'Reisçiler' Davutoğlu dosyasını açtı! Pelikan bildirisini o isim mi yazdı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu arasındaki derin çatlağı yazan "Pelikan dosyası" yazısını, A Haber'de yaptığı programlarla bilinen Cemil Barlas'ın yazdığı iddia edildi.
BirGün Gazetesi Yayın Danışmanı ve yazarı Barış İnce, Twitter
hesabından "Reisçilerle kısa adamcılar bu pelikan bildirisi ile
kavgayı ortaya saçtı ya. Barlas'ın oğlu yazdı onu ve yanında
çalışan biri paylaştı" diye yazdı. Yazı için Cemil Barlas'ı işaret
eden İnce'nin Barlas'ın yanında çalıştığını ve yazıyı paylaştığını
söylediği isim ise Ekin Gün'dü.
Barış İnce şunları yazdı:
"Reisçilerle kısa adamcılar bu pelikan bildirisi ile kavgayı ortaya
saçtı ya. Barlas'ın oğlu yazdı onu ve yanında çalışan biri
paylaştı. Bu yanında çalışan ve tweeti atan çocuk, adı solcu adı
olduğu için aklımda kaldı. Erdoğancı olmuş bu. Eskiden epey bir
solcu gibiydi. Şimdi 'Reisçi' olan ve yazıyı ortaya atan bu çocuk 5
sene önce solcu gibiyken, bana ve gazeteme hakaretler ederdi.
Saklamışım ben. Bu #PelikanBildirisi denen şeyi Twitter'da yayan
çocuk 2012'de biz 19 Mayıs kutlu olsun yazdık diye kızmıştı. Aynı
çocuk bir yıl içinde soldan sıyrılıp bizim AKP ile Feto'nun arasını
bozmaya çalıştığımızı iddia etti. Beş sene önce bu 'pelikan' sol
liberal iken bana da dalınca ben biraz gençtim biraz sıkıntı
oluştuydu. Onları paylaşmayım şimdi. Sonra bu demokrathaber'de
yürüdü, olmadı DSİP gibi oldu BirGün'de sövdü hepsi gibi, yetmedi
Taraf'a yamandı. Sonra Barlas'ın oğlu işe almış. Kısa adama çakılan
yazıda gazeteci dili kullanılmış. Bir yerde de reisi savunanlar
diye kimi 'gazeteci' isimleri geçiyor :) Barlasın oğlu dayanamamış
kendi ismini de orada geçirmiş. Sonra bu çalıştırdığı zırtapoza
demiş ki bunu yay. Bu zaten Altınok geni taşır. Yani Pelikan Cemil.
Ama öyle hırslı ki adını yazıda geçiriyor :) Bu arada bize küfür
ederek yükselen ve onun yamağı olan çocuğun da... gerisini isteyen
gönlünce tamamlar. Tüm bu pisliği Haziran/Gezi Türkiyesi temizler
diye bitireyim. İyi günler."
BİLDİRİDE NE DİYORDU
John Grisham’ın filme de uyarlanan kitabından esinlenildiği belli
olan “Pelikan Dosyası” adlı bir blogda Davutoğlu- Erdoğan kavgası
ile ilgili çok çarpıcı bir yazı yayımlandı.
“Selam Olsun!” başlığıyla imzasız olarak yayımlanan yazıda; Erdoğan
– Davutoğlu arasındaki kavgaya kendi deyimleriyle “Reis”, yani
Erdoğan cephesinden bakıyor. Bunu yaparken de doğruluğu henüz
bilinmeyen birçok iddiada bulunuyor.
Öte yandan bazı isimler ise yazıyı, bir süre önce AKP'nin artık
Ahmet Davutoğlu ile yola devam edemeyeceğini söyleyen Nasuhi
Güngör'ün yazdığını iddia etti.
İŞTE O YAZININ TAMAMI:
“Hocanın ekibi yeterince konuştu.
Hocalarıyla beraber yeterince ortalığı karıştırdı.
Biraz da biz konuşalım mı?
Biraz da, REİS için canını feda edecekler konuşsun mu?
