24 Tem 2011 13:30
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:36
SAHTE BİR TÜRKİYE TABLOSU SUNUYORLAR! AYNUR DOĞAN KONSERİNİN ÖBÜR YÜZÜNDE NELER VAR?
Akşam Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya, Aynur Doğan konserinde yaşananların yanısıra bu olay üzerinden bir kısım medyayı sorguladı.
Aynur konserinin öbür yüzü: Sahte bir Türkiye tablosu sunuyorlar
Geçtiğimiz yıl, 24 Nisan’da AKŞAM Gazetesi’nin sürmanşetindeydi, Aynur...
Büyükçe yer ayırmıştık, güzel bir fotoğrafı ve yanında ’Kürtçe müziğe rağmen bu kadar sevilmek beni şaşırtıyor’ sözleri...
Rewend (Göçebe) albümünü yeni çıkarmıştı. Türkçe, Kürtçe ve Zazaca toplam 12 şarkılı bir albüm...
’Doğduğum yerden besleniyorum ama gittiğim yerden de besleniyorum’ diyordu. O gün yaşamak istediği bir duygunun hayalini ise şöyle anlatmıştı:
’Daha çok konser vereyim, mesela Harbiye Açıkhava’da sahneye çıkmak, o duyguyu yaşamak isterim.’
İKSV çok iyi, uluslararası bir organizasyonla Aynur’u Harbiye’de izleyici ile buluşturdu. Aynur, o hayalini gerçekleştirdi.
Konserde yaşananlar hala tartışılıyor.
Şehitlerimizin toprağa verildiği gündü. Ben de konserdeydim ve ’bir keşke yazısı’ ile hislerimi okurlara aktarmıştım.
Kürtçe ağıtlarını alkışladığımız bu genç kadın sanatçı, keşke bir de Türkçe söyleseydi ya da ne bileyim, 20 yaşında yaşamları ellerinden alınan çocukların ardından birkaç cümle etseydi diye iç geçirmiştik.
Olmadı... Maalesef olmadı.
Şimdi, o konseri izlemeden, ’dışarıdan gazel okuyanlar’ Türkiye’nin önüne, ’gerçek olmayan bir toplum tablosu’ sunuyorlar. İçlerindeki bütün kini kusarken...
TÜRKİYE DEĞİŞTİ, MESELE KÜRTÇE DEĞİL Kİ...
Dedik ya o gün de yazdık, ilk iki Kürtçe ağıtı herkes alkışlamıştı. Hem de uzun uzun. Harbiye’deki 4-5 bin kişinin Kürtçe söylenmesiyle hiçbir derdi yoktu. Türkiye o bariyerleri çoktan aştı. Kürtçe konuşmak, şarkı söylemek, bir devlet kanalında Kürtçe yayın yapmak ne kadar olağan artık...
Ahmet Kaya olayıyla karşılaştırıyorlar, hayret. Ahmet Kaya’ya o ayıp yapıldığında Kürtçe söyletmemek için çirkin olaylar çıkarılmış, çatallar havada uçuşmuştu.
Şimdi, Kürtçe söyleniyor, ne gam. Alkışlanıyor.
Üstelik Aynur Babylon’da sahne alan, en çok izlenen filmlerde türkü söyleyen bir sanatçı. Sanat hayatına atılırken Türkçe ile yola çıkmış, tutmamış, Kürtçe’ye dönmüş.
Elbette Aynur’un o gece Türkçe söylemek zorunluluğu yoktu. Ama o konseri izlemeye gelenlerin içinden böyle bir dilek geçmiş olabilir. Ki Murat Bardakçı’nın enfes yazısında hatırlattığı gibi o bir ortak projeydi ve Akdenizli dört kadının sahne aldığı uluslararası bir organizasyondu. Aynur’un tek başına sahne aldığı bir konser değildi.
DERİN DUYUŞ, KESKİN KAVRAYIŞ...
Sanatçılar biz sıradan insanlar gibi midir?
Hayır.
Onlar bize benzemez.
Sanatçı, derin duyuş sahibidir. Hayatı dönüştürür. Ezber bozar. Klişeler arasına sıkışmış topluma yan yollar açar, yeni diller sunar. Keskin kavrayışlarıyla, önyargıdan kurtulmuş, aidiyetten arınmış hümanist kimlikleriyle şaşırtırlar. Sürpriz yaparlar.
Hele, Aynur gibi acılı geçmişten gelen bir kadın, hüznü bilen, matemi tanıyan, ağıt yakan bir sanatçı bütün Türkiye’ye barış mesajı verebilirdi. Mecbur değildi ama verebilirdi. Ben bekledim. Kızanlara hatırlatayım, aynı hisler içindeyim hala.
