REYTİNG TAM BİR TUZAKTIR ŞEYTANIN TUZAĞI GİBİ!
Televizyonun dahi çocuğu Acun Ilıcalı'dan televizyonculuk üzerine çok özel bir röportaj.
Ömür Şahin Keyif, MediaCat Kasım sayısının Content Marketing
başlıklı kapak konusu dahilinde Acun Ilıcalı’yla özel bir röportaj
yaptı..
İşte o röportaj;
Attığınız adım gündem oluyor. Her yaptığınız program
başarılı oluyor. Sizi ‘bugün’ vazgeçilmez kılan
nedir?
Biz Acun medya olarak her programla bir numara olduk. Son
altı yılda Türk televizyonunda belli bir istikrar ve başarı
yakaladık. Ve çalıştığımız kanallara elimizden geldiğince katkıda
bulunmaya çalıştık. Aslında kanallar futbol ligi gibidir. Her kanal
şampiyonluğu; en çok seyredilmeyi hedefler.
Haftada bir programla başlayan televizyon maceramız, haftada üçe
sonra da dörde çıkınca kanalın başarısına belli bir etkimiz oldu.
Bu etki de birinciliği hedefleyen kanallar için bir tercih sebebi
oldu. Ben şöyle bir felsefe benimsedim kendime, duygularla
şekillenen bir felsefe oldu bu: bütün projelerimi hep Show TV’de
yaptım zamanında, başka bir kanala iş yapmadım. Formda olan bir
futbolcu gibi başka kanalların ilgisini çektik diye
düşünüyorum.
Acun Medya planlanmış bir proje mi yoksa klasik ‘tesadüfler
birbirini kovaladı’ hikâyesi mi?
İki taraftan bakmak
lazım. Birincisi planlı, ikincisi plansız olmak. Planlı olma durumu
şu: Projelerin uzun sürmesi için ‘bu projeyi bir daha
kullanırız, daha da başarılı oluruz daha da yararlanırız’
düşüncesiyle projeyi tüketmemek. ‘Ben çok reyting alıyorum aman ne
iyi’ deyip projeyi uzatmamak, tadında bırakıp sezonu bitirmek.
Başarımızdaki önemli etkenlerden biri reytinglerin tuzağına
düşmeyip, en yüksek reytingi de alsak belirlediğimiz tarihte
projemizde final yapmamız. Bu normalde çok az yapımcının aldığı bir
risktir. Reyting zaten aslanın ağzında. 12-13 reyting giderken bir
programa final yapıyorum diyecek yerde iki, üç ay daha
sürdürecekken, biz risk alıp onu bitirip yeni projeye başladık
bundan önceki yıllarda. Bunun geri dönüşünü de çok aldık.
Projelerimiz özlendi. Özlenince yeni sezonlara taze, seyirciyle
bütünleşecek bir şekilde başladık. Bu esnada kendimizi de
hazırladık. Projelerin üzerine de bir şeyler kattığımız zaman şunu
gördük, programlarımız daha iyi reyting almaya başladı.
Reality şovlar için konuşursak Türk televizyon tarihinde birinci
olduktan sonra reytingi ikinci, üçüncü, dördüncü sıraya düşmeyen
program bulamazsın. Bunu başaran tek ekip biziz. Onun dışında zaten
ikincisinden sonra üçüncüsü yapılan Reality şov da çok göremezsin.
Şu anda Survior’da beşinci sezonu bitirdik. Yetenek Sizsiniz’de
dördüncü sezondayız. Projelerin ömrünü uzatmak için doğru
müdahaleleri yaptığımızı düşünüyoruz. O Ses Türkiye ikinci sezonda
ve iyi gidiyor. Planlı olan bölümümüz bu bizim. Bu işin başında
olan insan olarak şu işi böyle yapalım diye planlamadım. Sadece iyi
projeleri yakalayıp o projelere hakkını vererek ortaya güzel bir
şey çıkaralım istedim. Bir sene şunu yapacağız diyemem. Orada
duygularımızla hareket ediyoruz.
