Sabah yazarı Hasan Basri Yalçın bildirici amiralleri bombaladı
Emekli 104 amiralin 'Montrö' bildirisinin yankıları sürerken, Sabah Gazetesi yazarı Hasan Basri Yalçın, "Asıl dertleri ‘irtica’ meselesiymiş" diyerek bildiride imzası olan emekli subayları eleştirdi.
Geçtiğimiz haftaya bomba gibi düşen emekli amirallerin bildirisi hakkındaki tartışmalar bu hafta da sürüyor. Amirallerin, Montrö'yü bildiride bir araç olarak kullandığını öne süren Hasan Basri Yalçın, bildiriye son halini veren Ergun Mengi'nin de bunu açıkça dile getirdiğini söylüyor.
İşte, Hasan Basri Yalçın'ın bugünkü "Asıl dertleri ‘irtica’ meselesiymiş" başlığıyla kaleme aldığı yazısı...
"Emekli amirallerin kuyuya attığı taşı çıkar çıkarabilirsin. Biz günlerdir bildirinin içinde geçen Montrö Sözleşmesi'ne dair ifadelerin ne anlam ifade ettiğini anlamaya çalışıyoruz. Bunun Türkiye'nin güvenlik ve dış politikasına etkilerini konuşuyoruz. Oraya boşu boşuna eklenmediğini falan düşünüyoruz.
Ama Türk donanmasının hemen hemen birkaç yıl öncesine kadar kurmay aklını oluşturduğunu düşündüğümüz emekliler, bu işi kendilerine o kadar da dert etmemişler. Veya en azından şimdilik ortaya çıkan birkaç ifade kırıntısına bakacak olursak öyle görünüyor. Bildiriye öncülük edenlerin ise umurunda bile değilmiş.
İYİ Parti'nin eski yöneticilerinden ve bu bildiriyi de kaleme aldığı söylenen Ergun Mengi bunu ifadesinde açıkça söylemiş. Asıl dertleri "irtica" meselesiymiş. Montrö'yü bildiride bir araç olarak kullanmışlar. Halbuki "irtica" dedikleri de son dönemde tonlarca yalan haber veya dedikodu üzerine inşa edilmiş bir hikâyeden ibaret.
Başladığımız yerdeyiz. Her yönüyle. Bildiriyi duyduğumuz ilk gün "Yok artık" demekten kendimizi alamamıştık. "Hâlâ nasıl bir cüretkârlık gösteriliyor" diye düşünüyorduk. "Hâlâ mı 'irtica' kavramıyla saplantılı ilişkileri devam ediyor" diye soruyorduk.
Hepsi doğruymuş. Bu emekli amirallerimiz gerçekten Türkiye'nin donanmasına en fazla ihtiyacı olduğu bir dönemde stratejik bir hesap üzerinden konuşmamışlar. Fikir ve tecrübelerini paylaşıyorlarmış. Montrö de aslında pek umurlarında değilmiş. Onu araya sokuşturuvermişler.
Asıl dertleri astsubay kurs yönetmeliğinde "Atatürk" isminin kaç kere geçtiğiymiş. Kafa bundan ibaret olunca etraftaki düzmece haberlere de inanmak çok daha kolay oluyor sanırım. Sonra oturup yazıyorsun bir bildiri. Ekibin geri kalanı da basıyor imzayı. Okumaya bile gerek yok. Veriyorsunuz Türkiye'ye ayarı. Zaten siyasette de kalıtsal şakşakçılarınız var. O zaman biz boş yere düşünüyoruz "Bu cüret nereden geliyor?" diye. Böyle bir işin cüret kısmını tartışmak sanırım çok anlamlı değil.
Biz siviller genelde isminin önünde askeri unvan taşıyanları haklı olarak önemseriz. Sonuçta yarım asra yakın askerlik görevi yapanların ve kurmay eğitimi falan alanların hem birikim hem de tecrübe sahibi olduklarını düşünürüz. Görünen o ki onlar bizimle aynı kanaatte değil. Deniz hukuku veya güvenliğine dair pek ilgileri yokmuş. Türkiye'nin uluslararası sözleşmeden doğan haklarına dair tartışmaları araçsal ama "irtica ile mücadeleyi" asıl görüyorlarmış.
E, durum bundan ibaret olunca söyleyecek çok söz kalmıyor. Belki de kötü örnekleri arkamızda bırakıp ileri bakmak daha iyidir. En azından genç nesillerden gerçek kurmay subaylar yetiştirme işine odaklanabiliriz.