“Sağlık Skandalı” değil çürüme! Kime güvenebileceğimizi şaşırmadık mı?
Medyaradar analisti Atilla Akar, hastanelerdeki bebek ölümleri ve sağlıkta çeteleşme iddiaları üzerinden toplumun güven arayışındaki hızlı düşüşü analiz etti…
Efendim; ben mutlak güvene inanmam. Buna ancak –hadi aptal demek için- “Saflar” inanır diyeyim. Çünkü insan denen mahluk son derece bencil ve ölçüsüz, sapıtmaya müsait bir varlıktır. Ne yapacağı hiç belli olmaz. (Herkes sanki “Diğerleri bencil ben değilim” zannediyor!) O yüzden frenleyici kurum, kurallar ve yasalar vardır. İyice azıtmışlarının ise artık şifası yoktur!..
Bütün bunlara hırsların körüklenmesini, bireyin sadece kendi çıkarını gözetmesini, (“Benden sonrası tufan” anlayışı!),maksimum kâr hesaplarını, “Bana ne”,ciliği, “Gemisini yürüten kaptan” cılığı, başkalarını ezmeyi mubah görmeyi, yüz kızarması yokluğunu, vb eklerseniz durum daha da vahim bir manzara arz ediyor.
“Güvensizlik Toplumu”na Doğru!..
Ancak bütün bunların olması demek gene de insanın güven ihtiyacını değiştirmiyor. İlaveten “Mutlak bir güven” duygusu olmasa bile asgari bir güven, iyi-kötü bir ortak ruhsal zemin olmadan da toplum olarak bir arada yaşamanız pek mümkün görünmüyor. Her ilişkide bir kazık, ihanet, kullanma, sömürme, vb beklenilen bir yerde –paranız pulunuz olsa bile- hayatın tadı tuzu kalır mı? Kime sırtınızı döneceğinizi bilemediğiniz bir ortamda nasıl yaşarsınız ki?
İşte Türkiye son zamanlarda asgari güven duygusunu hızla kaybetmiş bir toplum görüntüsü veriyor. Güvensizlik bir sis bulutu gibi etrafımızı sarıyor. Esnafa güvenemiyorsunuz. Herkes işin üçkâğıdında, yalanında dolanında. Komşuna güvenemiyorsun. “Söz” vermenin değeri ise hiç kalmadı. Biz ne zaman bu hale geldik bilmem? İşin dozu ve çapı giderek artıyor…
Tıbba ve Doktorlara Güveni Zedelersen!..
Bu vahim durumlardan biri daha yeni su yüzüne çıktı. Öyle ki zaten epeydir hayli aşınmış olan toplumsal güven duygusu son hastanelerdeki bebek ölümleri sonucu hepten zedelenmiş görünüyor. İddialar korkunç boyutlarda. (Üstelik şimdilerde bunun Kovid 19 pandemisi dönemi entübe edilen hastalara ve diğer sağlık alanlarına da uygulanmış olabileceğine dair şüpheler doğmuş durumda.) Bir süredir gemi azıya alan kadınlara saldırıların, cinayetlerin, manyak girişimlerinin, vb üzerine bu ise hepten tuz biber ekti. “Güven krizi” iyice derinleşti!..
Bu toplumda belli meslekler ve kurumlar vardır ki toplum onlara güvenmek ister. Bunlar öğretmenlik, askerlik, polislik, din adamlığı ve doktorluk gibi mesleklerdir. Bu mesleklerdeki aşınma insanı rahatsız eder. Hele de tıp ve doktorluk apayrı bir önem arz ediyor. Çünkü hayatınızı emanet ediyorsunuz. Bu son olayda en kıymetli varlığınız ise daha yeni doğmuş bebekleriniz. Hiç şüphesiz bütün doktorlar böyle değil ve onlara çok şey borçluyuz ama burada alarm çanlarının çalmasını gerektiren başka bir durum var. Korku filmi senaryosu gibi adeta!..
Vampir Liberalizmden Hiper kapitalizme!..
Bu olayda sağlıkta özelleştirmenin en sakıncalı ve uç noktalarından birini görüyoruz. Burada belki de en büyük salgın hastalık sayabileceğimiz kan emici “Vampir liberalizm” in en dolaysız, en vahşi sonuçlarından birini yaşıyoruz. Oradan artık kâr ve para kazanma hırsının en ölçüsüz biçiminin şekil bulduğu, insan için bir tehdit sayabileceğimiz “Hiper Kapitalizm” e varıyoruz. Düşünsenize göz göre göre, şeytani bir dürtüyle bebek ölümleri üzerinden para kazanma peşine düşülüyor. Bu neyin hırsıdır? Bir tür “Delirme” hali sanki. Bundan ötesi var mı? “Kıyamet alameti” sayabilir miyiz acaba?..