’Bunu yapmadı, düşünmedi’ diye onu protesto edenlere elbette hak vermem. Beğenmeyen kalkar konserden sessizce ayrılır.
Ama ben Aynur’dan o jesti bekledim.
Suç mu?
Bilgece bir tavır aradım. Karşılıklı jestlere ihtiyacımız yok mu?
Niye yapmadı?
Belki de ’içinde hissetmedi’.
Oysa bakın AKŞAM’daki röportajında ne diyordu:
’Kürtler de bu acılardan yoruldu. Gözaltında, işkencede çocuklarını kaybedenler oldu. Bu acıları Türkler de yaşadı. Acılar hep karşılıklı oldu.’
DÜĞÜNLE CENAZE YAN YANA
Bir kez daha görüyoruz ki; Türk basınında yeni bir koro oluşmuş. Özgün fikir üretimi olmadığı gibi, demokrasi kahramanı olarak kendisini sunanlar acımasız ve keskin bir üslubun sahibidirler. Maalesef hiç de demokrat değiller. Özenti bir liberal savunu içindeler. Tahammül eşikleri sıfır. Tabii ki önyargılılar. Dilleri kötü, zihinleri belirlenmiş. Hiçbir yaratıcılıkları olmadığı gibi, kendilerini okuyup, kendilerine yazarlar. Konjonktürün eseri ve esiridirler. Moda gibi gelip geçicidirler. Neyse...
Sanatçı duyarlılığı dedik ya...
8 Temmuz’daki gazeteleri okumadıysanız, arşivden bulup bakın lütfen.
İngiliz piyanist-şarkıcı ve besteci Jamie Cullum İstanbul’daydı. Herhangi bir sanatçı için ’sahnede çok başarılı’ demeden önce Cullum’u herkesin bir kez izlemesi gerek. İşte uluslararası şöhrete sahip o Cullum, konserini verirken, yatsı ezanı okununca şarkısını kesiyor, iki saniyelik bir es veriyor. Gözlerini kapatıyor, orkestra susuyor, izleyiciler de... Tamamen doğaçlama piyano tuşlarına dokunuyor. Ezan okunurken adeta vecd halinde o ilahi sese eşlik ediyor. Ezan bitiyor, Jamie seyircilere dönüyor ve ’Bu muhteşem sese eşlik etmeme izin verdiğiniz için çok teşekkür ederim’ diyor, Tabii ki alkıştan konser alanı yıkılıyor. Tam bir katarsis anı. Sanat, en yüksek perdeden duyarlılıktır. Yaşama, doğaya, bütün güzelliklere, aşka, Allah’a, acıya ve evet acıya...
İsmail Küçükkaya/Akşam
Geçtiğimiz yıl, 24 Nisan’da AKŞAM Gazetesi’nin sürmanşetindeydi, Aynur...
Büyükçe yer ayırmıştık, güzel bir fotoğrafı ve yanında ’Kürtçe müziğe rağmen bu kadar sevilmek beni şaşırtıyor’ sözleri...
Rewend (Göçebe) albümünü yeni çıkarmıştı. Türkçe, Kürtçe ve Zazaca toplam 12 şarkılı bir albüm...
’Doğduğum yerden besleniyorum ama gittiğim yerden de besleniyorum’ diyordu. O gün yaşamak istediği bir duygunun hayalini ise şöyle anlatmıştı:
’Daha çok konser vereyim, mesela Harbiye Açıkhava’da sahneye çıkmak, o duyguyu yaşamak isterim.’
İKSV çok iyi, uluslararası bir organizasyonla Aynur’u Harbiye’de izleyici ile buluşturdu. Aynur, o hayalini gerçekleştirdi.
Konserde yaşananlar hala tartışılıyor.
Şehitlerimizin toprağa verildiği gündü. Ben de konserdeydim ve ’bir keşke yazısı’ ile hislerimi okurlara aktarmıştım.
Kürtçe ağıtlarını alkışladığımız bu genç kadın sanatçı, keşke bir de Türkçe söyleseydi ya da ne bileyim, 20 yaşında yaşamları ellerinden alınan çocukların ardından birkaç cümle etseydi diye iç geçirmiştik.
Olmadı... Maalesef olmadı.
Şimdi, o konseri izlemeden, ’dışarıdan gazel okuyanlar’ Türkiye’nin önüne, ’gerçek olmayan bir toplum tablosu’ sunuyorlar. İçlerindeki bütün kini kusarken...
TÜRKİYE DEĞİŞTİ, MESELE KÜRTÇE DEĞİL Kİ...
Dedik ya o gün de yazdık, ilk iki Kürtçe ağıtı herkes alkışlamıştı. Hem de uzun uzun. Harbiye’deki 4-5 bin kişinin Kürtçe söylenmesiyle hiçbir derdi yoktu. Türkiye o bariyerleri çoktan aştı. Kürtçe konuşmak, şarkı söylemek, bir devlet kanalında Kürtçe yayın yapmak ne kadar olağan artık...
