığım davada, bütün bir yeryüzü bir olup giyotinleriyle, azgın
köpekleriyle üzerime gelse, milim sapmam.
İdare-i maslahatçılıktan nefret ederim! Pire için yorgan yakmaktır
hayat görüşüm.
Biliyorum; hayat görüşüm, hayatta pek işe yaramaz.
Türküm ama Türkçe bilmediği için öğretmenine tuvalet ihtiyacını
söyleyemeyip altını ıslatan bir Kürt kız çocuğunun dramını
okuduğumda, doğup büyüdüğüm Karadeniz'in bütün dalgaları beni öyle
boğdu ki, Kürt oldum!
Zulme maruz kalan mazlumun sıfatına, sınıfına, etnisitesine,
mezhebine, meşrebine, coğrafyasına bakmam.
Zalimin olduğu her yerde mazlumun taa kendisiyim.
Grupçulukla, klikçilikle, hizipçilikle hiç işim olmaz. Şucu bucu da
olmadım ömr ü hayatımda.
Kıymet hükmüm, teknesinde yoğrulduğum Büyük Doğu'nun ölçüsüdür:
“Kim pazarlıksız olarak Allah ve Rasulü diyorsa o bizdendir ve biz
de ondanız.”
Bu ölçü dolayımında, mütefekkir yazar Salih Mirzabeyoğlu'ndan
“Bisikletli yazar” dediğim S. E. Çakırgil'e kadar tüm mazlumları
dilim döndüğünce savundum.
Çıkardığım bir dergi 80'li yılların başında DGM tarafından
kapatıldı. Brecht'ten “uyarladığım” bir oyun nedeniyle de, aynı
anda 141-142 ve 163'den yargılandım. 28 Şubat'tan önce yazdığım bir
film senaryosu nedeniyle Genelkurmay muhtıra verecekti
nerdeyse!
İlk oyunum, 21 yaşımda, Dünya Yayınları'nı kurup Fizilal
yayınladığımız dönemde sahnelendi.
Aç susuz Fatih Camii avlusunda yattığımız günlerde alimlerden
kitaplar çevirip bastık; “Ederi üzerinde satılamaz” diyerek,
maliyet fiyatına.
Sonra, “Şubat ayı şehit ayıdır” diyerek Malcolm X'den Metin
Yüksel'e kadar “Şubat Destanı”nı yazdım 80'li yılların başında…
Böyle başladı destan… Böyle başladık her yıl Şubat ayında şehitleri
anmaya…
Ve, o vakit aldım şehitlerden adımı.
Ne idüğü belirsiz “tekfirci müfteriler” geçen hafta İHH'nın bir
toplantısını sabote ederek, “Salih Tuna Müslümanlara hesap verecek”
diyecek kadar tozuttular.(Neyin hesabı mı? Siyaset hırsızlarına
karşı her dâim Erdoğan'ın yanında durmanın hesabı, başka ne
olacak!)
“Siyaset hırsızlarının” gölgesinde yürüyenler DEAŞ'ı çağrıştıran bu
tekfirciliğe sesini çıkarmadı.
Gelgelelim, “Kırk yıllık dava arkadaşımız Salih Tuna'nın yanında
durmak boynumuzun borcudur” diyen Fatih Akıncıları kendine yakışır
şekilde tepkisini ortaya koydu: “Salih Tuna, şehidimiz Salih
Kara'dan 'Salih', şehidimiz Erdoğan Tuna'dan 'Tuna'yı almıştır.
Bilmeyen varsa öğretmiş olalım.”
Aynı şekilde, İHH yöneticilerinden Osman Atalay'dan Dünya
Yayınları'nın sahibi İlyas Dönmez'e kadar birçok eş dost mahut
edepsizliğe isyan etti.
Hal-i pür melalim…
Rahmetli babamın tüm şiirlerini ezberden okuduğu Niyâzî-i Mısrî'nin
“Her taraftan yıkılıp vîran olan anlar bizi” ifadesidir.
Fakiri tanıyan herkes bilir, burnum yere düşse almam; makam mevki,
şan şöhret, para pul umrumda olmaz.
FETÖ'nün ilk mağduru benim ailemdir. Fetullah Gülen'e tee 1999'dan
beri “kardinal” diyen abimi 2008'de alıp tam 1 yıl hücrede işkence
yaptılar. Fakiri de 2009'da karakola çektiler. Yaptıklarını bu
köşecikte anlattığımda, “fitne çıkartma” dediler... Hülasa, günümüz
“Aslan Asker Şvayk”ları o günlerde, “Kuşçubası Eşref” muamelesi
yapıyordu Fetullah'a.
Sayın Erdoğan, FETÖ'ye karşı harekete geçinceye kadar “maslahat”
gereği yutkunduk. Bugün “AKP'li kimi siyasi figürlere” neden nasıl
yutkunuyorsak aynen öyle. Yoksa 90'lı yılların ortasına gerek İmza
dergisinde gerek Selam gazetesinde Fetullah Gülen'e nasıl
baktığımız herkesin malumudur.
Uzun lafın kısası, başıboş hareket etmedik; adımlarımızı Erdoğan'a
uydurduk.
Zira, Erdoğan bizim için sadece bir şahıs değildir. Zalime karşı
mazlumun yanında duruşun ifadesidir. Yani soylu bir direnişin, yani
bu toprakları “ehl- i salib”e çiğnetmeme azim ve
kararlılığının…
Asuman da sadece bir şahıs değildir.
Kurnazdır. Müraidir. Çemkirgendir. Sinsidir. Fırıldaktır. Hep hesap
peşindedir. “Erdoğancıymış” gibi yapar ama Erdoğan'ın yanında duran
kim varsa itibarsızlaştırmaya çalışır. İkiyüzlüdür. Fırsatçıdır.
Menfaati için yapmayacağı alçaklık yoktur…
Ah Asuman!
Sen ne karaktersiz bir karaktersin.