Çok az kişi aslında neler olduğunu biliyor.
Kabus gibi.
Hani çığlık atarsınız da kimse duymaz ya..
İşte öyle bir şey.
Hani herkesin ortasında cinayet işlenir de kimse aldırmaz ya..
İşte öyle.
Yani benim hissettiklerim öyle.
Her şey ortada, ama gören yok.
İnsanlar uyumak yerine, sırf ortada olanı görmeyi başarabilselerdi,
benim bu yazıyı yazmama gerek kalmazdı…
Buradan çığlık atıyorum. Duyun artık:
Hanımlar! Beyler! Burası dehşet bir ülke.
Hiçbir şeyin yüzeysel bir bakışla görülemeyeceği bir ülke.
Üzerinde tüm süper güçlerin satranç oynadığı bir ülke.
Öyle Ergenokun’u pasifleştirmekle, paraleli tırstırmakla falan, bir
günde güllük gülistanlık olacak bir ülke değil.
Bir haini def etseniz, yerine hemen yenisini getirirler.
Öyle kolay kolay, bizi bize bırakmazlar.
İcabında bizden olanları bile bize karşı hale getirirler.
Onun için gözlerinizi dört açın!
Etrafınızda ne oluyor, şöyle bir bakın.
Ama iyi bakın. Yüzeysel bakmayın.
Ve görün benim gördüklerimi.
Şimdi biraz da siz çatlayın:
**************************************************
Temayül yoklamalarında 1. Gül, 2. Yıldırım, 3. Davutoğlu çıktı.
Buna rağmen REİS hocayı parti başkanı yaptı.
Gül’ün çok yakışıklı İngiliz arkadaşları, bir de REİS’ten ve
ailesinden nefret eden, ancak Hürriyet’e de pek aşık, ‘intifada’cı
bir hanımı vardı.
REİS Gül’ü başkan yapmadı.
Yıldırım REİSçiydi.
Falsosu yoktu. Başarılıydı.
Parti tarafından seviliyordu.
Ama yeterince karizmatik değildi.
Kukla muamelesi yapacaklardı.
REİS Yıldırım’ı da başkan yapmadı.
Davutoğlu güzel konuşuyordu.
Hocaydı.
Ayrıca, görece tazeydi.
Uzun yıllar REİS’le de çalışmıştı.
Evet kibirliydi. Hem de çok.
Her şeyi o bilirdi. Ama teorik olarak.
Pratikte genelde çuvallardı. Örnek; Suriye.
“6 ayda Esed devrilir” dedi. Demekle de yetinmedi, bütün planlarını
buna göre yaptı.
B planı yoktu. Çünkü çok emindi. Kendinden. Zekasından.
Bilgisinden. Okumasından.
Esed kaldı. Hoca çuvalladı. Sonra bir sürü sıkıntı.
REİS yine de hocayı başkan yaptı.
Neden mi?
a) REİS hocanın, Suriye ve Filistin politikalarından hareketle,
kendini devirmek isteyen Batı’yla uzlaşmayacak bir politikacı
çıkacağını umuyordu.
“Bu hoca, Batı’yla da, onun ülkemizdeki truva atları olan
paralellerle ve Doğan medyasıyla uzlaşmaz” diye düşünüyordu.
b) Başkanlık sistemine geçerken argüman üretir, akademik
karizmasını, taze politikacı kimliğini bu yolda işlevsel hale
getirir diye düşünüyordu.
Kendisinden bu iki konuda söz aldı.
“Temayül yoklamalarını biliyorsun, seni BEN başkan yapıyorum! Ama
bu iki konuda söz vermen şartıyla” dedi.
Hoca kabul etti. Ya da etti gibi göründü. Bilmiyorum.
Fakat etrafındaki muhteris danışmanlar kabul etmediler. Bunu
biliyorum.
Ali Sarıkaya, Osman Sert, Taha Özhan, Hatem Ete ve Ertan Aydın
başlıcaları.
Bunların hepsi “okumuş” çocuklar.
Çok okumuşlar.
