Referandum kurbanı Genel Yayın Yönetmeni Medyaradar'a konuştu! "Hayır dediğim için değil Evet demediğim için kovuldum"
Geçtiğimiz günlerde referandumdaki duruşu ve bakışı nedeniyle Bengütürk kanalından gönderilen kanalın genel yayın yönetmeni Murat İde, röportajcımız Alev Gürsoy Cimin’e konuştu. Bakın Bengütürk’te neler yaşanıyor. Cevabı bu röportajda...
Kısa süre önce MHP’ye yakın Bengütürk kanalında yaprak dökümü
başladı. Nedeni ise MHP ile kanalda çalışan isimlerin referandumda
fikir ayrılığına düşmesi. Önce kanalın genel yayın yönetmeni Murat
İde ardından ise aralarında kanalın ünlü ekran yüzlerinin de
yeraldığı çalışanlarla yollar ayrıldı. Her ne kadar bu konu gündemi
çok fazla meşgul etmese de kanalda yaprak dökümü devam ediyor. Peki
Murat İde ile yollar neden ayrıldı? Bunun cevabını İde, şöyle
açıklıyor, “Benden evet beklentisi vardı, o beklentiyi
karşılayamadım ve gönderdiler”. Peki kanalda şimdilerde neler
oluyor ve öncesinde neler yaşandı. Tüm bunları şimdi Murat İde’den
dinleyeceğiz.
Sizlere güneşli güzel günler diliyorum. Bu arada 16 Nisan’a az
kaldı. Kararınız ne olursa olsun, duruşunuz mutlaka insanca ve
sevgi dolu olsun, kamplaşmalardan, kutuplaşmalardan aman ha uzak
durun! Meslektaşlar birbirini tırpanlamasın. Sevgiyle kalın…
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
Twitter:gazetecialev
Mail: [email protected]
FOTOĞRAFLAR: MUAMMER AYDOĞMUŞ
“BEKLENTİYİ KARŞILAYAMAZ NOKTAYA
GELDİM”
6 Yıllık BENGÜTÜRK serüveni geçtiğimiz günlerde sonlandı.
Peki, ne oldu da yollar ayrıldı. Referandum süreci olduğunu
biliyoruz ama biraz daha derine inelim istiyorum sizinle. Neler
oluyor BENGÜTÜRK’te?
Günün birinde benim de gitmem gerekiyormuş. Tercih benim tercihim
değildi bir defa ama doğal olarak oranın bir patronajı var ve onun
da bir beklentisi var. Ben de o beklentiyi karşılayamaz noktaya
geldim. Benim nasıl her talebi yerine getirmemek gibi bir hakkım
varsa, onların da tasarruf hakkı var. İki tarafta hakkını kullandı
yani.
“BU ZAMANDA KOVULMAK KÖTÜ BİR ŞEY
DEĞİL”
İstifa mı ettin, yoksa gönderildin mi hangisi?
Gönderildim. Yani bizim aramızdaki tarifiyle işten atıldım.
Daha fazla gider miydi, gidebilirdi. Kalemimi inanmadığım bir
tercihin hizmetine sunsaydım, giderdi. Ama bunu yapmadığım sürece
devam edemezdi.
“EKRANDA EVET DEMEM BEKLENDİ, DEMEYİNCE
DE…”
Beklentileri neydi? Evetçi değil de Hayırcı olduğun için mi
kovuldun?
Televizyon tabi ki siyasi partiyle bağı olan bir yer. Ve ekrana da
doğal olarak o partinin tercihi yansıyacak. Ama kişisel olarak
benim ekranda “Evet” demeyeceğim biliniyordu. Bilinmesinin
ötesinde, çıkıp demediğime göre, zaten belliydi. Demedim ve doğal
olarak da gönderdiler, tasarruf hakkı da onların tabi.
Genel Merkez’in beklentisiydi bu ‘evet’ değil
mi?
E tabi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile görüştünüz mü bu
süreçten sonra?
Yok, hayır. Görüşmedim ama yakın zamanda ziyaret edeceğim.
“HAYAT MEMAT MESELESİ
GÖRÜLDÜ”
Hatırladığım kadarıyla o kanalda çalışırken “Hayatımda
editoryal anlamda en rahat çalıştığım kanal” diyordunuz. Demek ki
öyle değilmiş.
