06 Eyl 2009 04:48 Son Güncelleme: 19 Kas 2018 13:51

"SAÇIMDAN BİR TUTAM KESİLDİ VE BÖYLECE UMRE SONA ERDİ!.." ERTUĞRUL ÖZKÖK YAZDI!..

Rehberim, çantasından küçük bir makas çıkarıyor ve saçımdan küçük bir tutam kesiyor.Böylece umre tamamlanıyor.Ailemin baba tarafının umreye giden dördüncü üyesi olarak, otele dönüyorum.

Saçımdan bir tutam kesildi ve böylece umre sona erdi


İSLAM tepeler arasında doğdu.


Bu tepelerin bir bölümü artık yok.

Mekke´nin sıkışmış coğrafyasında, gelen hacılara yer açmak, onların kalacağı otellere arsa temin etmek için tepelerin bir bölümü düzlenmiş.
Safa ve Merve tepeleri artık yok.
Ama o tepeler, Kâbe´nin etrafında sembolik olarak yaşıyor.
Kâbe´yi çevreleyen binaların içi 365 derece geniş koridorlardan oluşuyor.
Bunun bir bölümü, umrenin parçası sayılan "Say"ın yapıldığı yer.
Bu iki tepe arasında 300 metre kadar bir mesafe var.
Say, bu iki tepe arasında yedi turluk yürüyüşe verilen ad.

DOĞRUSAL YÜRÜYÜŞ: SAY

Kâbe´deki tavafı bitirip, bu koridora girdiğimiz anda, aşağıdan bize doğru yürüyen muazzam bir kalabalıkla karşılaşıyoruz.
Tavaf, dairesel bir hareketti.
Say ise doğrusal yürüyüş.
Birbirine paralel iki geniş koridor var.
Bunların arasında ise daha dar üçüncü bir koridor yer alıyor.
O dar koridor, yürüyemeyecek durumda olduğu için ancak tekerlekli sandalye ile say yapan insanlara ayrılmış.
Kâbe´nin bu bölümü, insanı derinden etkiliyor.
Binlerce insan aynı istikamette yürüyor.
Solunuza baktığınızda bir o kadar kalabalığın aksi istikamette yürüdüğünü görüyorsunuz.
Yürüyüşün başladığı yere her an yüzlerce yeni insan katılıyor. Ve bu hareket sanki sonsuza kadar devam ediyormuş hissi veriyor.
Say koridorunun küçük bir bölümünde 100 metre aralarla iki yeşil ışık konmuş. Burası, sol taraftan Kâbe´yi gördüğünüz bölüm.

ARAYIŞ DOLU TELAŞLI BİR HAREKET/_np/6217/8746217.jpg

Hazreti Hacer, Safa ve Merve tepeleri arasında yürürken, tam bu bölgede Kâbe´nin önündeki İsmail´i görüp ona bakmış.
İki yeşil ışık arasını koşarak geçiyorsunuz.
O noktaya geldiğiniz an, kalabalık birden hareketleniyor ve kitlesel bir koşu başlıyor.
Ali Şeriati, "Sa´y, telaştır, arayış dolu bir harekettir. Bir gaye sahibi olmaktır, koşmaktır, seğirtmektir" diyor.
Doğru, burada daha telaşlı bir yürüyüş var.
Kalabalığa daha fazla karışıyor, onun daha fazla parçası oluyorsunuz.
Bu yürüyüş içinde, bütün kimlikler, unvanlar, cinsiyet farklılıkları ortadan kalkıyor.
Bu yürüyüşte kimse çirkin değil.
Burada isimlerin de önemi yok.
"Burada söz konusu olan, çıplak insandır, çıplak insanlıktır. Yalnızca iman ve sevgi, inanç ve amel vardır, başka hiçbir şey değil."
Orada artık çok iyi anlıyorum ki hac, sürekli hareket etmekmiş.
"Değişmez bir yöne doğru sürekli hareket etmek."

NEDEN HEP TEYAKKUZDAYIM?

Orada ister istemez kendimi yokluyorum.
Ben, bu kalabalığa ne kadar aidim? Bu yürüyüşün ne kadar parçasıyım?
Çocukluğumdan beri aldığım laik eğitim beni hep teyakkuzda tutmuş.
Kendimi kalabalığa emanet edemiyorum.
Altmış yıl boyunca bireyselleşmiş ruhum, teyakkuzdaki egom beni bu kafile içinde eriyip gitmekten alıkoyuyor.
`Say´da yürürken şu gerçeği artık iyice anlıyor ve kabulleniyorum.
Benim inancımın tek tariki, Allah´la baş başa kaldığım yapayalnız anlar.
Safa Tepesi ile Merve Tepesi arasında yürüyen `tek´leşmiş kalabalık beni de içine alıyor.
Ama o bembeyaz kafile içinde bile, kendimi siyah bir nokta olarak görmeye devam ediyorum.

