09 Haz 2011 11:13
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:26
REHA MUHTAR ''PİŞTİ''CİLERİ UYARDI: "ABDULLAH OĞUZ'DAN PARANIZI ALMAYA BAKIN!"
Reha Muhtar, 6 yıl önce yaptığı Pişti'den para alamadığı için, Star TV'de yeniden başlayan program ekibini uyardı.
Milyonlarca dolarlık işler yapan Abdullah Oğuz’un, unutamadığım sözleri:
“Bana da Ayşe nazlı gibi bir babalık yapsan ne olur yani?..”
“Ben bu lafı sana etsem kendimden utanırdım” dedim...
O yüzüme baktı “ben utanmıyorum” dedi...
Altı yıl önce kendisiyle Pişti programını yaptığım yapımcıydı Abdullah Oğuz...
Aslında programı çatısını, her şeyini ben çatardım...
Doğalı da buydu, bundan gocunmazdım...
Televizyonlarda 25 yılı kapsayan Genel Yayın Yönetmenliği, program yapımcılığı geçmişinden sonra, moderatörlük yaptığım bir programın her şeyini benim çatmamdan doğal ne olabilirdi ki...
İlk sezon Beyaz, Hülya Avşar, Demet Akbağ, Metin Uca’yla yaptık...
İkinci sezon Ajda Pekkan, Mehmet Ali Erbil, Deniz Akkaya’yla... Sonra bir gün program bitti...
***
Olur ya her program başlar ve biter...
Beraber çalışmıştım, arkadaşlık yapmıştım...
Arkadaşlık yapan insanların, yüz yüze bakan insanların “birbirine kazık atmayacağına” inanırım...
Bekledim ki önce katılan diğer yorumcuların en son da benim paramı versin...
Ne gelen vardı ne giden...
Sekiz ay ses seda çıkmadı Abdullah Oğuz’dan...
Bir gün muhasebecisi gazetedeki odama geldi...
Nazlı Ilıcak’la “Çapraz Ateş programını” yapıyordum o sırada...
“Çekler getirmişti aylar sonra, yanında da bir kağıt...”
Kağıtta benim imzalamam için şöyle yazıyordu:
“Hiçbir alacağım kalmadığını beyan eder falan filan...”
Muhasebeciye dedim ki “Bak kardeş Abdullah Oğuz benim arkadaşım... 8 aydır tek kuruş ödemedi, ne mahkeme açtım ne bir şey... Çek getirdiysen, içeriğine bakamam koy masaya git... Biz hesaplaşırız... Şu anda vaktim yok... Yok illa alelacele bana, ibralaşma imzasını attırmak istiyorsan, verme çekleri kalsın sizde...”
Telefonu açtı “çekleri almam lazım” dedi muhasebeci...
***
Hayatta ağır hayal kırıklığı yaşadığınız anlar vardır...
Siz güvenir 8 ay alacağınızı sormazsınız...
Arkadaşınız dediğiniz kişi, 8 ay sonra “bunu imzalamadan sana tek kuruş vermem” diye karşınıza gelir...
Açtım telefonu “Bak Abdullah Oğuz” dedim...
“Hayatımda bu işlerde o güne kadar hiç dava açmadım... Sana insanlığa ve arkadaşlığa layık olmadığın için dava açacağım... Senden mahkemeyle parayı alacağım...”
Sanıyorum ki, bu sözü söyledim, “Olur mu ya aramızda mahkeme” falan der...
Hayır bütün pişkinliğiyle savunmaya geçti mahkemede ve “kazandığımız parayı vermemeye çalıştı...”
Öğrendim ki Deniz Akkaya da benim gibi mahkemeye gitmiş, çünkü ona da ödememiş...
Ajda Pekkan’ın menajeri Ayşe, her gün Abdullah Oğuz’un ofisini aşındırmış, bir türlü vermemişler parasını kadının, sonunda zor bela senedi kabul etmiş kurtarmış...