Yok öyleydi. Benim bir hafta önce bu meslekte 28 yılım doldu ve
kesinlikle editoryal anlamda en bağımsız çalıştığım yer burasıydı.
Çünkü burada genel başkanın çok açık bir tavrı vardı ve televizyonu
ayrı tuttu. Ve zaten partinin bir organik bağı yok televizyonla.
MHP’nin bir yan kuruluşu gibi davranılmasına müsaade etmedi, bunu
yapmak isteyenler oldu ama buna izin vermedi. Ama hayatımda
editoryal olarak en bağımsız çalıştığım yerdi BENGÜTÜRK. Şunu ilave
etmem gerekir, elbette, her yöneticinin yapması gereken mayınlı
sahalardan uzak durarak. Ama bu da çok sorun olmadı zira bir bakış,
bir fikir, bir dil birliğim var Türk Milliyetçileri ile. Ama bu
noktada bu tercih çok hayat memat meselesi olarak görüldü ve burada
böyle bir müdahalede bulundular.
Partiyi de çok iyi bildiğiniz için özellikle sormak
istiyorum, MHP neden evet dedi? Herkes bu sorunun yanıtını merak
ediyor. Bir yıl öncesine kadar hayır diyen Devlet Bey ne oldu
da bu noktada evet diyor?
Devlet Bey anlatıyor zaten bunu kaç aydır?
Arkada ayrı bir pazarlık ya da anlaşma var diyenler bile
oldu. Siz Devlet Bey’i daha iyi tanıyorsunuz? Size göre ne,
neden?
Ben Devlet Bey’in pazarlık üzerinden siyaset yapmayacağını
düşünüyorum. Bu bütün doğrularını zedeler. Ama kendince gerekçeleri
var. Kişisel olarak ben bu noktada o gerekçeleri yeterli bulmadım.
‘15 Temmuz’da değişen şartlar’ koydu adını, ardından beka sorunu
koydu. Hani bir ara anlaşılmamaktan şikâyet ediyordu Devlet Bey,
“Tahtaya geçip tebeşirle yazarak anlatırım gerekirse” dedi. Tahta
başına geçmedi ama kendince anlatıyor ilk günden beri. Dolayısıyla
bu sorunun cevabı bende değil, şüphesiz Devlet Bey’de. Bu noktada
iki sorun görüyorum. Birincisi, bu konudaki tüm çaba Devlet beyin
üzerine yıkılıyor. İkincisi, kurmaylar, ya yeterince anlamadılar ya
da bir metal yorgunluğu var ki, yeterince anlatamıyorlar.
“KIZGIN DEĞİLİM AMA
KIRGINIM”
Peki, kızgın ya da kırgın mısın?
Kızgın değilim ama kırgınım. Şöyle de bir gerçek var. Referandum
noktasında her türlü tercihin saygı değer olduğu ifade edildikten
sonra “Evet diyen de Hayır diyen de bizim için saygıdeğerdir”
dendikten sonra, “bu demokratik bir tercihtir” dendikten
sonra. Benim “adı konmamış” ama belli olan tercihimin, bu karara
sebep olması çok da sağlıklı değil. Ama bunda çok farklı faktörler
olduğu kanaatindeyim. Bunlar tabi bir yanıyla çok özel şeyler ama
netice itibariyle tasarruf hakkı patronajındır.
“KANALIN ŞU ANKİ DURUŞU ‘EVET’E HİZMET
ETMİYOR”
Peki, BengüTürk’ü bu saatten sonra neler bekliyor? Sizden
önce nasıldı, sizden sonra nasıl olur. Tahmininiz ne?