TEKERLEKLİ SANDALYE KALABALIĞI

Oradan aklımda kalan en çarpıcı görüntü ise, aradaki koridorda, aşağıdan yukarı doğru akan, tekerlekli sandalye kalabalığı oluyor.
O bitkin bedenler, yorgun ve ölümü bekleyen bakışlar bana inancın gücünü bir kere daha anlatıyor.
Kâbe ve Say yürüyüşlerinden bende kalan bir başka çarpıcı hatıra da şu.
O mermer zeminler üzerinde yalınayak yürürken, bir şeyin farkına vardım.
Çocukluğumdan beri hafif kambur duran bedenim, orada dimdik bir yürüyüş yaptı.

MANEVİ BİR KORSENİN İÇİNDE

Dönüşte Sebati´nin çektiği fotoğraflara baktığımda, bunun sadece bir his değil, fiziki bir gerçek olduğunu gördüm.
Tavaf, kendini bırakmış bedenimi manevi bir korseye soktu.
Yedinci turun sonunda `Say´ı da tamamlıyorum.
Rehberim, çantasından küçük bir makas çıkarıyor ve saçımdan küçük bir tutam kesiyor.
Böylece umre tamamlanıyor.
Umreciler artık ihramdan çıkabilir ve normal elbiselerini giyebilirler.
Ailemin baba tarafının umreye giden dördüncü üyesi olarak, otele dönüyorum.
Şimdi sıra Arafat ve şeytan taşlama coğrafyalarına seyahat.
Umre ve hac sonsuz bir yürüyüştür.
Peki kalabalık içinde kaybolmuş insan nereye gitmektedir?
Hiçbir yere.
Sadece Allah´a.

ÇADIRDAN BİR MEGAKENT

Arabamız, Mekke dışına doğru gidiyor.
Coğrafya hep aynı...
Lavlardan oluşmuş tepeler.
Şimdi istikametimiz, şeytan taşlama mekânları.
Oraya giderken hatıramda çok dramatik bir bagaj taşıyorum.
Yıllarca önce Eyüp Coşkun´un fotoğraflarını çektiği o hac faciasının fotoğrafları.
Birbirini ezmiş yüzlerce hacının bedenlerini görüyorum.
O olay ders olmuş.
Suudiler böyle bir olayın bir daha meydana gelmemesi için çok çarpıcı bir trafik ve mimari tasarımı yapmışlar.
Bu tasarımı epey konuşup tartışacağız.
Ama önce gördüklerimizi anlatmalıyım.
Amerikan highway´lerini hatırlatan yollardan geçip, yüksekçe bir yere çıktığımızda, sağ ve solumuzda uzanan binlerce çadırla karşılaşıyoruz.
Burası şeytan taşlamaya gelen hacıların kaldığı "çadırkent".
Daha doğrusu "çadır megakent".
İnsan bir anda kendini Starwars filminin bir sahnesinde hissediyor.
Aynı duyguyu Medine´de Peygamber Camii´nin avlusunda da hissedecektim.

Umrede final ritüeli

Rehberim, çantasından küçük bir makas çıkarıyor ve saçımdan küçük bir tutam kesiyor. Böylece umre tamamlanıyor. Umreciler artık ihramdan çıkabilir ve normal elbiselerini giyebilirler.

Tavafla Say arasındaki üç fark

Tavaf, mutlak sevgi... Say, mutlak akıl...
Tavaf, tamamen `O´ merkezli... Say, tamamen `Sen´ merkezli...
Tavaf, ilahi zorlama... Say, insan iradesi...
(Ali Şeriati´nin "Hacc" kitabından)

Ertuğrul Özkök/Hürriyet


--------------------------------------------------------------------------


Tavafı durduran kanlı Kâbe baskını

YIL: 1979...