İyi projenin ya da içeriğin göstergesi sadece reyting mi?
Şu reytingi düşük ‘prestij işleri’nden siz de yapmaz mısınız bir
gün?
Hiç reyting almadan prestij işi yapmaya
inanmıyorum; çünkü ticari bir müessesedir televizyon. ‘Ben sıfır
reyting aldım ama prestijli bir iş oldu’ cümlesi kendini
kandırmaktır. Büyük kanalı tercih etmeyeceksiniz o zaman, o sıfır
reytingi başka bir yerde alın ki kanala zararınız olmasın.
Ama reyting tam bir tuzaktır. Şeytanın tuzağı gibi düşünün.
Reytinge odaklandığınız gün televizyonculuğu kaybedersiniz. Çünkü
halk anlık heyecanı sevebilir ama uzun vadede hep kalitenin
peşinden koşar. Bizim seyirci gurubumuz, televizyonda başarılı
olduğumuz Acun Firarda’nın başladığı dönemdeki genç neslin devamı.
Türkiye’de televizyonculukta çok ciddi bir ilerleme var. Biz
bu ilerlemedeki seyirci-kalite dengesini yakaladık. Şöyle
düşünelim, ben Survivor’da iki kavga çıksa zaten büyük reyting
alacağım, ama ben o kavgaya karışan insanlardan birini Türkiye’ye
yollayarak kavgayı bitiriyorum, tam tersine giderek onun yerine
Ludacris’i adaya getiriyorum başka bir Survivor’da. Ludacris’i
bizim adaya getirmemizin maliyeti 250 bin dolardır en az. Böyle bir
organizasyonu yapmamızın tek bir nedeni var, Ludacris’ten sıfır
reyting alırsın, Türk halkının yüzde 5’i Ludacris’i tanımaz ama o
bir prestijdir. Seyirci senin yaptığın prodüksiyona değer verir.
İki kişinin kavgasından alacağın reyting yerine Ludacris’i oraya
getirirsen senin programın uzun yıllar sürer.
Reklamveren bir programa sadece çok reyting aldığı için
girer mi? Reklamverenin sizin programlarınızı tercih etmesinin
sebebi nedir?
Programlarımızın çok ilgi görmesinin
nedeni şu: Ailede sekiz birey var diye düşünüyoruz
toplantılarımızda. Anne, baba, anneanne, dede, iki yetişkin evlat
ve çocuklar… Programlarımızda bu bireylerin sekizine de hitap
ediyoruz. Eskiden Survivor sadece gençlere hitap ediyordu.
Biz oraya ünlüleri koyduktan sonra kafası işle dolu olan
yetişkinler de kendisini Survivor’ın içinde buldu. Biz bu sene
Survivor’da reyting rekoru kırdık. Ailede sizi izleyen bireyleri
artırdığınız zaman, reytinginiz arttığı gibi, reklamverenin
de dikkatini çekersiniz. Çünkü 10 ürünün 8’i ailenin tüm
bireylerine hitap eder.
Neden kendiniz içerik yaratmıyorsunuz da onun yerine yurt
dışından ihraç ediyorsunuz?
Televizyonculuğun bir
numarası Amerika’dır ve orada gördüğünüz hiçbir içerik özgün içerik
değildir. Dünyanın en iyisi kalkıp Avrupa’daki format
merkezlerinden format alıp, bunu kendine göre işliyorsa bizim
kalkıp da icat yapmamız kadar saçma bir şey olamaz. Bu kadar büyük
bir rekabet olan, reyting matematiği bu kadar zor olan bir ülkede,
bizim bir şey icat etmemizin kazancı ne olabilir? Tavlayı biz mi
icat ettik? Kart oyunlarını biz mi icat ettik? Bir arkadaş
gurubunun icat ettiği bir şey var da oynanıyor mu Türkiye’de? Bir
bilim dalıdır format. Hollanda’da bir şirkete gidiyorsun, orada
herkes oturmuş bu iş üzerine çalışıyor. Türkiye’de zaten format
şirketi yok ki.
