Rock yıldızı Teoman: Aslında Bülent Arınç niye rahatsız biliyor musunuz?
2011 yılında müziğe veda ettiğini açıklayan, ancak hayranlarından ayrılığa bir sene dayanabilerek 2012’de tekrar sahnelere dönen Teoman, Cumhuriyet'ten Ceren Çıplak'a konuştu.
Rock yıldızı Teoman, Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma ve
iktidarın politikalarına ilişkin olarak, “Türkiye iyice zıvanadan
çıkmış durumda. Cumhuriyetin ilk yıllarında bir sürü saçmalık
yapıldı, güneş-dil’ler, milli tarih yazımı vs. Şimdi de
muhafazakârların saçmalama sırası mı?” sorusunu yöneltti. “Yeni
Osmanlılık imkânsız ve boş bir hayal” görüşünde olan Teoman, “Recep
Tayyip Erdoğan’ın halife olma ihtimali, Hollywood’a gidip Brad
Pitt’ten daha ünlü bir aktör olma ihtimalinden daha düşük” diye
konuştu. AKP kurucularından Bülent Arınç’ın son dönemde hükümete ve
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik eleştirilerini hatırlatan Teoman,
“Aslında Bülent Arınç niye rahatsız biliyor musunuz? Ömrünü verdiği
onurlu davasının kendini kepaze edişine tanıklık ediyor diye. O
bile olanlardan tiksiniyor. Erdoğan’ın en büyük eksiği iyi bir
arkadaşı olmaması. Ona kendisiyle ilgili gerçekleri söylerdi…”
ifadelerini kullandı.
2011 yılında müziğe veda ettiğini açıklayan, ancak hayranlarından
ayrılığa bir sene dayanabilerek 2012’de tekrar sahnelere dönen
Teoman, “Hepimiz özümüzde doğamız gereği biseksüeliz, teorisi,
gay’lerin heteroları yatağa atmak için pek sevdikleri bir teori.
Gay’leri üzmek istemem ama bu bir palavra” görüşünü dile getirdi.
“Yine de toplumda göründüğünden daha çok gay ve biseksüel olduğuna
inanıyorum” diyen Teoman, “Gizlemek zorunda kalıyorlar birtakım
anlaşılabilir nedenlerle” vurgusunu yaptı.
Cumhuriyet’ten Ceren Çıplak’ın sorularını yanıtlayan (19 Haziran
2016) Teoman’ın açıklamaları şöyle:
* Son dönem röportajlarınızda sanki tek bir film var o
filmi izlemiş o heyecanı yaşamış ve ikinci kez izlemek istemiyor
gibi bir ruh haliniz var. Başka seanslarda başka salonlarda başka
filmler de var. “Hayatın ne olduğunu biliyorum ve neler
hissedeceğimi...” diyorsunuz. Ne zaman neler hissedeceğimizi bilmek
mümkün mü? İnsan yaşadıkça gördükçe değişip dönüştükçe
hissettikleri de farklılaşmaz mı? Bir apartmanın bodrum giriş
katıyla çatısının terasının manzaralarının farklı olması gibi...
Zamanla kat çıktıkça manzaramız, hissiyatımız farklılaşmaz
mı?
Başka bir taraftan açıklamaya çalışayım; şu sıralar ortaya çıkan,
kendi müziğini yapan, popüler müzik alternatifi genç müzisyenlerden
birçok beğendiğim isim var ve onların neler hissettiğini,
yaptıkları işe nasıl asıldıklarını, inandıklarını tahmin ediyorum,
biliyorum. Biliyorum, çünkü zamanında ben de onlar gibiydim.
Kariyerin ilk başlarında ilk albümünüzü elinize aldığınızda
inanamazsınız, yıllardır hayalini kurduğunuz şey gerçekleşiyordur.
Her an bir şeyler üretmek için çalışır kafanız. Kariyerinizin
büyümesine birinci elden tanık olursunuz, çok iyi hissedersiniz ama
yıllar geçer ve dünyanın rengi solar. İlk albümüm çıktığında Bodrum
sokaklarında dolaşıyordum, küçük bir barın yanından geçerken kendi
şarkımı duydum. 3-5 kız da şarkıma bağıra çağıra eşlik ediyorlardı.
Tüylerim diken diken oldu. İşte o duyguyu özlüyorum. Bana bu
saatten sonra 10 tane Grammy verseniz neye yarar ki?