Bildiğiniz gibi değil.
Hepsi Allah’ın lüftu.
Hoca da “okumuş” adam.
REİS ise Kasımpaşalı.
Olur mu? Olmaz? Yakışır mı? Yakışmaz!
Dolayısıyla onların yönetmesi lazım.
Bir de REİS var, huzur yok. Batı durmuyor. Gezi, paralel falan.
Bir de yolsuzluk iddiaları.
İddiaların yalan olduğunu hepsi bok gibi biliyor ama olsun,
iddiaların ortaya çıkması bile çok sinir bozucu bu ekip için.
İddiların değil REİS’in çürütülmesi lazım.
REİS giderse, bu “okumuş” ekip gelirse, ülkemin tadından
yenmez.
Herkesle barışacaklar, REİS’i kurban edecekler.
Sonra kadayıf gibi bir ülkemiz olacak.
Bu kadar basit.
Hasılı kelam bu ekiple birlikte hoca, REİS’ten bağımsız, Batı’ya
bağımlı politikalarını belirledi.
*****************************************************
1
Reis’in ekonomi yönetimini ekarte etmek için ilk iş “Şeffaflık
Yasası”nı çıkartalım dedi hoca.
REİS’in haberi olmadan hazırladı yasa paketini.
Ve kamuoyuna bizzat kendisi açıkladı.
Sonra REİS kendisiyle istişare edilmeden bu paketin hazırlandığını
söyledi.
Hoca ve muhteris danışmanları tırstılar.
Paketi geri çektiler.
2
Ama hoca kararlıydı.
Gelir gelmez REİS’i yiyecekti.
17-25 Aralık üzerinden 4 bakanı Yüce Divan’a gönderme oylaması
sırasında bir konuşma bahanesiyle İngiltere’ye gitti, meclis
grubunun başında durup liderlik etmedi. Ardından Davos’a gitti.
Ordan da New York’a sermaye gruplarıyla buluşmak için geçti.
Davutoğlu’nun ABD ziyareti hakkında soru sorulan Beyaz Saray
yetkilisi bile “Türk Başbakanı’nın burda olduğuna dair bilgimiz
yok” dediği bir geziydi bu.
Biliyorsunuz mesele 4 bakan meselesi değildi. REİS’ti.
Önce bunlar Yüce Divan’a gönderilecekler, sonra da REİS.
Lakin hoca bu kadar kritik bir meselede ortada yoktu.
Bunu herkes biliyor.
Kimsenin bilmediğiyse;
Yüce Divan oylamasından bir gün önce 4 bakanın partiye
çağrıldığı.
Bağış, Güler, Bayraktar, Çağlayan gecenin yarısında partiye
gider.
Hocanın kurmayları kendilerine mecliste aklanmaları gerektiğini
söyler.
Bakanlar “siz bizim ak olduğumuzu düşünmüyor musunuz?” diye
sorar.
“Düşünüyoruz tabi, ama milletin önünde de aklanmanız lazım” diye
cevap verirler.
Bakanlar,
“Biz kendimizden eminiz.
Zerre yolsuzluğumuz yok.
Aklanırız da.
Ancak bu süreç yıllarca sürer, partinin de çok başı ağrır.
Ama en önemlisi, paraleller REİS’i Yüce Divan’a çıkartma imkanı
bulabilirler, emin misiniz?” diye sorarlar.
Hoca da gelmiştir.
“Bu bizzat Cumhurbaşkanımızın talimatıdır” der muhterem
hocamız.
Çıktıklarında bakanlar çok şaşkındır.
Bağış REİS’i arar. Durumu sorar.
REİS “olur mu öyle şey?!” der.
“Gelin İstanbul’a hemen!” diye ekler.
1 saat sonra, bu sefer REİS Bağış’ı arar:
“Siz Ankara’da bekleyin, ben geliyorum”
Sabahın köründe buluşurlar. Bakanları dinler.
REİS kendisine yönelik kumpasın farkına varır.
Sonra hocaya zılgıtı çeker.