Bana gıcık olabilir bir insan, buna saygı duyarım. ‘Bu adam
dışarıdan format alıyor getiriyor’ diye. Zaten gördüğünüz bütün
televizyon programları dışarıdan alınmış formatlar. Bizimkiler
popüler olduğu için deniyor ki ‘aynısı Amerika’da var’.
‘Var mısın Yok musun?’ Romanya’da tutmamış. Programlarınızı
sizden önce Türkiye’de deneyip başaramayanlar da oldu. İyi içeriğin
kokusunu nasıl alıyorsunuz? Ve neden siz yapınca
tutuyor?
Bizim televizyon tarihinde gurur duyduğumuz
olaylardan biri Var mısın Yok musun’un daha önce iki, Survivor’ın
ise bir kere denenip batmış olması. Bunlar bizim için değerli. Çok
basit bir metodum var orada. Ben bir programı izleyip keyif
alıyorum, eğleniyorum sonra sana, sonra üç beş arkadaşıma
seyrettiriyorum formatı. Beğendiler mi? Evet. Bütün matematiğim şu:
En zevk aldığım işleri seçiyorum gidip yurtdışından format
bakarken. Getiriyorum, bütün Türkiye’yle eğleniyoruz.
Programı Türkiye’ye uyarlarken farklı olarak ne
yapıyorsunuz? Britain’s Got Talent’teki yarışmacıyı yeren tavrı
Yetenek Sizsiniz’de görmüyoruz örneğin…
Bizim bakış
açımız şöyle, bizim halkımız aşağılanmayı sevmiyor zaten, çok iyi
niyetli, bizim insanımız mağdur insanı seviyor. Bizden önce
yurtdışındaki taklit ediyorum derken aynı kavga eden, aşağılayan
jürileri yaptılar. Bizim Türkiye’de kavga etmeyen ilk jürimiz Ali
Taran’lı, Hülya Avşar’lı jüridir. Herkes birbiriyle arkadaş,
samimiyet maksimum. İkinci jürimiz ise O Ses Türkiye jürisidir. Bir
insanın kendi pozisyonu veya parası nedeniyle bir diğerinden üstün
olduğunu ya da aşağılama hakkı olduğunu düşünmüyorum. Uzun vadeli
projeksiyon dediğimiz, halkın sevdikçe sempatisinin artması. Örnek
vermek gerekirse, İtalyan televizyonunda Survivor yapılıyor, ilk
sene bütün ada birbirine giriyor 40 share alıyorlar ertesi sene
yine kavga oluyor 30 share alıyorlar bir sonraki sene yine
birbirine giriyor ada ve 25 share alıyor, bu işi tüketir. İnsanlar
‘yeter artık’ der. İnsanlara iyi gözükelim diye iyi davranma durumu
da yok bizde. Kazandığımız nokta da o, ben sevdiğim insanları jüri
yapıyorum, ben de mümkün olduğunca iyi davranan bir insanım. İyi
niyetli bir jüri çıkıyor insanlar fazlasıyla izliyor. Bu
televizyonculukta bizden önce düşülen bir tuzaktır. Negatif
davranışları sergileyince herkes seni seyretmiyor, düzgün
davranınca da herkes yine seyrediyor. İnsanlar iyi şeyler görmek
istiyorlar, buna alıştırılmalı ya da insanlar, benim felsefem o.
Bazen limitler de zorlanabilir, belirli bir noktaya kadar şaka
yapılabilir, dalga geçilebilir ama mühim olan iyi niyet. En büyük
zaferimiz iyi niyetin zaferi diyebilirim. Kimseyi gücendirmeden,
kimsenin gururunu kırmadan çok iyi reyting alıyoruz bu da gelecekle
ilgili ümitlendiriyor beni. Eğer iyi niyetli bir jüriyle reytingim
çökseydi o zaman gerçekten üzülürdüm.