* Röportajlarınızda bir de sıkıntı vurgusu çok. Partide
sıkılanlardan mısınız?
Eskiden de canım sıkılırdı ama beni oyalayan, ilgimi çeken çok daha
fazla şey vardı. Ayrıca sanatı çok kutsal bir şeymiş gibi gören
biriydim, edebiyattan, sinemadan, müzikten çok büyük tatmin
alırdım. Bana bir sürü hayal kurdururlar, düşündürürlerdi. Şimdi o
eski can sıkıntısı zamanları daha da uzadı. Birçok şeye ilgimi
yitirdim. Kırk yılda bir roman okuyorum, bu dijital çağda her film
elimin altında ama eskiden olduğu gibi ağzımın suyu akarak
seyrettiğim çok az film var. Yeni çıkan romanlar da beni
heyecanlandırmıyor eskisi gibi. Sadece eski şarkılarımı söyleyerek
istediğim kadar uzatabileceğim başarılı bir kariyerim var. Ama
hedefim yok, bu da hayatı sıkıcılaştırıyor.
* “Daha kaç vücut gerek seni unutmama...” Şarkı
sözlerinizde bolca erotizm var, vücut var. Peki, o vücutlar hep
kadın vücudu mu? Hiç erkek vücudu ve ruhu sizi çekmedi mi? Sizce
cinsel kimliklerimiz öğrenilen, öğretilen bir şey mi? Hepimiz
özümüzde doğamız gereği biseksüel miyiz?
Benim aklımdakiler kadın vücudu.
“Hepimiz özümüzde doğamız gereği biseksüeliz” teorisi,
gay’lerin heteroları yatağa atmak için pek sevdikleri bir teori.
Gay’leri üzmek istemem ama bu bir palavra. Yine de toplumda
göründüğünden daha çok gay ve biseksüel olduğuna inanıyorum,
gizlemek zorunda kalıyorlar birtakım anlaşılabilir
nedenlerle.
Şarkılarda erotizmi kullanmamın çok önemli bir nedeni var. Bir
şarkı yazarı bence stil olarak kendini anlatmayı seçiyorsa,
hayatındaki önemli konulara değinmeli. Cinsellik gibi insan
hayatının en önemli olgularından birini dışarıda tutarsanız,
anlatıcılığınız eksik kalır, herkesin aklı fikri ondayken.
* Peki, sevişmek için aşka gerek yoksa bir nedene gerek var
mı? ABD’li yazar Nora Ephron “Kadınların sevişmek için bir nedene
ihtiyacı vardır, erkeklerin ise bir yere” diyor.
Bilmiyorum, kadınların neler hissettiğini tahmin etmek zor. erotizm
çok açıklanabilir bir şey değil, herkeste de değişik işliyor. Bir
erkek arkadaşım bakımsız kadınlardan tahrik oluyor, bir kadın
arkadaşım da hanzoları salon erkeğinden daha çekici buluyor.
Herkesin nedeni ayrı.
* Aşk konuşuyoruz da şehvet, erotizm, cinsellik neden
konuşamıyoruz? Neden şarkılarımızda artık daha az yer
buluyor?
Ben şarkı sözlerini incelediğim amatörlük dönemlerimde Leonard
Cohen’in “Paper Thin Hotel” şarkısında çok açık erotik anlatımlara
rastgelmiştim. Yine Cohen’in “Chelsea Hotel No:2” şarkısında Janis
Joplin’le sevişmelerini, detaylıca öğrenmiştim. Halbuki popüler
Türkçe şarkılarda erotizm “Ayşecik ve yavrukurt” kıvamındaydı.
Oysa, türkülerde cinsellik yüzyıllardır var. Türkiye kendi
kültürünü bile budayıp, ehlileştiriyor. Nasrettin Hoca’ya da
aynısını yaptılar. Ehlileştirip onu kendileri gibi sıkıcı bir adam
haline getirdiler. Gerçek Nasrettin Hoca ağzına geleni söyleyen,
adlı adınca dile getiren biri, o yüzden de komik
zaten.
* “Şişeleri açarım, alkole koşarım, bu bomboş dünyada bir
mana ararım”. Bir mana bulabildiniz mi? Biraz bira biraz şarap
içtikten sonra yani biraz daha cesaretlendiğinizde ne görüyorsunuz
hayatın manasına dair?