Kâbe´de sabah namazının ardından yaklaşık beş yüz radikal İslamcı eylemci, daha önce Kâbe´nin çeşitli bölümlerine sakladıkları silahları alarak ateş etmeye başladılar. Kısa bir süre sonra Kâbe´nin mikrofon sistemini ele geçiren eylemciler, giriş kapılarını kapatarak Kâbe´yi teslim aldılar.
Eylemciler "emperyalistlerle işbirliği yapan, petrolü yabancılara peşkeş çeken, İslami hükümleri tam olarak uygulamayan" Suudi Krallığı´nın yıkılmasını, yerine İslam devletinin kurulmasını istiyorlardı.
Olay karşısında büyük şaşkınlık yaşayan Suudi hükümeti, ilk birkaç günlük tereddüdün ardından, eylemcilere silahlı baskın için fetvayı aldı...
İşgalin 6. günü operasyon başladı...
Önce kapıları tutan eylemcilere yoğun ateş açıldı. Ardından zırhlı araçlarla Kâbe´nin kapıları kırılarak içeri girildi. Bir yandan da helikopterlerle Kâbe´ye indirme yapıldı.
Göğüs göğüse çarpışmaların ardından Suudi kuvvetleri, zemin katı ve üst katları ele geçirdi. Operasyon sırasında zehirli gazlar kullanılarak eylemcilerin etkisiz hale gelmeleri sağlandı.
Eylemcilerin lideri Cuheyman sağ olarak yakalandı.
Operasyonun sonucu: 127 Suudi güvenlik gücü öldü... İsyancılardan ölenlerin sayısı ise 117... Baskın sırasında Kâbe´de namaz kılan ziyaretçilerden ise 26 kişi öldü...
Yargılamalar sonrasında baskına karışan 63 kişi, kafaları kesilerek idam edildi.
6 günlük baskın sırasında Mekke ve Medine´de sokağa çıkma yasağı ilan edildi.../_np/6219/8746219.jpg
Asırlardır kesintisiz devam eden tavaf, baskın süresince yapılamadı.

Sel suları altında kalan Kâbe´de yüzerek tavaf
1941 ve 1974 yıllarında Kâbe´yi, "havuzun içinde yüzen bir yapı"ya döndüren sel baskınları yaşandı.
1941´deki sel baskını o kadar güçlüydü ki, arabalar bile su üzerinde yüzdü.
Bu yılda yaşanan sel olayında Hacerül Esved taşının bir parçasının koptuğu söylenir.
1974´te yaşanan sel baskını da Kâbe ziyaretçilerini epey zorladı.
Tavaf sırasında sele yakalanan ziyaretçiler, bir süre Kâbe´nin duvarlarında oturdular.
Ancak yüzerek tavafa devam edenler de oldu...
Böylece...
Sel bile tavafı duramadı.../_np/6222/8746222.jpg

Yetkin rehberler

Çoğu Mısır´daki meşhur Ezher Üniversitesi´ni bitirmiş genç Türk rehberler, umreye gelenlere İslam tarihiyle ilgili en doğru bilgileri veriyorlar.

Kâbe sular altında

Kâbe, aşırı yağışlar nedeniyle yakın tarihte iki kez sular altında kaldı. Ancak sele rağmen ziyaretçilerin tavafı sürdü. Kâbe´yi yüzerek ya da basit kayıklarla tavaf edenler oldu. Bir diğeri ise tam altı gün süren ve Kâbe´de kan akmasına yol açan baskındı. Tüm dünyada büyük tepki çeken baskına karşı İslam dünyasında büyük gösteriler yapıldı. Olayların ayrıntıları, uzun süre öğrenilemedi.

İlginç sorulara ilginç cevaplar

SORU:
Peygamber Camii´ne girerken kollarımıza yapışan insanlar bizden ne istiyorlardı?
CEVAP: Avluda kurulan binlerce iftar sofrası vardı... Kollarımıza yapışanların tek söylediği şuydu: Lütfen bizim soframıza buyurun... O kadar ısrarlıydılar ki, ancak "Biz başka bir sofranın davetlisiyiz" deyince kolumuzu bırakıyorlardı.

SORU: Dünyanın en büyük iftar sofrasını kim finanse ediyor, Türklerin sofrasında kimler vardı? Sofra nasıl rekor bir sürede kalktı?
CEVAP: İftar sofralarının maliyeti çok yüksek değil... Bu nedenle isteyen herkes sırayla finansör olabiliyor... Peygamber Camii´nin avlusunda Türklerin finanse ettiği çok sayıda sofra var... Türklerin sofralarında Medine´de bulunan Milli Eğitim´e bağlı okulların öğretmenlerinden Türk işçilerine kadar herkes yer alıyor...