Mehmet Ali Erbil zaten o yıl SHOW’la anlaşmalıydı Allah’tan parasını kanaldan alıyordu...
***
Dava tam 6 yıldır sürüyor...
Önce “SHOW’dan paramı alamadım” dedi...
SHOW’un da avukatlığını yapan Deniz Ketenci bürosu benim avukatlığımı üslendiğinden, kanalın yapımcıya parayı ödediğini hemen ispatladılar...
İki üç ay önce, üzerimde emeği olan ve reddedemeyeceğim nadir insanlardan biri olan Faruk Bayhan beni aradı...
“Reha, şu Abdullah Oğuz’la anlaş... Ben sizi yemeğe götüreyim...”
“Faruk Abi” diyorum, “Kanaldan aldığı paranın üzerine almadım diye yatan o... 6 yıldır ‘arkadaş ben sana yanlış yaptım’ demeyen yine o... Şimdi ne için uzlaşacak anlamadım ki?..”
Hala safım zannediyorum ki adam hatasını anladı, benimle uzlaşacak, mahkemenin saptadığı benim itiaz ettiğim parayı verip, helalleşecek...
***
Yemek masasındaki o anı hiçbir zaman unutamayacağım... Faruk Bayhan, Abdullah Oğuz ve ben varız masada...
Karşımdaki adam, Kemercountry’de orman içerisinde villası olan, her yıl değişik bir ünlüyle hayatı magazin sayfalarına taşan, Mutluluk gibi sinema filmeleri yapan koskoca ANS’nin sahibi Abdullah Oğuz...
Oğlu Amerika’da okuyor, kendisi zırt pırt oğlunu görmeye Amerika’ya gidiyor...
Yıllarca Amerika’nın göbeğinde ofis açmış olan Abdullah Oğuz karşımdaki...
-”Yap bana bir Babalık...” dedi...
-”Anlamadım” dedim, mel mel Faruk Bayhan’ın yüzüne bakıyorum...
-”Ayşe Nazlı’ya yaptığın babalığı bana yapsan ne olur ki yani?..” dedi...
-”Ayşe Nazlı evlat edinilmiş bir çocuk Abdullah dedim... Utanmıyor musun bunu söylemeye?.. Senin Ayşe Nazlı’yla ne benzerliğin var?.. Her bir filmin milyonlarca dolar bütçeli... Gazetelerin magazin sayfalarından çıktığın kadınlarla ilgili fışkıran fotoğraflar, nasıl bir yaşantının olduğunu gösteriyor... Sen manevi evladım olan çocukla kendi durumunu kıyaslamaya utanmıyor musun?.. Sen kanaldan aldığın parayı bunca yıl geçtikten sonra hangi yüzle bana vermekten imtina ediyor, bir de üstüne üstlük ‘yap bir babalık’ diyorsun...”
Elim ayağım titriyordu...
Yutkuna yutkuna kızmamaya çalışarak şöyle söyledim...
“Bak Abdullah Oğuz” dedim...
“Ben sana bunu söylesem, kendimden utanırım...”
Ne cevap verdi biliyor musunuz?..
“Ben utanmıyorum...”
*****
İNSAN VE İKİ ZIT HAYAT... YAVUZ KOCAÖMER,ABDULLAH OĞUZ...
“Ellerine, kalemine, yüreğine sağlık... Tanrı seni ve çocuklarını korusun...”
Yavuz Kocaömer dün bu mesajı attı telefonuma...
Son Kale programında kendi alacaklarımdan aktardığım paralar sayesinde dört engelli sporcuya, protez ve ortez alınarak, şifa olduktan sonra, teşekkür mahiyetinde gönderiyor bu mesajı sevgili Yavuz Kocaömer...
Onu ilk kez önceki gün tanıdım...
O da zengin Abdullah Oğuz gibi...