Hayatımın geri kalanını en ince ayrıntısına kadar planladım, ne
istediğimi, nelerden zevk aldığımı biliyorum. Hayatın kendisi, bu
yaptığım planları pek bozmazsa manalı bir hayat yaşamış olacağım
inşallah. Eskiden olduğu gibi maceralı, riskli işlere girmek
istemiyorum, planlı gitmeye çalışacağım.
* Bir parçanızda “Gökdelenlerden tükürdüm dünyaya”
diyorsunuz ve ben bu cümleden sonra hep bir gökdelenin en tepesine
çıkıp dünyaya hem sembolik hem de gerçekten tükürmek
istemişimdir... Siz hâlâ gökdelenlerden dünyaya tükürmek istiyor
musunuz?
Ben büyürken kendimi gerçekleştirirken dünyadaki birçok şeyi de
eleştirirdim kafamda. Dünyanın tüm sistemi ahlaksızlık üzerine
kurulmuştu, insanlar sahtekârdı ve her yerde güçlüler, güçsüzleri
eziyor diye düşünürdüm. Neredeyse herkesi de ahlaki prensiplerden
ve inceliklerden yoksun, kaba bulurdum. “Gökdelenlerden tükürdüm
dünyaya” o tiksintinin ifadesi. Hâlâ aynı şekilde görüyorum dünyayı
gerçi ama eski kızgınlığım yok artık. İnsanlara daha şefkatle
yaklaşıyorum.
* Sevmeden sevişmekle severek sevişme arasında nasıl bir
uçurum var?
Zevk açısından pek bir fark yok. Sevmeden sevişmek de gayet zevkli
bir şey, aşka gerek yok.
Benim şarkıda yazdığım şeyde küçük bir fark var. “Her zaman kolay
değil sevmeden sevişmek” derken, bazen hissettiğim bir duygu
yüzünden yazdım o sözleri. Eski karımla sevgiliyken sık sık
ayrılırdık, uzun süre ayrı kaldığımız da olurdu, her seferinde
pişman olurdum, onu çok özlerdim, aklımda hep o olurdu ama başka
kadınlarla da birlikte olurdum. Aşk acımın arttığı zamanlarda
çok rahatsızlık verirdi o olay. Başka yerlerde de anlattım
bunu; mesela “Kim” şarkımda, “birbirimizi düşünüp, başkalarıyla
sevişirken” olarak.
*“Bana öyle bakma anlayacaklar” diye yasak aşka dair bir
parçanız var. Yasak aşkı cazip kılan gizli kapaklı risk ve heyacan
derler, asıl heyecanlı, riskli ve zor olan göz önündeki ilişki
değil midir?
Bence bildiğimiz anlamdaki ilişki sıkıcı. Lisede, üniversitede
filan güzel, biraz çocukça bir stille aşk yaşıyorsunuz. Bir de
ilişki insanı riyakâr yapıyor. Karşınızdakinin beğeneceği şeyleri
yapıyorsunuz, kendi istediklerinizi değil. Bazı gizlilikler yaşamak
ya da uzlaşmak zorunda kalıyorsunuz. İlla ilişki diyorsanız,
mesafeli ilişkiler bence daha doğru.
* ‘Gündüz Tarifesi’ şarkınızdan referans alarak hayat
tarifenizde ne yazıyor? Borcunuz nedir?
Daha alacağım var.
* Ekşi Sözlük’te Şebnem Ferah-Teoman evliliği diye bir
başlık var. Sahi siz hep yakıştırılan isimler oldunuz. Şebnem
Ferah’a âşık oldunuz mu hiç? Yoksa hep arkadaş
mıydınız?
Ben çok bayılıyorum bu Teo-Şebo meselesine. Biz neredeyse 30 sene
önce küçücük, acemice konserlerde rock star olma hayallerindeki
minicik çocuklardık. Hatta onu ilk gördüğüm konserde Şebo’nun yaşı
o kadar küçüktü ki ama o zaman bile çok etkilenmiştik hepimiz bu
küçücük kızdan. Şimdi hayallerini gerçekleştirdiğini, hemen herkes
tarafından beğenildiğini, sayıldığını, takdir edildiğini, başarılı
ve olgun bir kariyeri olduğunu görmek beni çok gururlandırıyor.
Beyoğlu’nda iki sokak kedisi olduğundan bahsettiler birkaç yıl
önce. Adları Şebo ile Teo’ymuş. O da çok hoşuma gitti, çok yakışmış
Beyoğlu sokak kedilerine isimlerimiz.