SORU: Peygamber Camii´nin içinde yatan insanlardan bazıları neyin provasını yapıyorlardı?
CEVAP: Bembeyaz kıyafetler içinde öğle ile ikindi arası caminin içinde yatanlara bakınca, akla sadece "mahşer günü" geliyor... Biz de baktık ve "Mahşer günü gibi" dedik...

SORU: Medine´de rehberimizin bize anlattığı derslerle dolu cenaze namazı hikâyesi neydi?
CEVAP: Türkiye´de bazen "Falancanın cenaze namazı kılınmaz" tartışmaları gündeme gelir. Oysa Medine´deki rehberimiz bize, Peygamber´in bir uygulamasını anlattı: Peygamber döneminin ünlü münafıklarından, her fırsatta Müslümanların aleyhinde çalışan Abdullah bin Übey öldüğünde, onun cenaze namazını kılmak istemişti...

SORU: Türk işçileri Peygamber Camii´ni onarırken, bir sütunu niye daha büyük yaptı?
CEVAP: Sütunu büyük yaptılar, çünkü Peygamber´in secde ettiği yeri o sütunla kapatmak istediler. Amaç: Peygamber´in secde ettiği yere ayakla basılmasına engel olmaktı.

SORU: Türk işçileri, caminin inşaatı sırasında Hz. Muhammed´i rahatsız etmemek için ne önlem aldı?
CEVAP: Kullandıkları inşaat aletlerini kumaşla, kadifeyle sarıp gürültü çıkarmamaya özen gösterdiler. Türk işçilerinin Peygamber´in kabri başında yapılan inşaat faaliyeti, hep böyle sürdü...

SORU: Peygamber´in Medine´de ilk namazını kıldığı camiin tepesindeki küçük deliğin sırrı ne?
CEVAP: Kuba Mescidi´nde mihrabın üstündeki kubbede, herkesin fark edemeyeceği bir delik var... Bu delik, Kuba Mescidi´nin onarımında çalışan Türk işçiler tarafından açılmış. Hz. Peygamber´in namaz kıldığı yeri işaretliyor. Tam o deliğin altında kılınan namazın sevabının daha fazla olduğuna inanılıyor.

SORU: Kıblenin değiştiği gün Medine´de ne yaşandı?
CEVAP: Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa idi... Peygamber, Medine´de önceleri Mescid-i Aksa´ya dönerek namaz kılıyordu... Bir gün Medine´de Beni Seleme semtinde 30 kadar sahabesiyle ikindi namazını kılarken, kıblenin değiştiği emri geldi. Namazın iki rekatı Mescid-i Aksa´ya yönelik olarak kılınmıştı, ayet gelince son iki rekat tam tersi yönde bulunan Kâbe´ye yönelik olarak kılındı... Bu namazın kılındığı yerde yapılan mescide "Kıbleteyn Mescidi" adı verildi... "Kıbleteyn", yani "İki kıbleli"...

Ahmet Hakan/Hürriyet


--------------------------------------------------------------------------


Allah sabredenlerle beraberdir


İLK vahiyden bir süre sonra vahiy kesildi.

Sonra tekrar vahiy meleği göründü.
Hz. Peygamber tebliğine en yakınlarından başladı. Önce davetini gizlilik içinde yürüttü. Sayı 40 kişiye ulaşınca tebliğini açık yapmaya karar verdi.
Hz. Muhammed´e ilk tepki alay ve aldırışsızlık şeklinde oldu. Bir süre onu kimse ciddiye almadı, sonra onun bir büyücü, cin çarpmış bir akıl hastası, güçlü bir söz ustası veya büyük bir şair olduğunu söylemeye başladılar.
Bunlar da etki etmeyince saldırılara geçildi. Önce psikolojik ve sosyolojik baskılar, arkasından işkence ve boykot uygulandı.
Sonunda Mekke´de tebliğine ve dini hayatına devam edemeyecek noktalara gelince önce Habeşistan´a, arkasından Medine´ye hicret etmeye karar verildi.