Ben ayrıldıktan sonra iki gün içerisinde yapılması mümkün olmayan
tanıtımlar dönmeye başladı ekranda. Bizim de bu konuda
hazırlıklarımız vardı. O koltukta oturduğum sürece, ekrana
yansıması gereken tercih neyse onun gereği yapılacak elbette. Ama
montajın ne kadar zaman alabileceğini biliyoruz. Buradan anlıyorum
ki daha öncesinde bir hazırlık vardı. Şu anda ekran tamamen “Evet”
propagandasına yoğunlaştı. Bu da çok doğaldır görevi devir alan
arkadaşın geliş nedeni odur. Gelen kişi Devlet Bey’e yakın
biri. Ama şöyle bir tablo görüyorum, camia içerisinde bir
takım ayrılıklar var hayır diyenler var. Bu tür bir yayınla bana
göre evetten çok camia içerisinde hayıra hizmet ediyorlar. Bu kadar
yüksek profilli ve göze sokan bir yayın her zaman ters teper. Evet,
benim siyasal olarak tercihim belli, referandumda ben hayır
diyeceğim, o benim oyum. Ama profesyonel olarak söylüyorum, bunu
anlatmaya çalıştım da başka örneklerde, ikilik çıkan durumlarda
düşük profil bir yayın her zaman kazandırır, bu tür gergin
atmosferlerde. Dolayısıyla şu an yapılan şeyin Devlet Bey’i bir
tribünde sayıp, o tribüne oynama olarak görüyorum ve bu doğru bir
yayın işi değil. Bu şu anda mutlu edebilir ancak sonucu itibariyle
ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.
MHP’ye zarar verecek diyorsunuz aslında?
MHP’nin tercihine zarar verecek bir yayın. Ama bu sonuçta bir
tercih.
“TRİBÜNE OYNAYAN EDİTORYAL KALİBRESİZLİK
ZARAR VERİR”
Nasıl bir izleyici profili vardı kanalın? Bu saatten sonra
o izleyici profilini kaybeder mi yoksa bu saatten sonra yeni bir
izleyici profili mi yaratılır? Seçmen ve izleyici şu anda kanala
nasıl bakıyor?
Şimdi sosyal medya da kuvvetli bir sayfası var BengTürk’ün. Diğer
sayfalar ve sitelerden farkı, hem izleyicisi hem de sosyal medyadan
takip edenler için söylüyorum gelip, bakıp gitmiyor. Aynı zamanda
sahip çıkıyor, oradaki paylaşımı alıyor, birçok insana ulaşmasını
sağlıyor, yani aktif bir izleyici kitlesi var. BENGÜTÜRK’ün
izleyici kitlesi sanıldığı gibi sadece MHP’ye oy veren ve MHP’nin
bünyesi içinde yer alan kişiler değil. Zaten sadece böyle olursa
sorun var demektir. Kanalın özellikle Trakya, Ege, Akdeniz
şeridinde milli hassasiyeti yüksek CHP’li bir izleyici kitlesi var.
AKP’li ya da farklı siyasi görüşte olan bir kitlesi de var. Ama şu
süreçte ağırlıklı olarak “Evet” diyen bir izleyici kitlesi kaldığı
kanaatindeyim. Mesela BENGÜTÜRK’ün sosyal medya hesaplarında
beğenen paylaşan çok olur ama çok fazla yorum olmazdı. Olanlarda da
bir denge vardı. Ama bugün bakıyorum, editör arkadaşlar
eleştirileri, hakarete varan eleştirileri silmekten iş yapamaz
haldeler. Bakıyorsunuz sayfada bir yöneticinin açıklaması
yayınlanmış, beğeni çok az ama yorum yüzlerce. Yorumu
tıklıyorsunuz, yukarıdaki rakam orada dururken, 3-5 tane olumlu
yorum var.. Yorumları silmek, ne kadar yorum yapıldığını gösteren
rakamı ortadan kaldırmıyor.. Dolayısıyla az önce anlatmaya
çalıştığım şey o. Bu doğru bir yayın anlayışı değil bu sadece aklı
ve mantığı tribüne oynayan editoryal kalibre demektir. Dolayısıyla
şu anda televizyonun referandum konusundaki kamptan izleyici aldığı
kanaatindeyim.
“HAYIR DEDİĞİM İÇİN DEĞİL EVET DEMEDİĞİM
İÇİN GİTTİM”
Peki, ne yaşadınız o süreçte? Gönderilme süreci ortadaydı
bir evet baskısı vardı şahsınıza yönelik. Ekrandaki ‘evet’in
yanında bireysel olarak da sizden evet bekleniyordu. Psikolojiniz
ne durumdaydı, ne yaşadınız?