Şebnem ile her zaman arkadaştık ama arada bir konuşuyoruz, ileride
çok yaşlanınca evlenir birbirimize bakarız diye!
*Ne kadar “Hayalperest”siniz? Bunun üzerine şarkı
yazdığınıza göre...
Çok hayalperest biriyim, her zaman da öyleydim.
“Hayalperest” şarkımı yazarken iki şey vardı aklımda. Birincisi, o
sıralarda artık çok meşhur olmuştum, tanıştığım küçük küçük kızlar
benimle ilgili romantik hayaller kuruyorlardı, içlerinden bir
tanesinden de çok hoşlanıyordum fakat ben ilişki yaşamak için
bayağı yanlış biriydim. “Çok gençsin, çok gerçeksin, bu yüzden çok
güzelsin” sözlerini o güzel, hayalperest kızlar için yazdım,
özellikle bir tanesini düşünerek. Bir de küçükken, hep beğenilecek
biri olmanın hayalini kurardım. İnsanın, kendini var etme çabası ve
o konudaki hayalleri çok hüzünlü geliyor artık bana.
“Hayalperest”i yazdığımda, o zamanki duygularımı da
hatırladım.
*Ben de “Hataperest” diye bir şarkı yazmak istiyorum. Bazen
öyle hatalarım oluyor ki hata ama ne muhteşem bir hata da
diyebiliyorum. Sizin muhteşem hatalarınız var mı?
Üniversiteye ilk girdiğimde İstanbul Üniversitesi İşletmeyi
kazandım. Okulların ilk günü Boğaziçi Üniversitesi’ne gezmeye
gittim. Allahım, her taraf güzel kızlarla, güzel binalarla doluydu!
Okulu bıraktım, ders çalıştım, Boğaziçi’ne girdim. Rasyonel bir
davranış değil belki bu birçok kişiye göre ama bence muhteşem bir
hata.
Çok eğlendim sonra hep, bir sene sonra da zaten rock yıldızı oldum
kendi çapımda.
Hayatım boyunca, alternatiflerin bol olduğu durumlarda, hep en
eğlenceli alternatifi seçmiş birisiyim. Bu da beni bayağı hatalı
biri haline getirdi. Ama ben bayılıyorum bu hata yapma meselesine.
En güzel anılarımı ve eğlenceyi, abuk sabuk şeyler yaparken
kendi başıma dert açmışken yaşadım. Genelde bir plan yaparım, ama
yol üzerinde eğlenceli bir şeylere rastgelirsem yön
değiştiririm.
*Aşk bir ego mudur? Aşk fikrine âşık olup aslında kendine
âşık olanlardan mısınız yoksa gerçekten bir insanın ruhuna,
zekâsına ve vücuduna mı âşık olursunuz?
Eskiden âşık olduğumda filan, hiç mutlu olmazdım bir taraftan da.
Çıkacak problemleri bilirdim, zamparaydım, çok yakında büyük
dertlerle, kavgalarla uğraşacak olurdum. İşte o haldeyken yine de
bir kadına çok çekiliyorsanız, onunla bir birliktelik hayali
kuruyorsanız filan, aşk sayılabilir bu bence. Ama insanlarda şunu
gözlemliyorum; bir ilişki istiyorlar, standartlarını düşürüyorlar,
değiştiriyorlar, sonuçta birine razı oluyorlar. Bana güzel gelmiyor
bu. Dünyada sadece en fazla birlikte olmak istediğin kişiyle
olmalısın bence ya da yalnız olmalısın. Önce birini seçip, sonra
ona âşık olma havasına girmek pek berbat bir şey.
‘Erdoğan’ın en büyük eksiği iyi bir arkadaşı olmaması. Ona
kendisiyle ilgili gerçekleri söylerdi...’
* Bugünkü Türkiye gündemi malum... O yüzden “Sus Konuşma” yerine
bugün “Susma Konuş” diyebilir miyiz? Ülkede olan biteni nasıl
değerlendiriyorsunuz? Bir gökdelenin tepesinden Türkiye’ye baksanız
ne görürsünüz?
