06 Şub 2014 09:14
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:55
Ruşen Çakır: İslami hareket kendi büyüsünü kendi elleriyle bozdu
Vatan Gazetesi yazarı Ruşen Çakır bugünkü yazısında İslami Hareketlerle ilgili önemli ipuçlarına yer verdi...
İşte Ruşen Çakır'ın "İslami hareket kendi büyüsünü kendi
elleriyle bozdu" başlıklı o yazısı:
Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’de farklı İslami cemaatler, gruplar ve şahsiyetler arasında anlaşmazlıklar, rekabetler, ayrışmalar vb. yaşanmış ama bunların hiçbiri kapsamlı bir çatışmaya dönüşmemişti. Çünkü bu İslami yapılanmaların tümü asıl tehdidin, rejimden (devletten) ve onun himayesindeki sivil kesimlerden geldiğini görüyor (veya öyle düşünüyor), buna bağlı olarak aralarındaki çelişki ve sorunları geri plana itiyorlardı. 17 Aralık 2014 tarihinden itibaren alenileşen Fethullah Gülen cemaatiyle AKP hükümeti arasındaki savaş bu bakımdan cumhuriyet tarihinde bir ilktir. Şu anda zaten her iki tarafa da fazlasıyla zarar vermiş olan bu savaşın orta ve uzun vadede sadece cemaat ile AKP değil genel olarak tüm İslami camia üzerinde olumsuz anlamda çok daha büyük ve kalıcı tahribatı olacağını öngörebiliriz.
Ötekini suçlama devri kapandı
“Neden?“ sorusuna birkaç başlıkta cevap vermeye çalışayım:
1) Öncelikle İslami camianın, tüm kötülüklerden “öteki”ni sorumlu tutması devri böylece sona ermiş oldu.
2) Cemaat ve AKP’nin birbirlerine karşı yürüttükleri kampanyalarda geniş ölçüde “öteki”lerin geçmiş argümanlarına başvuruyor olmalarıyla bütün algı kalıpları altüst oldu. Örneğin düne kadar Fethullah Gülen’i Amerikancı ve/veya İsrail yanlısı olmakla itham etmek “ulusalcı hezeyan“ olarak görülürdü; artık değil. Yine Gülen’e yönelik “sahte peygamber“ ve benzeri suçlamalar da yıllardır değişik İslami yapı ve şahıslara yöneltilen “dini suiistimal“ suçlamalarını meşrulaştırmış oluyor. Öte yandan yakın zamana kadar Erdoğan‘ı otoriterleşmekle suçlayanlara hemen “darbeci“ yaftası yapıştıran cemaatin de artık bunun çok daha ilerisinde eleştiriler geliştirdiğine tanık oluyoruz. En nihayet muhalefet partilerinin yapamadığını cemaat başardı ve bir hafta içinde hükümet ve Erdoğan’ın adının yolsuzlukla beraber anılmasına neden oldu. Yani İslami hareket kendi büyüsünü kendi elleriyle bozdu.
3) Türkiye genel olarak muhafazakâr bir ülke olmasına rağmen dindarlar uzun bir süre sistemin dışında tutuldu. Bu olağanüstü durum nedeniyle ülke yıllarca nice sorun ve çatışma yaşadı. Neredeyse 12 yıla varacak olan AKP iktidarıyla dindarlar merkeze taşındı ve olağan bir duruma geçildi. Fakat tam da geçişin sağlanmasının hemen ardından bu savaşın patlak vermesi, asıl sorunun, sistemin merkezinde kim olduğu değil sistem olduğunu; diğer bir deyişle, cemaat-hükümet savaşı, oyuna dokunmadan sadece oyuncuları değiştirerek Türkiye’nin önünün açılamayacağını net bir şekilde bizlere gösterdi.
Bugün her iki taraf da kendisinin haklı, diğerinin haksız olduğunda ısrarcı. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Tarafların birbirlerine yönelttikleri eleştiri ve suçlamaların çoğu kulağa fazlasıyla inandırıcı, yine tarafların kendilerini savunmak için geliştirdikleri argümanlar ise inandırıcılıktan uzak geliyor.
Öte yandan şunu da biliyoruz: Yıllar sonra bugünkü argümanların, ayrıntıların çoğu unutulacak, esas olarak İslami iddialı iki yapının birbirine karşı amansız bir savaş yürüttüğü, birbirini alabildiğine yıprattığı hatırlanacak. Kimsenin kazanacağını sanmıyorum, velev ki taraflardan biri galip çıksın, bu durum onun haklılığının kanıtı olarak da görülemeyecek.