Yüce Divan oylaması ertelenir. Hoca da fırsattan istifade
İngiltere’deki toplantısına gider.
Düşünebiliyor musunuz?
Şayet gecenin köründe Bağış o telefonu açmamış olsaydı, bugün belki
de darbe yaşamış bir ülke olacaktık!
3
Hoca REİS’i devirmekte başarısız olunca, onu zayıftatmaya karar
verir.
Yine onunla istişare etmeden Fidan’ı milletvekili yapmaya
kalkar.
İşin kötüsü Fidan da REİS’le istişare etmeden hemen hocasının
kucağına atlar.
Bu sefer REİS, medya mensuplarının karşısında hocayı ve Fidan’ı
azarlar.
Fidan Umre’de REİS’i bulur.
Nedamet getirir.
Sonra tekrar görevi kendisine iade edilir.
4
Hoca yılar mı hiç! Bu sefer de sazı eline almaya karar verir.
REİS’in 10 seneden fazladır ince ince işlediği çözüm sürecinin
kaymağını yemek ister.
Dolmabahçe’de HDP’lilerle Yalçın Akdoğan, Efgan Ala ve Mahir Ünal
bir araya gelir.
Dolmabahçe Açıklamasına dışarıdan bakınca çok pozitiftir.
PKK baharda silah bırakmaya davet edilecektir falan.
Fakat asıl konuşan taraf HDP’dir.
Başta Sırrı Süreyya olmak üzere, HDP ekibi sazı eline almıştır
artık.
Çözüm sürecinin gidişatını onlar belirler hale gelmiştir.
Şartları onlar tayin eder olmuştur.
O kadar ki Apo’yla sivil akillerin buluşturulmasına bile karar
vermişlerdir.
Bizimkiler de “tamam” demiştir.
Devletin bu kadar aciz hale düşürüldüğü başka bir örnek gelmiyor
aklıma.
Bugün yaşadığımız terör belasının ardındaki en büyük sebeplerden
biri bu sergilenen acziyettir.
HDP’lilerin bu denli şımartılmasıdır…
Sonra REİS, bir ay boyunca PKK tarafının azgınlıklarına rağmen
İzleme Komitesi kurulacağı manşetlerde yer alınca, kendisiyle
istişare edilmeden Dolmabahçe açıklamasının yapıldığını söyler.
Apo’yla akillerin görüştürülmesinin de, Apo’nun elini
güçlendireceğini ilave eder.
Mesele kapanır.
Ama dediğim gibi etkileri bugün bile devam etmektedir.
5
Bu sefer Bülent Arınç meydandadır.
REİS’in yalan söylediğini, kendisinin süreçten haberdar olduğunu ve
ülkeyi hükümetin yönettiğini söyler.
Asıl kimin yalancı olduğunu söylemeye gerek yoktur diye
düşünüyorum.
Hocamız hemen Arınç’a telefon açar, televizyondaki REİS-karşıtı
açıklamalarından ötürü Arınç’ı tebrik eder.
6
Yarattığı hengameler sonunda seçimde hüsrana uğrayan hoca;
Aydın Doğan’ın damadının, Koç’ların ve diğer TÜSİADçıların ayağına
(Ali Kibar’ın evinde) gitmiş olsa da,
Erdoğan’ı yeniçeriler tarafından katledilen III. Selim’e benzeten
Economist Dergisi’ne koşa koşa röportaj vermiş olsa da,
Doktoruna kadar bütün akraba ve ahbaplarını vekil listesine koymuş
olsa da,
başarılı olamaz.
Başkanlık meselesini neredeyse ağzına hiç almamıştır seçim
kampanyalarında.
FETÖcusundan PKK’lısına, tüm hainlerin REİS’e “hırsız” “hırsız”
diyerek ortalığı inlettikleri bir dönemde cevap mahiyetinde tek
kelam etmemiştir.
Partide de bu konularda herhangi bir hareketlilik
yaşanmamıştır.
REİS meydanlara inmeden önce yüzde 38’e kadar düşer oylar.
REİS, son bir ayda meydanlara inmeye karar verir ama yanlış
politikaların faturasını halk kesmiştir artık.