Milyonlarca dolar para aktarıyor engelli insanlara, nispeten engellerinden kurtulabilsinler, spor yapabilsinler, hayata daha keyifle bakabilsinler diye...
Bir öğle yemeği esnasında baktım İstanbul’un ne kadar zengini varsa, ona gelip engelliler için elli bin lira, yüzbin lira bağış yapıyorlar...
Yapmayanlara racon kesiyor zorla yaptırıyor Yavuz Kocaömer...
***
Abisi engelliymiş...
“O engelli olmasaydı, hayatı bu kadar zor yaşadığını görmeseydim, ben de herhangi birisi gibi olurdum... Tanrı bana bunu gösterdi ki, bu misyonu edindim...” diyordu yemekte...
Bir Yavuz Kocaömer’in “insanlara verdiği mutluluğa” baktım, bir de Mutluluk filmini yapan Abdullah Oğuz’un yaptıklarına...
Ne kadar büyük bir mutlulukla, o bağışları yaptıysam, o kadar büyük mutlulukla çocuklarımın hak ettiği o parayı senden mahkeme kanalıyla alacağım Abdullah Oğuz...
Yazık sana...
TANRI’NIN ELİ...
Diyeceksiniz ki “altı yıldır yazmadın, niye şimdi yazdın bu konuyu?..”
Doğru ya... Mahkeme zaten devam ediyor...
Deniz Akkaya’nın kararı çıktı, ödemeleri bugün yarın yapmak zorunda Abdullah Oğuz...
Benimki de çıktı...
Hacizden kurtulmak için bir süre de temyizde oyalayacak...
Sonunda o da bitecek...
***
Peki ben niye yazdım o zaman bu yazıyı?..
Yazdım çünkü, 6 yıldır iki programcısının paralarını ödemeyen, ötekini de zor bela senet sepet ödemek zorunda kalan bu yapımcı, hiç utanmadan aynı isimle aynı programa başladı ve 4 yeni arkadaşla yorumcu olarak anlaştı...
Arkadaşları uyarmak için yazıyorum bu yazıları...
Onlar da muhtemelen “Yahu bize böyle şey olur mu?..” deyip, aynı dostluk ve arkadaşlık güzergahından gitmeyi deneyecekler?..
Reha Muhtar/Vatan
“Bana da Ayşe nazlı gibi bir babalık yapsan ne olur yani?..”
“Ben bu lafı sana etsem kendimden utanırdım” dedim...
O yüzüme baktı “ben utanmıyorum” dedi...
Altı yıl önce kendisiyle Pişti programını yaptığım yapımcıydı Abdullah Oğuz...
Aslında programı çatısını, her şeyini ben çatardım...
Doğalı da buydu, bundan gocunmazdım...
Televizyonlarda 25 yılı kapsayan Genel Yayın Yönetmenliği, program yapımcılığı geçmişinden sonra, moderatörlük yaptığım bir programın her şeyini benim çatmamdan doğal ne olabilirdi ki...
İlk sezon Beyaz, Hülya Avşar, Demet Akbağ, Metin Uca’yla yaptık...
İkinci sezon Ajda Pekkan, Mehmet Ali Erbil, Deniz Akkaya’yla... Sonra bir gün program bitti...
***
Olur ya her program başlar ve biter...
Beraber çalışmıştım, arkadaşlık yapmıştım...
Arkadaşlık yapan insanların, yüz yüze bakan insanların “birbirine kazık atmayacağına” inanırım...
Bekledim ki önce katılan diğer yorumcuların en son da benim paramı versin...
Ne gelen vardı ne giden...
Sekiz ay ses seda çıkmadı Abdullah Oğuz’dan...
Bir gün muhasebecisi gazetedeki odama geldi...
Nazlı Ilıcak’la “Çapraz Ateş programını” yapıyordum o sırada...
“Çekler getirmişti aylar sonra, yanında da bir kağıt...”
Kağıtta benim imzalamam için şöyle yazıyordu:
“Hiçbir alacağım kalmadığını beyan eder falan filan...”