Ahmet Kaya olayıyla karşılaştırıyorlar, hayret. Ahmet Kaya’ya o ayıp yapıldığında Kürtçe söyletmemek için çirkin olaylar çıkarılmış, çatallar havada uçuşmuştu.
Şimdi, Kürtçe söyleniyor, ne gam. Alkışlanıyor.
Üstelik Aynur Babylon’da sahne alan, en çok izlenen filmlerde türkü söyleyen bir sanatçı. Sanat hayatına atılırken Türkçe ile yola çıkmış, tutmamış, Kürtçe’ye dönmüş.
Elbette Aynur’un o gece Türkçe söylemek zorunluluğu yoktu. Ama o konseri izlemeye gelenlerin içinden böyle bir dilek geçmiş olabilir. Ki Murat Bardakçı’nın enfes yazısında hatırlattığı gibi o bir ortak projeydi ve Akdenizli dört kadının sahne aldığı uluslararası bir organizasyondu. Aynur’un tek başına sahne aldığı bir konser değildi.
DERİN DUYUŞ, KESKİN KAVRAYIŞ...
Sanatçılar biz sıradan insanlar gibi midir?
Hayır.
Onlar bize benzemez.
Sanatçı, derin duyuş sahibidir. Hayatı dönüştürür. Ezber bozar. Klişeler arasına sıkışmış topluma yan yollar açar, yeni diller sunar. Keskin kavrayışlarıyla, önyargıdan kurtulmuş, aidiyetten arınmış hümanist kimlikleriyle şaşırtırlar. Sürpriz yaparlar.
Hele, Aynur gibi acılı geçmişten gelen bir kadın, hüznü bilen, matemi tanıyan, ağıt yakan bir sanatçı bütün Türkiye’ye barış mesajı verebilirdi. Mecbur değildi ama verebilirdi. Ben bekledim. Kızanlara hatırlatayım, aynı hisler içindeyim hala.
’Bunu yapmadı, düşünmedi’ diye onu protesto edenlere elbette hak vermem. Beğenmeyen kalkar konserden sessizce ayrılır.
Ama ben Aynur’dan o jesti bekledim.
Suç mu?
Bilgece bir tavır aradım. Karşılıklı jestlere ihtiyacımız yok mu?
Niye yapmadı?
Belki de ’içinde hissetmedi’.
Oysa bakın AKŞAM’daki röportajında ne diyordu:
’Kürtler de bu acılardan yoruldu. Gözaltında, işkencede çocuklarını kaybedenler oldu. Bu acıları Türkler de yaşadı. Acılar hep karşılıklı oldu.’
DÜĞÜNLE CENAZE YAN YANA
Bir kez daha görüyoruz ki; Türk basınında yeni bir koro oluşmuş. Özgün fikir üretimi olmadığı gibi, demokrasi kahramanı olarak kendisini sunanlar acımasız ve keskin bir üslubun sahibidirler. Maalesef hiç de demokrat değiller. Özenti bir liberal savunu içindeler. Tahammül eşikleri sıfır. Tabii ki önyargılılar. Dilleri kötü, zihinleri belirlenmiş. Hiçbir yaratıcılıkları olmadığı gibi, kendilerini okuyup, kendilerine yazarlar. Konjonktürün eseri ve esiridirler. Moda gibi gelip geçicidirler. Neyse...
Sanatçı duyarlılığı dedik ya...
8 Temmuz’daki gazeteleri okumadıysanız, arşivden bulup bakın lütfen.
İngiliz piyanist-şarkıcı ve besteci Jamie Cullum İstanbul’daydı. Herhangi bir sanatçı için ’sahnede çok başarılı’ demeden önce Cullum’u herkesin bir kez izlemesi gerek. İşte uluslararası şöhrete sahip o Cullum, konserini verirken, yatsı ezanı okununca şarkısını kesiyor, iki saniyelik bir es veriyor. Gözlerini kapatıyor, orkestra susuyor, izleyiciler de... Tamamen doğaçlama piyano tuşlarına dokunuyor. Ezan okunurken adeta vecd halinde o ilahi sese eşlik ediyor. Ezan bitiyor, Jamie seyircilere dönüyor ve ’Bu muhteşem sese eşlik etmeme izin verdiğiniz için çok teşekkür ederim’ diyor, Tabii ki alkıştan konser alanı yıkılıyor. Tam bir katarsis anı. Sanat, en yüksek perdeden duyarlılıktır. Yaşama, doğaya, bütün güzelliklere, aşka, Allah’a, acıya ve evet acıya...
İsmail Küçükkaya/Akşam