Sonuç yüzde 41’dir.
REİS’siz siyasetin bedeli ağır olmuştur.
Ama hoca hâlâ asıl sorunun REİS olduğunu düşünmekte ısrar eder.
7
Seçimden hemen sonra “başkanlığı getirmek istedik, halk yetki
vermedi” açıklaması yapar.
8
REİS’e yönelik hırsızlık iftirası kampanyasının asenası olarak arzı
endam eden Bahçeli “Bilal’i ver koalisyonu al” diye nara atmaya
başlar.
REİS çok öfkelenir.
Kendisinden açık açık çocuğunu kurban vermesini
istemektedirler.
Hoca ise Bilal Erdoğan’ı kurban olarak isteyen Bahçeli’nin meclis
yeminini sonuna kadar bekler.
Ve sonra da tüm kabinesiyle birlikte alkışı basar.
9
Hoca artık REİS’i devirmenin tek yolunun başkanlık yolunu kapatmak
olduğuna kanaat getirir.
Bunun içinde mutlaka koalisyon yapması lazımdır.
Koalisyon hükümetinden başkanlık sistemine “olur” vermesini
beklemek imkansız olduğu için hoca “koalisyon da koalisyon” diye
tutturur.
Fakat muhalafet son derece nazlıdır.
Buna rağmen Kılıçdaroğlu “koalisyonu Erdoğan istemiyor” türünden
açıklamalar yapmaya başlar.
Hoca bu açıklamalara hiç itiraz etmez.
Halbuki REİS hocaya “koalisyon kurabilirsen kur ama ısrarcı olma,
partiyi aciz gösterme, en kötü ihtimal erken seçime gideriz” diye
defaatle söylemiştir.
10
Bu arada Hoca yavaş kendi medyasını kurmaya başlar.
Mustafa Karaalioğlu (ES Medya’da iken ayda 100binden fazla maaş
alan, kendisine 400 metrekarelik ofis kuran bu zat Ethem Sancak’ın
bütün telkinlerine rağmen Feto’nun beddua haberini bile manşetten
görmemiştir, Ekrem Dumanlı’nın Akit muhabirine attığı tokatı arka
sayfalara gömmüştür, 17 Aralık’tan sonra bile Ekrem Dumanlı’yla
dirsek teması bir süre devam etmiştir, Gezi sürecinde kısık sesle
konuşmuştur, sonra görevden alınınca “objektif” gazetecilik yapmaya
karar vermiştir),
Mahçupyan (REİS hakkında eşcinsellik imasında bile bulunan bir
herif),
Hakan Albayrak (hocayı savunacağım, REİSçilere çakacağım derken
Ahmet Hakan’ı bile savunan bir zavallı) ve Diriliş Postası,
Yıldıray Oğur ve Ceren Kenar (bakanların Yüce Divan’a gönderilmesi
gerektiğini yazdı, Mahçupyan’a siper oldular, Babacan’a sahip
çıktılar, Can Dündar bırakılınca sevinçten havalara uçtular), Genç
Siviller ekibi (Yıldıray Oğur’un talimatıyla AK Parti gençlik
kollarının üst kademelerine sızdılar),
İbrahim Karagül (1 Kasım seçimlerine bir hafta kala, içinde Ali
Bulaç gibi paralellerin de ilk sayfada yer aldığı “gelin uzlaşalım
kampanyası” başlattı; “Kabinede mason bakan korkusu” türü
haberlerle kabineye ayar vermeye çalıştı) ve Yeni Şafak ekibinin
neredeyse tamamı (elbette ki Salih Tuna, İsmail Kılıçarslan, Leyla
İpekçi, İbrahim Tenekeci gibi bazı istisnalar hariç).
