SABAH'IN O MANŞETİ NEDEN ATAMADIĞINI AÇIKLADI!
Sabah gazetesinin yapamayıp dün Taraf'ın yaptığı manşeti Ahmet Altan bugünkü yazısında açıkladı.
Geçtiğimiz günlerde Sabah, internet sitesinden "Ankara'daki dengeleri altüst edeceğiz. Yarın mutlaka Sabah alın" diyerek duyuru yapmış, ancak ertesi gün haberi yapmayarak büyük hayalkırıklığı yaratmıştı. Haberin ne olduğu sosyal medyada da kendisine cevap ararken, yetkililerden hiçbir yanıt alınamadı. Dün o manşeti Taraf gazetesi "F4 Suriye hava sahasında vuruldu" başlığıyla yaptı.
Ahmet Altan konuya şu cümleleriyle açıklık getirdi: "Geldiğimiz nokta şu, büyük gazetelerden biri “yayınlayacağım, ortalığı sarsacağım” diye bir gün öncesinden duyurduğu haberi hükümetten baskı gelince yayınlamaktan vazgeçiyor."
İşte Altan'ın o yazısı:
UÇAK VE SAVAŞ
Yeryüzündeki hiçbir gazete
kolay kolay kendini bu duruma düşürmez, böyle bir şeyin olabilmesi
için çok büyük bir baskının yapılması gerekir. Ya da artık oraları
bile geçtik, öyle büyük baskıya falan gerek kalmıyor,
“yayınlamayın” diyorlar, gazete de yayınlamıyor. Yazarların
yazılarını da sansür ediyorlar. Sadece iktidarın ve Başbakan’ın
övülmesini istiyorlar, en küçük bir eleştiriye bile tahammülleri
yok. Ama Türkiye’de olaylar çığırından çıkıyor. Köşe yazarlarının
Başbakan’ı övmesi işleri düzeltmeye yetmiyor. Zaten, bugün
Başbakan’ın kendisine “gerçek” soru soracak ve sorusunun cevabını
ısrarla isteyecek sahici hiçbir gazetecinin karşısına çıkamaması da
durumun vahametini gösteriyor.
İKTİDARIN ÇOK FİYASKOSU BİRİKTİ
İktidarın
açıklayamayacağı o kadar çok fiyaskosu birikti ki Başbakan ’ın
sahici gazetecilerden ödü patlıyor. Hem televizyona çıkmak istiyor,
hem de hiç bir ciddi soru sorulmasın, çarpıtılan gerçekler yüzüne
vurulmasın istiyor. Şu Suriye’de düşürülen uçak konusunu alın
mesela. Birbiriyle çelişen birçok açıklama yaptılar, ilk yaptıkları
açıklamalardan döndüler, lafları evirip çevirdiler ama o uçağa
gerçekten ne olduğunu, bu kadar kritik bir dönemde niye Suriye hava
sahasında uçtuğunu, o uçağın orada uçması için kimin emir
verdiğini, hükümetin bir savaş uçağının Suriye hava sahasında
dolaşmasından haberi olup olmadığını asla açıklamadılar.
BAŞBAKAN KİME GÜVENDİ
Ciddi yabancı
kaynaklar o uçağın Suriye hava sahasında düşürüldüğünü söylüyor.
Ellerinde belgeler ve kayıtlar olduğu da anlaşılıyor. Neden
hükümet, müttefiklerinden, NATO’dan, Amerika’dan, İngiltere’den,
“bizde kayıtlar var” diyen Rusya’dan bu belgeleri istemiyor?
Başbakan ve Dışişleri Bakanı, neye ve kime güvenerek televizyonlara
çıkıp “uçağımızı Suriye uluslararası sularda vurdu” açıklamalarını
yaptı? Askerler, hükümeti kandırdı mı? Hükümet, askerî konularda
denetimi tümden kayıp mı etti?
ŞEMDİNLİ'DE NELER OLUYOR
Peki, ya Şemdinli?