Türkiye iyice zıvanadan çıkmış bir yer. Nuray Mert’in bir yazısı
“Berbat iktidar, berbat muhalefet” diye bir başlıkla çıktı. Aynen
katılıyorum. Üniversitedeki ilk yıllarımdan itibaren İslamcı tabir
edilen öğrencilerle ilişkim olmuştu, beni sever, bazı
toplantılarına filan çağırırlardı. Mert, dürüst, ahlaklı
çocuklardı, çok saygı duyardım onlara. Ayrıca, muhafazakârların
hakir görülmesi oldum olası beni rahatsız ederdi, ahlaksızca
bulurdum. Herkesin mutlu olabileceği bir Türkiye olabilirdi,
uzlaşmazsak hiçbir zaman huzur gelmeyecekti bu ülkeye. Bir de şimdi
kendini İslamcı/muhafazakâr sayan bloğa bakın. Aslında Bülent Arınç
niye rahatsız biliyor musunuz? Ömrünü verdiği onurlu davasının
kendini kepaze edişine tanıklık ediyor diye. O bile olanlardan
tiksiniyor.
* Liseliler ‘yandaş değil çağdaş idare’, çağdaş eğitim için
art arda bildiriler yayımlamaya başladı. İstanbul Erkek Lisesi’nin
diploma töreninde okul müdürü konuşurken tüm öğrencilerin
sırtlarını dönerek protesto etmelerinin fotoğrafını görünce ne
hissettiniz?
Mutlu olmadım, bana büyük bir problemi hatırlattı. Türkiye’de
eğitim halihazırda berbat durumda. Sınav sonuçlarına baktığımızda
ortaokul ya da lise sınavlarında öğrencilerin başarı ortalamaları
yerlerde sürünüyor. Fen bilimlerinde dünya sonuncularıyla
yarışıyoruz. Bunlara bir de bütün okulların imam hatipleştirilmesi
eklendi. Sünni İslam bütün çocuklara dayatılmaya çalışılıyor. Bunun
ahlaken çok yanlış olduğu çok açıkken hem de. Devlet dini eğitim
almak isteyen vatandaşlarına bunu tabii ki sunmalı ama bu zorlama
hangi mantığa sığıyor? Şimdi de müfredatın değişmesinden
bahsediliyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında bir sürü saçmalık
yapıldı, güneş-dil’ler, milli tarih yazımı vs. Şimdi de
muhafazakârların saçmalama sırası mı? Nasıl bir tarih uyduracağız
acaba kendimize bu sefer? Baştarihçimiz Kadir Mısıroğlu mu olacak?
Çocuklarımızı kindar yetiştirelim diye, nefret duygusunu mu
körükleyeceğiz? Yeni Osmanlılık imkânsız ve boş bir hayal değil mi?
Recep Tayyip Erdoğan’ın halife olma ihtimali, Hollywood’a gidip
Brad Pitt’ten daha ünlü bir aktör olma ihtimalinden daha düşük.
Lise öğrencilerinin başkaldırmasını önemsiyorum, haklılar.
Trigonometri öğrenmek isteyen çocuklara, zorla Hz. Ebubekir’in
hayatını öğretemezsiniz.
*Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yine ses getiren bir demece
imza attı. “Anneliği reddeden kadın eksiktir, yarımdır” dedi.
“Yarım kadın” demeci size neler düşündürdü?
Binali Yıldırım’ın bir fotoğrafı var; iki tane upuzun masa yan
yana. Birinde Binali Yıldırım bir sürü erkekle beraber oturuyor,
diğer masada karısı tek başına yemek yiyor. İşte AKP’nin ve ait
olduğu kültürün kadına bakışı. Erkekler iş yapar, yaşarlar,
kadınlar da onların arkasını toplar, ayak işlerini yaparlar,
erkeklerle eşit değillerdir. Geçmiş yüzyıllardan miras kalan
gelişmemiş muhafazakâr anlayış kadını kendi başına bir varlık
olarak görmüyor. Hatta eğer bir erkeğin yanında değilse ya da çocuk
-elbette ki erkek çocuk- üretmezse işlevi bile olmadığını
düşünüyor. Çok uzağa gitmeye gerek yok, kuzenim, Bedia ablama kızım
olduğunu söylemiştim telefonda. “Olsun” dedi “Kızı veren Allah,
oğlanı da verir inşallah!” Ben de güldüm tabii. Neyse, dünyadaki
her konuda, her şeyi bilen Erdoğan bu konudaki fikrini de söylemiş
işte. Hiç şaşırmadım. Erdoğan’ın en büyük eksiği iyi bir arkadaşı
olmaması. Ona kendisiyle ilgili gerçekleri söylerdi...