İLK İNANANLAR: HAKİKAT ARAYIŞÇILARI

Hz. Muhammed´e inanan ve karşı çıkanların kişilik profilleri ve sosyo-politik konumları son derece önemlidir.
Hz. Muhammed´in çağrısına ilk olumlu cevap verenlerin ruhsal ve entelektüel bakımdan yüksek kapasitede olan "hakikat arayıcıları" olduklarını söylemek mümkün...
Hz. Ebu Bekir, Osman b. Mez´un, Ebu Zer el Gifari, Salman-ı Farisi gibi.
İkinci sırada Arap Yarımadası´nda yaşanan ahlâki çürümeye karşı belli bir tutum içinde olan "Hanifler" geliyordu. Bunlar hem birden fazla tanrıya ve bu tanrıları sembolize eden putların gerçekliklerine inanmıyor, hem de somut olarak ne olduğunu bilemeseler bile daha doğru, adil ve yüksek bir ahlâki hayatın mümkün olduğunu düşünüyorlardı.
Bir kısmı şehir içinde kalarak bir çıkış yolu bulamadıklarından çöle, ıssız yerlere çekiliyordu. Zeyd bunlardan biriydi. Oğlu Said, beş sene önce ölen babasının söylediklerini hatırlayarak hemen Müslüman olmuştu.

PARYALAR DA İNANDI

İslamiyet´i kabul eden üçüncü insan grubu ise, hiç kuşkusuz yoksullar, ezilenler, sistemden dışlananlar ve kölelerdi. Bunlar Mekke´nin tabir caizse paryalarıydı, sistem içinde herhangi bir konumları yoktu. Konumsuz oldukları için tanrıları, önünde eğildikleri putları da yoktu, Bilal-i Habeşi gibi... Putlara yakın olmak sistemin içinde güçlü ve avantajlı konuma sahip olmakla aynı şeydi... Önceki peygamberlere de ilk tabi olanlar bu sınıftan insanlardı. Mesela kavminin seçkin tabakası Nuh´a "Sığ görüşlü (cahil, eğitimsiz) aşağı tabakadan insanların sana tabi olduğunu görüyoruz" (11/Hud, 27) diyordu.

İTİRAZ EDENLERİN PROFİLİ

Hz. Peygamber´in tebliğine karşı koyanların profili de şöyleydi:

Geçmiş kültüre, yozlaşmış geleneklere, zalimane törelere ve atalara bağlılık dolayısıyla kırılması çok zor önyargıları olanlar...
Bunlar her seferinde, "Biz atalarımızdan böyle gördük, inançlarımızı ve davranışlarımızı değiştiremeyiz" diyorlardı.
Mekke´nin sosyal, ekonomik ve politik düzenini kontrol eden yüksek tabakaydı bunlar... Kureyş´in önde gelenleriydi... İçlerinde Ebu Leheb, Ebu Cehil, Ebu Süfyan, Ass bin Vail, Velid bin Muğire gibi aşırı zenginler, kalabalık aile reisleri ve güçlüler vardı.
Bunların değerlendirmesine göre Hz. Muhammed´in dedikleri geçerli olsa, kölelerle efendiler, yoksullarla zenginler, düşük sınıftan olanlarla asiller eşitlenecek, böylece üstün ve avantajlı konumlarını kaybedeceklerdi.

BİR İLLET: AŞİRETÇİLİK

Karşı koyanların bir bölümü de "kabile rekabeti"ni öne çıkaranlardı. Ebu Süfyan´ın kaygısı Haşimilerin kendi kabilesi Beni Ümeyye´ye üstün gelmesiydi.

Mahzumoğulları´ndan Ebu Cehil, tarih boyunca Haşimoğullarıyla rekabet ettiklerini, şimdi "İçlerinden bir peygamber çıktı" iddialarıyla kendilerine fark atmaya çalıştıklarını söyleyerek "her ne olursa olsun, Muhammed´e uymayacaklarını" belirtiyordu.
Ve elbette yüz kızartıcı suçlar işleyen, Kâ´be´ye gelen hediyeleri zimmetine geçiren, başkalarının malını sömüren, yoksulları ezen, kölelere eziyet etmekten zevk alanlar da ona karşı çıkıyorlardı.

`DAVADAN DÖN´ TEKLİFLERİ

Hz. Peygamber´e davasından vazgeçmesi için para, kadın, liderlik, beylik teklif ettiler. "Bir elime Güneş´i, öbür elime Ay´ı koysanız, bu davadan vazgeçmem" deyip reddetti.
Bu da fayda sağlamayınca işkence ve baskılara başladılar.
Zayıf Müslümanları kızgın kumlar üzerine yatırdılar, ateşle vücutlarını dağladılar, kimilerini işkencede şehit ettiler.
Hz. Peygamber, işkence görenlere sabır tavsiye ediyor, "Allah´ın hoşnutluğunu ve cenneti" vaat ediyordu. Sonunda hicrete karar verildi.
Allah sabredenlerle beraberdir ve elbette samimi kullarına bir çıkış yolu gösterecekti.

YARIN: Uzun yürüyüş


Ali Bulaç/Hürriyet