Muhasebeciye dedim ki “Bak kardeş Abdullah Oğuz benim arkadaşım... 8 aydır tek kuruş ödemedi, ne mahkeme açtım ne bir şey... Çek getirdiysen, içeriğine bakamam koy masaya git... Biz hesaplaşırız... Şu anda vaktim yok... Yok illa alelacele bana, ibralaşma imzasını attırmak istiyorsan, verme çekleri kalsın sizde...”
Telefonu açtı “çekleri almam lazım” dedi muhasebeci...
***
Hayatta ağır hayal kırıklığı yaşadığınız anlar vardır...
Siz güvenir 8 ay alacağınızı sormazsınız...
Arkadaşınız dediğiniz kişi, 8 ay sonra “bunu imzalamadan sana tek kuruş vermem” diye karşınıza gelir...
Açtım telefonu “Bak Abdullah Oğuz” dedim...
“Hayatımda bu işlerde o güne kadar hiç dava açmadım... Sana insanlığa ve arkadaşlığa layık olmadığın için dava açacağım... Senden mahkemeyle parayı alacağım...”
Sanıyorum ki, bu sözü söyledim, “Olur mu ya aramızda mahkeme” falan der...
Hayır bütün pişkinliğiyle savunmaya geçti mahkemede ve “kazandığımız parayı vermemeye çalıştı...”
Öğrendim ki Deniz Akkaya da benim gibi mahkemeye gitmiş, çünkü ona da ödememiş...
Ajda Pekkan’ın menajeri Ayşe, her gün Abdullah Oğuz’un ofisini aşındırmış, bir türlü vermemişler parasını kadının, sonunda zor bela senedi kabul etmiş kurtarmış...
Mehmet Ali Erbil zaten o yıl SHOW’la anlaşmalıydı Allah’tan parasını kanaldan alıyordu...
***
Dava tam 6 yıldır sürüyor...
Önce “SHOW’dan paramı alamadım” dedi...
SHOW’un da avukatlığını yapan Deniz Ketenci bürosu benim avukatlığımı üslendiğinden, kanalın yapımcıya parayı ödediğini hemen ispatladılar...
İki üç ay önce, üzerimde emeği olan ve reddedemeyeceğim nadir insanlardan biri olan Faruk Bayhan beni aradı...
“Reha, şu Abdullah Oğuz’la anlaş... Ben sizi yemeğe götüreyim...”
“Faruk Abi” diyorum, “Kanaldan aldığı paranın üzerine almadım diye yatan o... 6 yıldır ‘arkadaş ben sana yanlış yaptım’ demeyen yine o... Şimdi ne için uzlaşacak anlamadım ki?..”
Hala safım zannediyorum ki adam hatasını anladı, benimle uzlaşacak, mahkemenin saptadığı benim itiaz ettiğim parayı verip, helalleşecek...
***
Yemek masasındaki o anı hiçbir zaman unutamayacağım... Faruk Bayhan, Abdullah Oğuz ve ben varız masada...
Karşımdaki adam, Kemercountry’de orman içerisinde villası olan, her yıl değişik bir ünlüyle hayatı magazin sayfalarına taşan, Mutluluk gibi sinema filmeleri yapan koskoca ANS’nin sahibi Abdullah Oğuz...
Oğlu Amerika’da okuyor, kendisi zırt pırt oğlunu görmeye Amerika’ya gidiyor...
Yıllarca Amerika’nın göbeğinde ofis açmış olan Abdullah Oğuz karşımdaki...
-”Yap bana bir Babalık...” dedi...
-”Anlamadım” dedim, mel mel Faruk Bayhan’ın yüzüne bakıyorum...
-”Ayşe Nazlı’ya yaptığın babalığı bana yapsan ne olur ki yani?..” dedi...