* Şarkıları yazma sürecine dair anlar ya da yöntemlerinize
dair paylaşabileceğiniz bir şeyler var mı?
Bir çok yöntemim var. Bir örneği anlatayım. Küçüklükten beri
aklımda kalan bir şey var, çok etkilenmiştim o zamanlar; Erich
Maria Remarque’ın “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” romanında güle
oynaya savaşa giden çocuklar gerçeklerle karşılaşırlar. Romanın bir
yerinde bir asker vurulduğunda karnından sarkan bağırsaklarını
içeri, geri koymaya çalışır. “Çoban Yıldızı” şarkısına başlamıştım,
konu belli olmuştu. Sonra aklıma romanın film uyarlaması geldi. Çok
güzel siyah beyaz bir tonu vardı. Şarkıyı yazdıktan sonra klibini o
stilde yapmaya karar verdim.
Sonradan klibe yazdığım senaryo, sözler, “batı cehpesi…” vs. içiçe
geçti. “Çoban Yıldızı” şarkısını yaptım ve klibini çektim. Şarkıyı
can çekişen bir asker söylüyordu. Bir de 90’larda çok dinlediğim
bir Tom Waits şarkısı vardı. Hayatında hiç okyanusu görmemiş bir
kızdan bahsediyordu, çok hüzünleniyordum dinlerken. Benzer bir
duyguyu askere yükleyip, aşık olmadan, sevişmeden ölmek istemeyen
ağır yaralı bir askerin şarkısını yazdım. Kendisi önce bir düşman
askerini öldürüyor, vicdan azabı çekiyor, en sonunda o da
vuruluyordu. Zaten Türk - Kürt savaşı da beni üzer kendimi bildim
bileli, şarkı-klip ona da referans verir diye düşündüm. Estetik
olarak da 1930 yılında çekilen filmi baz alıp, klibi çektim. Çok
çalıştım klip için de, storyboardlar filan yaptım. işte benim en
zevk aldığım şekil, bu çalışma şekli ama elime gitarı alıp aklıma
esen şeyleri söyleyip 5 dakikada da yazdığım, gayet başarılı
şarkılarım var.
Kaybedenlerden mi?
*Sosyal medya hesaplarımız en çok mutlu pozlarla dolu...
Kimse #sıçtık, #bittim, #paramparça modunda değil. Hep başkalarına
mutlu ve güçlü gözükme yalanı içinde giderek kendi içimizde daha mı
yalnızlaşıyoruz?
Bir laf vardı, “hayatınızı değiştirmenize gerek yok, facebook
fotolarınızı değiştirin yeter” babında. Sosyal medya bana o kadar
çok şey öğretti ki insana dair. Sosyal medya meselesi dünyanın
delirmesini çok hızlandırdı, kanıtladı. Ayrıca benim yaşımda
biriyle de 15 yaşındaki birinin arasında sanki 10 jenerasyonluk bir
açıklık oluşturdu. Bence beklenenin tam tersi bir yere doğru gitti
sosyal medya etkisi, iletişimin imkansız olduğu bir andayız artık.
İnsanlar sosyal medya hesaplarını düzenlerken, bir markanın
reklamcısı gibi düşünüyorlar. Zaten hızla da ilgimizi yitiriyor,
unutuyoruz. Mesela, YouTube’da şarkıların dinlenme süre ortalaması
30 saniyeymiş.
* “Kayıp bir bavul gibiyim havalanında ya da boş bir yüzme
havuzu sohbaharda, çok mu ayıp hala mutluluk istemek neyse zaten
hiç halim yok” Mutluluk istemek çok mu ayıp? Neden “beni sev”
diyebilme cesaretini gösteren genelde kaybeden olur? Siz
kaybedenlerden misiniz?
“Paramparça” şarkımın kahramanını sevgi arayan biri olarak
çizmedim. Birçok ilişki yaşamış olduğu belli anlatımdan. Benim
adamım ilişkilerde problem çıkaran, sevgililerini üzmüş biri.
Sevdiği bütün kadınlarda kötü izler bıraktığı için pişman, zaten o
yüzden sarhoş olup onların hepsini arıyor özür dilemek için. Soruya
geri dönecek olursak, ben kaybeden değilim. Sağolsunlar, bir çok
kişi beni çok güzel sevdi, seviyor.