Şemdinli’de ne oluyor? Hiç kimse bilmiyor, Başbakan “115 PKK’lı
öldürdük” diyor. Orada toplam kaç PKK’lı var? Başbakan 115 PKK’lıyı
öldürmekle “övünürken” saldırılar nasıl hâlâ devam ediyor? O
PKK’lılar, o ağır silahlar nasıl kimsenin haberi olmadan bölgeye
sızdı? Yüz binlerce askeri ve korucusu, uçakları, Heronları olan
bir orduya karşı PKK yirmi gündür bir “cephe savaşını” nasıl
sürdürüyor?
SAVAŞI BİTİRMEK İÇİN NE YAPIYOR
Tabii, asıl
temel soru şu: Hükümet, “115 vatandaşını” öldürmek zorunda kalacağı
bir savaşın “sosyal zeminini” ortadan kaldırmak için ne yapıyor?
Irak’ta, Suriye’de Kürtler kendilerine “özerk bölgeler” elde
ederken Türkiye’de Kürtlerin “anadilde eğitime bile sahip olmadan”
yaşamaya devam edeceğine gerçekten inanıyor mu hükümet?
SAVAŞA DA BARIŞA DA PKK KARAR VERİYOR
Tamam,
PKK yönetimi barışa yanaşmıyor. PKK’nın savaşı sürdürebileceği
“sosyal şartları” ortadan kaldırdı mı hükümet, Kürtler çocuklarını
istedikleri gibi eğitebiliyorlar mı, “kendi devletlerinin” resmî
dairelerinde anadillerinde konuşma hakkına sahipler mi, “ne mutlu
Türk’üm diyene” anlayışı değişti mi, Türk olmayanın “mutsuzluğu”
bitti mi, Kürtler kendilerini bu ülkede güvende hissediyor mu?
Hükümet, kendi vatandaşlarının huzuru ve güvenliği için gerekenleri
yapmazsa, “savaşa” da “barışa” da PKK karar verir. PKK, bir anda
bütün ülkede bir savaş havası yaratmayı başarabiliyor. Ünlü Fransız
devrimcisi Saint-Just’ün bir lafını çok sık hatırlıyorum
bugünlerde, “devrim silahların değil yasaların patlamasıdır”. Sen
yasalarını genişlet, bütün herkesi kapsayacak hâle getir, koşullar
o yasaları “patlatamasın”, o zaman bak bakalım böyle günlerce süren
“cephe savaşları” oluyor mu?
Açılım dönemlerinde PKK gene gidip karakollara, askerlere saldırıyordu, o zamanlarda PKK’lıların bir bölümü bile eleştiriyordu o saldırıları, toplumdaki “ümit” PKK’nın yaratmak istediği “ümitsizlik” havasını boğuyordu. “Barış” isteyen bir hükümet karşısında PKK “savaşa” destek bulmakta çok zorlanıyordu. Bugün “savaş” diye bağıran bir iktidar karşısında, PKK “daha da fazla savaş” diyerek olayların belirleyicisi hâline gelebiliyor.
SİLAHLA YAZIYI EŞEDEĞER GÖREN BİR ÜLKEDE SAVAŞ
BİTMEZ
“Silahla yazıyı” eşdeğer gören bir İçişleri
bakanının olduğu ülkede silahlar susmaz. Uludere’de devletin
öldürdüğü insanlar için “dolap beygirleri” dersen, Uludere’de ne
olduğunu açıklamazsan, Uludere için özür dilemezsen, Kürtler PKK
istedi diye gidip “halk savaşına” katılmaz ama PKK’nın
saldırılarını da “açılım” günlerinde olduğu gibi eleştirmez.
Türkiye’nin kaderine, Türkiye’deki Kürt ve Türk vatandaşların oy
verip seçtiği Türkiye hükümeti karar verir, kaderi belirleme gücünü
ve rolünü PKK’ya kaptırıyorsa, kolaya sapıp PKK’ya sövmek yerine,
“ben bu gücümü nasıl kaptırdım” diye sorup, aklı başında bir cevap
bulması gerekir bence.