Abdülkadir Selvi (Yeni Şafak’ta yazdığı dönem, eskiden Aydın
Doğan’ın 28 Şubat sürecindeki rolü üzerine yazdığı yazıları unutup
CNN ekranlarına çıkmaya başlayarak Doğan medyasıyla dirsek temasına
giren, bu arada yavaş yavaş REİS eleştirilerine başlayan, ve
sonunda Hürriyet’e geçiş yapan şaşkın)
Akif Beki (REİS’in basın başdanışmanlığı sebebiyle adam yerine
konulan, sonra kapağı Radikal ve Hürriyet’e atan, Karar’ın
kuruluşunda bizzat etkili olan, ve bugünlerde köşesinden REİS’e
“işler daha da çirkinleşebilir” tehditler savuran)
Taraf‘ın tamamı (Alkım ziyareti sonrası)…
Mahçupyan köşesinden REİS’e yardırmaya başlar.
REİS meydanlara indiği, “Başkanlık” dediği için seçim
kaybedilmiştir.
Hoca itiraz etmez.
Hakan Albayrak “artık konuşma reis!” “artık köşene çekil reis!”
yazıları kaleme alır.
Hoca itiraz etmez.
Bu ekip kendi medyalarında iki seçim arası dönemde tam yüzden fazla
haber ve köşe yazısı yazar REİS karşıtı.
Bu arada REİS tarafından çok fazla ses çıkmaz.
Zira REİS müsaade etmez.
Hocayı kendi ıslah edecektir.
Dışarıya kavga görüntüsü vermeyecektir.
11
Hilal Kaplan, Melih Altınok, Kurtuluş Tayiz, Cemil Barlas, Haşmet
Babaoğlu gibi isimler inceden dokundurmaya başlar hocaya.
Fakat Suheyb Öğüt Aktüel’de çok sert bir eleştiri yazar.
“Hoca felç geçiriyordum” diye inlemeye başlar.
Derhal Turkuvaz grubunu arar. Yazıyı kaldırtır.
Grup yazıyı hocadan tırstığı için değil, REİS’in politikası bu
yönde olduğu için kaldırır.
Öğüt de durumu öğrenir, “eyvallah” der.
Bu arada bizim hocacı liboşlar da susmaktadır.
Şirin ve güler yüzlü hocamız kendisi hakkında ilk defa net bir
eleştiriyle karşılaşmış ve ilk tepkisi bu yazıyı kaldırtmak
olmuştur.
Bildiğin, Öğüt’ü sansürlemiştir.
Ama ne Mahcupyan, ne Oğur ne de başka bir özgürlükçü vatandaş bu
durumu umursamıştır.
Durum hâlâ aynıdır onlar için;
kendisine her gün küfredilen,
uluslararası operasyonlarla devrilmeye çalışılan,
oğlu bile kendisinden kurban olarak istenen Erdoğan baskıcıdır;
kendisini eleştiren ilk yazıyı sansürleyen hoca ise demokrat.
12
Hoca artık kendisine ait müstakil bir medya kurma vaktinin
geldiğine KARAR verir.
(Söylemeye gerek var mı bilmem: Bir siyasetçinin kendine ait yeni
bir medya kurması, kendine ait yeni bir parti kurmasından
farksızdır.)
Basın danışmanı Osman Sert’in desteğiyle KARAR’ı kurar.
KARAR’ın finansmanı “örtülü” olarak halledilir.
Yeni Şafak’a ise Ülker’in arka çıktığı söylenmektedir.
Hani şu hocanın lise arkadaşı Murat Ülker.
Hani şu hocanın vakfı Bilim-Sanat’ı finanse eden Murat Ülker.
Hani şu Rothschild’den aldığı kredilerle Godiva’yı satın alan Murat
Ülker.
Hani şu başörtülü kadın nefretçisi Bedrim Baykam’ın boş çerçevesine
500bin TL veren Murat Ülker.
Hani şu Ali Atıf Bir Denen paralel vatandaşı kendi üniversitesine
(Şehir) rektör olarak atamaya kalkan Murat Ülker.
Hani şu, Harvard’a milyonlarca dolar bağış yapıp kendi
üniversitesindeki yüksek lisans öğrencilerinin burslarını kesen
Murat Ülker.
Hatırladınız değil mi?
Hah işte o adam.
En çıldırtıcısı ne biliyor musunuz?