Sadece “Sağlık Skandalı” Gibi Bakılamaz!..
Dolayısıyla bu olayı üç beş kendini bilmez, aç gözlü doktorun ve hemşirenin içinde olduğu sıra dışı bir “sağlık skandalı” olarak görmek hata olacaktır. Serbest rekabetçi, piyasaya tapınmacı anlayışın kaçınılmaz sonucudur bu. Asıl onunla hesaplaşılmalıdır..
Üstelik olay kuru kuruya “Ahlak” vaazlarıyla da önlenebilir bir durum da değildir. Çünkü mevcut sistemin işleyişi ahlaksızlığı kendiliğinden doğuruyor. Ahlaki çözülme bir neden değil sistemin kaçınılmaz bir sonucudur. İnsanı değil, her nasıl olur ise olsun, en yüksek kârı hedefe koyan, gözü dönmüş bir anlayışın varabileceği en uç noktadayız o kadar!..
Güven Bunalımı Toplumu Çözer!..
Bu noktadan sonra çok tehlikeli bir kulvara giriyoruz. Artık hem aklın hem vicdanın aynı anda bittiği noktadayız. (Bilemiyorum, bunu yapabilenlere “Cani” sıfatı yetecek mi?) Daha ötesi var mı acaba? Ötesi “Külliyen çöküş” olmalı herhalde!..
Öyle anlaşılıyor ki bu toplum yaptığı tercihlerle kendi cehennemine giden yolun taşlarını kendi döşemiş bulunuyor. Para ve mal uğrunda her şeyi yapmayı mazur gören bir kişilik yapısının varabileceği en rezil yerdeyiz. Güven böylesi bir toplumda kendine hayat alanı bulamaz. Daha da derinleşir!..
Ayrıca bir toplum asgari güven duygusu olmadan zaten ayakta kalamaz. Üstelik bu durum kendisini sadece sağlık alanında değil hemen her alanda hissettirmektedir. Şu an tüm hayati dokuları yavaş yavaş kanserlenen bir toplum görüntüsü veriyoruz. Zihinsel bir kemoterapi gerekiyor!..
“Düzenleyici İrade” ye Güven Esastır!..
Mevcut haliyle sistem “Sürdürülebilir” özelliğini kaybetmiştir. Kurumlara güven sıfırlanmasa bile hayli prestij kaybına uğramıştır. Görünüşte varlığını reddedemeyeceğimiz bir devlet vardır. Ancak öyle anlaşılıyor ki düzenleyici ve denetleyici rolünü gerektiği şekilde yapamamaktadır. Burası en zaaf kabul etmez noktadır. Acı ama gerçek budur!..
Her Şey Güvenle Başlar veya Yıkılır!..
Güven, vicdan, ahlak, edep gibi yaşam pusulalarımızı kaybettik. Daha fenası elimizden çıkmasına göz yumduk. Şimdi bedelini ödüyoruz. Bu yüzden ve ne yazık ki “Babana Bile Güvenmeyeceksin!..” halet-i ruhiyesi toplumda baskın duygu haline geliyor. “Çözülme” ve “Çürüme” hızlanıyor. Ne yapıp edip buradan bir çıkış yolu bulmalıyız. Bu soruna acil bir çözüm üretemezsek sonumuz felaket. Maliyeti ne olursa olsun ciddi bir restorasyon gerekiyor. Artık nasıl yaşamak istediğimize dair acilen bir tercih yapmamız gerekiyor. “Yok kalsın, gerek yok” diyorsanız tüm sonuçlarına katlanırsınız. Beter olun o zaman!..
Yalnız hastalık bugün bütün kesimlere –şu veya bu ölçüde- bulaşmış görünüyor. (Bu konudaki medya eleştirisi ayrı bir yazıya umarım) Kimse kendini muaf sanmasın. Herkes bu noktada önce aynadaki kendi yansımasına bakmak zorunda!..
Daha söylenebilecek çok şey var ama bu dumur edici durum karşısında sanırım bende tıkandım. O halde siz söyleyin; yaşananlar karşısında kime güvenebileceğimizi şaşırmadık mı?..
21.10.2024