Ama muhafazakâr camianın gelecek kuşakları tarafından bu günler kesinlikle “kara bir dönem“ olarak hatırlanacak.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız
Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye’de farklı İslami cemaatler, gruplar ve şahsiyetler arasında anlaşmazlıklar, rekabetler, ayrışmalar vb. yaşanmış ama bunların hiçbiri kapsamlı bir çatışmaya dönüşmemişti. Çünkü bu İslami yapılanmaların tümü asıl tehdidin, rejimden (devletten) ve onun himayesindeki sivil kesimlerden geldiğini görüyor (veya öyle düşünüyor), buna bağlı olarak aralarındaki çelişki ve sorunları geri plana itiyorlardı. 17 Aralık 2014 tarihinden itibaren alenileşen Fethullah Gülen cemaatiyle AKP hükümeti arasındaki savaş bu bakımdan cumhuriyet tarihinde bir ilktir. Şu anda zaten her iki tarafa da fazlasıyla zarar vermiş olan bu savaşın orta ve uzun vadede sadece cemaat ile AKP değil genel olarak tüm İslami camia üzerinde olumsuz anlamda çok daha büyük ve kalıcı tahribatı olacağını öngörebiliriz.
Ötekini suçlama devri kapandı
“Neden?“ sorusuna birkaç başlıkta cevap vermeye çalışayım:
1) Öncelikle İslami camianın, tüm kötülüklerden “öteki”ni sorumlu tutması devri böylece sona ermiş oldu.
2) Cemaat ve AKP’nin birbirlerine karşı yürüttükleri kampanyalarda geniş ölçüde “öteki”lerin geçmiş argümanlarına başvuruyor olmalarıyla bütün algı kalıpları altüst oldu. Örneğin düne kadar Fethullah Gülen’i Amerikancı ve/veya İsrail yanlısı olmakla itham etmek “ulusalcı hezeyan“ olarak görülürdü; artık değil. Yine Gülen’e yönelik “sahte peygamber“ ve benzeri suçlamalar da yıllardır değişik İslami yapı ve şahıslara yöneltilen “dini suiistimal“ suçlamalarını meşrulaştırmış oluyor. Öte yandan yakın zamana kadar Erdoğan‘ı otoriterleşmekle suçlayanlara hemen “darbeci“ yaftası yapıştıran cemaatin de artık bunun çok daha ilerisinde eleştiriler geliştirdiğine tanık oluyoruz. En nihayet muhalefet partilerinin yapamadığını cemaat başardı ve bir hafta içinde hükümet ve Erdoğan’ın adının yolsuzlukla beraber anılmasına neden oldu. Yani İslami hareket kendi büyüsünü kendi elleriyle bozdu.
3) Türkiye genel olarak muhafazakâr bir ülke olmasına rağmen dindarlar uzun bir süre sistemin dışında tutuldu. Bu olağanüstü durum nedeniyle ülke yıllarca nice sorun ve çatışma yaşadı. Neredeyse 12 yıla varacak olan AKP iktidarıyla dindarlar merkeze taşındı ve olağan bir duruma geçildi. Fakat tam da geçişin sağlanmasının hemen ardından bu savaşın patlak vermesi, asıl sorunun, sistemin merkezinde kim olduğu değil sistem olduğunu; diğer bir deyişle, cemaat-hükümet savaşı, oyuna dokunmadan sadece oyuncuları değiştirerek Türkiye’nin önünün açılamayacağını net bir şekilde bizlere gösterdi.
Bugün her iki taraf da kendisinin haklı, diğerinin haksız olduğunda ısrarcı. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Tarafların birbirlerine yönelttikleri eleştiri ve suçlamaların çoğu kulağa fazlasıyla inandırıcı, yine tarafların kendilerini savunmak için geliştirdikleri argümanlar ise inandırıcılıktan uzak geliyor.
Öte yandan şunu da biliyoruz: Yıllar sonra bugünkü argümanların, ayrıntıların çoğu unutulacak, esas olarak İslami iddialı iki yapının birbirine karşı amansız bir savaş yürüttüğü, birbirini alabildiğine yıprattığı hatırlanacak. Kimsenin kazanacağını sanmıyorum, velev ki taraflardan biri galip çıksın, bu durum onun haklılığının kanıtı olarak da görülemeyecek.
Ama muhafazakâr camianın gelecek kuşakları tarafından bu günler kesinlikle “kara bir dönem“ olarak hatırlanacak.
Yazının tamamını okumak için tıklayınız