Kendi medyasını kuran hocamız daha geçen gün, Turkuvaz’ı hedef
alarak “medya üzerinden siyasete dizayn vermeyin” diye çıkış
yaptı.
Galiba şunu söylemek istedi:
Ben çok uğraştım ama yapamadım, beceremedim, Karar bütün çabamıza
rağmen hala 2 bin satıyor, ne olur siz de yapmayın, tavsiye
etmem.”
13
Eylül’de MKYK’yı baştan sona kendi şekillendirmek isteyen hocaya
karşı, REİS’in talimatıyla Binali Yıldırım devreye girdi.
1353 delegenin 900’ünün imzasını topladı.
Sonra da Abdülhamit Gül’den Mehmet Muş’a, Berat Albayrak’tan
Ayşenur Bahçekapılı’ya kadar REİSçi pek çok isim MKYK’ya girdi.
Gül’ün ekibi (Hüseyin Çelik, Ali Babacan, Mehmet Şimşek vs.) ise
safdışı edildi.
14
Madem ki partinin has isimleri ve tabanı kendisine destek
vermiyordu, o zaman diğer kesimlerin desteğinin alması lazımdı.
Gezici ve PKK’cı güruha bile şirin gözükmek için,
PKK’nın ortalığı kan gölüne döndürdüğü, HDP’nin terör propagandası
yaptığı, canlı bomba taziyelerine gittiği dönemlerde bile HDP’ye
yönelik bir tepki ortaya koymadı.
Baktı ki MHP kendisini eleştirmeye başlamış, işte o zaman, şişin ve
kebabın yanmaması için, “bütün dokunulmazlıkları kaldıralım”
dedi.
Daha kötüsü hocanın iki adamı, Naci Bostancı ve Ali Sefer Üstün,
dokunulmazlık meselesini görüşmek üzere katil HDP’nin ayağına
gitti.
Sırrı Süreyya bu şaşkın ikiliyi ceketsiz, kravatsız, gömleksiz,
basit bir kazakla karşıladı.
Dayı dayı konuştu. Artistliğini yaptı, bunlar da Sırrı’ya
hürmetlerini arz edip gittiler.
15
Bitmedi! Hoca PKK’ya yönelik olarak “2013 Mayıs şartlarına
dönülürse her şey konuşulabilir”
diye bir açıklama yaptı.
Barış zamanında savaşı konuşan ne kadar hainse, savaş zamanı barışı
konuşan da işte o kadar haindir.
16
Aynı günlerde AK Parti milletvekili Özhaseki “paralel fabrika
ayarlarına dönerse mücadele biter” açıklaması yaptı.
Hocamdan tek bir itiraz gelmedi.
17
Avrupa Parlamentosu başkanı Schulz, REİS’e en galiz şekilde
küfreden video klibe yönelik Türkiye’nin verdiği tepkiye karşı yine
REİS’e yönelik “otoriter” kabilinden hakaretler etti.
Hocamız ise Schulz’a karşı tek kelam etmedi.
18
Schulz’un
“Biz Erdoğan’la anlaşmadık. Bizim muhatabımız Davutoğlu’dur,
hükümettir, onlar da gayet ciddi muhataplar”
sözleri üzerine hocamız yine tek kelam etmedi.
REİS ise önce bu Nazi bozmasına çaktı:
“Bahsettiğiniz kişi, benimle ne zaman görüşse, liderliğimin ne
kadar saygın olduğundan söz eder.
Yüzüme karşı böyle konuşan bir insanın şimdi o türden tavırlara
girmesine ne demeli?
Ben bu tür davranışları, Alman ekolünün Türkiye’ye bir operasyonu
gibi görüyorum.”
Sonra da mülteciler konusunda Almanya’ya övgüler düzen hocaya:
“3 milyar euro meselesinde en büyük yükü Almanya alıyor deniliyor.
Halbuki cüzi bir miktar hariç, Türkiye’ye gelen bir şey yok. Bizden
neyin projesini istiyorsunuz? Sizin proje dediklerinizi biz çoktan
yaptık. Proje diyerek kimse bizi aldatmasın.