-”Ayşe Nazlı evlat edinilmiş bir çocuk Abdullah dedim... Utanmıyor musun bunu söylemeye?.. Senin Ayşe Nazlı’yla ne benzerliğin var?.. Her bir filmin milyonlarca dolar bütçeli... Gazetelerin magazin sayfalarından çıktığın kadınlarla ilgili fışkıran fotoğraflar, nasıl bir yaşantının olduğunu gösteriyor... Sen manevi evladım olan çocukla kendi durumunu kıyaslamaya utanmıyor musun?.. Sen kanaldan aldığın parayı bunca yıl geçtikten sonra hangi yüzle bana vermekten imtina ediyor, bir de üstüne üstlük ‘yap bir babalık’ diyorsun...”
Elim ayağım titriyordu...
Yutkuna yutkuna kızmamaya çalışarak şöyle söyledim...
“Bak Abdullah Oğuz” dedim...
“Ben sana bunu söylesem, kendimden utanırım...”
Ne cevap verdi biliyor musunuz?..
“Ben utanmıyorum...”
*****
İNSAN VE İKİ ZIT HAYAT... YAVUZ KOCAÖMER,ABDULLAH OĞUZ...
“Ellerine, kalemine, yüreğine sağlık... Tanrı seni ve çocuklarını korusun...”
Yavuz Kocaömer dün bu mesajı attı telefonuma...
Son Kale programında kendi alacaklarımdan aktardığım paralar sayesinde dört engelli sporcuya, protez ve ortez alınarak, şifa olduktan sonra, teşekkür mahiyetinde gönderiyor bu mesajı sevgili Yavuz Kocaömer...
Onu ilk kez önceki gün tanıdım...
O da zengin Abdullah Oğuz gibi...
Milyonlarca dolar para aktarıyor engelli insanlara, nispeten engellerinden kurtulabilsinler, spor yapabilsinler, hayata daha keyifle bakabilsinler diye...
Bir öğle yemeği esnasında baktım İstanbul’un ne kadar zengini varsa, ona gelip engelliler için elli bin lira, yüzbin lira bağış yapıyorlar...
Yapmayanlara racon kesiyor zorla yaptırıyor Yavuz Kocaömer...
***
Abisi engelliymiş...
“O engelli olmasaydı, hayatı bu kadar zor yaşadığını görmeseydim, ben de herhangi birisi gibi olurdum... Tanrı bana bunu gösterdi ki, bu misyonu edindim...” diyordu yemekte...
Bir Yavuz Kocaömer’in “insanlara verdiği mutluluğa” baktım, bir de Mutluluk filmini yapan Abdullah Oğuz’un yaptıklarına...
Ne kadar büyük bir mutlulukla, o bağışları yaptıysam, o kadar büyük mutlulukla çocuklarımın hak ettiği o parayı senden mahkeme kanalıyla alacağım Abdullah Oğuz...
Yazık sana...
TANRI’NIN ELİ...
Diyeceksiniz ki “altı yıldır yazmadın, niye şimdi yazdın bu konuyu?..”
Doğru ya... Mahkeme zaten devam ediyor...
Deniz Akkaya’nın kararı çıktı, ödemeleri bugün yarın yapmak zorunda Abdullah Oğuz...
Benimki de çıktı...
Hacizden kurtulmak için bir süre de temyizde oyalayacak...
Sonunda o da bitecek...
***
Peki ben niye yazdım o zaman bu yazıyı?..
Yazdım çünkü, 6 yıldır iki programcısının paralarını ödemeyen, ötekini de zor bela senet sepet ödemek zorunda kalan bu yapımcı, hiç utanmadan aynı isimle aynı programa başladı ve 4 yeni arkadaşla yorumcu olarak anlaştı...
Arkadaşları uyarmak için yazıyorum bu yazıları...
Onlar da muhtemelen “Yahu bize böyle şey olur mu?..” deyip, aynı dostluk ve arkadaşlık güzergahından gitmeyi deneyecekler?..
Reha Muhtar/Vatan