Birileriyle fotoğraf verebilmek için böyle şeylerin içine girmeye
gerek yok”
19
Her işte çuvallayan hocamız artık ne yapacağını, REİS’i nasıl
görünmezleştireceğini, kendisinin nasıl varlık göstereceğini
şaşırır hale geldi.
“Schengen vize anlaşmasını dört ay öne alacağız. Bu bizim
başarımızdır” türünden laflar etti.
REİS “artık yeter!” dedi ve patladı:
“Başbakanlığım döneminde Schengen’in Ekim 2016’da uygulamaya
gireceği açıklandı. 4 ay öne çekmenin kazanım gibi sunulmasını
anlayamıyorum. Küçük şeylerin büyük kazanım gibi sunulmasına
üzülüyorum.”
20
REİS Obama’yla görüştü. Bütün ABD, REİS’in ayağına geldi. Bizim
FETÖcu, Gezici ve PKKcı medya mosmor oldu.
Sanıyorum hocam da öyle oldu.
REİS-Obama görüşmesinin üzerinden bir ay geçmeden, hocam Beyaz
Saray’dan randevu istedi.
Başka söze gerek var mı?
21
Hocam, Osman Sert eliyle Taha Ün’ü kendi trol ekibine dahil
etti.
İşin kötüsü Taha Ün’ün eşi, Emine Erdoğan hanımefendinin özel kalem
müdiresi Sema Silkin.
REİS açısından ne kadar berbat bir durum değil mi?
Taha Ün ve ekibi, yanlarına birkaç hırdavatı da alıp, hocayı
eleştiren herkesi tvitırda FİTNEci ilan etmeye başladı.
22
Hocanın fahri danışmanı yeni gazetecisi Mahcupyan,
PKK ile masayı kuran onlarca yazı yazdı;
devlete, “dönüp dolaşıp PKK’nın ayağına geleceksiniz, gelmezseniz
anti-demokratiksiniz, gayrimeşrusunuz” minvalinde yazılar
döşendi.
23
Beştepe’ye karşı paralellerin “İsrafsaray” hakaretleri, 250bin
dolarlık masa iftiraları kol gezer, REİS bu kepaze ithamlarla
boğuşurken bir kez olsun sesini çıkarmayan hocamızın partisi;
Can Dündar serbest bırakılınca, sevinçle karşıladı.
REİS “karara saygı duymuyorum” deyince,
hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş çıkıp
“Cumhurbaşkanı’nın şahsi fikridir” diyerek makamı küçümsemeye
kalktı.
24
REİS’in “yalan söyleyen zat” dediği, “paralel için cübbemi giyerim”
diyen Arınç, Manisa’da özel törenle hocamız tarafından karşılandı
ve ağırlandı.
25
REİS’e yönelik hemen her gün hakaretamiz haberlerin çıktığı Taraf
gazetesinin sahibi Arslan’la Alkım Kitabevi’ne ziyaretine gidip el
sıkıştı hocamız.
O gün bugündür Taraf, hocaya taraf.
26
Hoca, “her şeye ben karar vereyim hırsıyla bakanların müsteşar
atamasına bile izin vermedi. 4 aydır müsteşarı atanamayan bakanlar
var.
27
Hocamız, REİS’in şiddetle eleştirdiği, 1100 terör destekçisi
Akademisyen’in imza kampanyası için “görmezden gelsek olay bu kadar
büyümezdi” yorumu yaptı.
Sonuç:
hoca ile REİS arasındaki hikaye basit bir ihtiras hikayesi
değildir.
Çünkü hoca kendi ihtiraslarının peşinden koşabilmek için,
REİS karşıtı, ve dolayısıyla REİS’i destekleyen halkın karşıtı kim
varsa, onunla işbirliği kurma yoluna gitmiştir.
Küresel güçlerin ülkemizdeki satrancında vezir görüntüsüne sahip
basit bir piyon olmayı kabul etmiştir.
Kavga budur.
Kaybedeni de bellidir!”