Bak ben hiç şu ana kadar bir baskı sözü kullanmadım, beklenti
dedim. Böyle bir beklenti var ve bu beklenti çeşitli
vesilelerle bana hissettirildi. Ama nezaketle hissettirildi
bunun altını çizmem lazım. Ama ben o beklentiyi bu kadar ısrarlı ve
seviyeli halde iletildiği halde eğer karşılamamışsam burada tavrım
açık ve net demektir. Az önce de dedim, o koltukta oturduğun sürece
gereği neyse yapacaksın. Ama onun dışında benim kişisel alanlarım
var. Elbette bir dengeli bir şekilde o alanda görüşlerimi ifade
hakkım var. Oralar benim özgürlük alanım. Ben orada sürekli
15 yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının neler yaptığını
unutmadığımı ve unutmayacağımı ifade etmeye çalıştım. Dolayısıyla
beni en çok kıran şey bu. Ben hayır dediğim için değil evet
demediğim için gittim oradan bu bir. İkincisi Adalet ve Kalkınma
Partisi aleyhinde yaptığım paylaşımlar bu süreci hızlandırdı. Beni
en çok inciten bu. Ben Türk milliyetçilerinin ekranından AKP’ye
karşı aldığım pozisyon neticesinde hızlanan bir süreçle ayrıldım.
Bu incitici ve kötü bir şey yani. Kendimi bir Türk milliyetçisi
olarak konumlandırıyorum ve Türk milliyetçisi birinin Ak Parti ile
ilgili eleştirileri muhafaza etmesi bunun yüzünden bir final
yaşaması, işte bu üzücü. Kişisel açıdan değil, doğrularımız
açısından üzücü.
“BİR TÜRK
MİLLİYETÇİSİYİM”
Türk Milliyetçisiyim dediniz ya sizin için diyorlar ki
“Dünün komünistiydi solcusuydu, bir anda döndü. Bengü Türk’e
gidince bir anda değiştirdi fikirlerini” Doğru mudur?
Güzel bir soru. Bunu bana sürekli soran bir internet sitesi var.
Benim BengüTürk öncesi nerede ne yayın yaptığımı görürse insanlar
sosyal medyada var bunlar. Benim Türk milliyetçiliği, Mustafa Kemal
ve Cumhuriyet noktasında hiçbir zaman ödün vermediğimi açık ve net
görürler. Ondan öncesinde Art var ondan öncesinde Sky Türk var
ondan öncesinde Kanal 1 ve Atv dönemi var. Dolayısıyla benim siyasi
duruşumu Bengütürk’le okumaya kalkmak hata olur. Ben BENGÜTÜRK’e
gelip siyasi tercihimle oynamadım, siyasi tercihim yüzünden
BENGÜTÜRK’e geldim. Arada ki fark bu.
Yani?
Gayet açık değil mi? Buraya gelip bir siyasi tercihte bulunmadım.
Siyasi tercihimden dolayı buraya geldim. Bu kanalı bunun için kabul
ettim.
“KİTAP YAZIYORUM, UYKU KAÇIRACAK
GİBİ”
Bundan sonra ki süreç Murat İde için ne olur? Bulur musunuz
iş medyada? Ne görüyorsunuz? Karamsar mısınız yoksa umutlu
mu?
Gazetecilik açısından karamsarım tabi ki. Bir iş bulur muyum,
tahminimden fazla arayan, soran, ilgilenenler oldu. Bu süreçte
birden fazla iş teklifi de aldım. Bu benim beklediğim bir şey de
değildi açık söyleyeyim. Herkesin bu kadar tedirgin olduğu
bir dönemde, böyle bir gerekçeyle, böyle bir camianın ekranından
ayrılmış birine kapı açılabileceği konusunda da bir umudum yoktu.
Ama oldu. Ben şunun hesabını da yapıyorum. Böyle bir ekrandan sonra
nerede ne yaptığın önemli. Şundan dolayı önemli, az önce sorduğun
soruyla bağlantılı. Bundan sonra nerede ne yapacağıma dikkat
etmezsem eğer o zaman “Aa bak gördün mü?” olur işin adı. Fikri
tembellere o keyfi yaşatmam. Şu anda Türkiye’de televizyon
açısından baktığında birkaç tane gidilebilecek yer var, fazla da
yok. Onlar da aynı Bengü Türk’ün imkanlarıyla, sıkıntıyla yayın
yapıyorlar. Meslek adına karamsarım ama işle ilgili karamsar
değilim. Başka seçeneklerim var. Ama şurası net, nerede olursam
olayım, Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliğini temsil etmeye devam
edeceğim. Benim daha çok istediğim bu süreçte yazı yazmak. Birazda
o yoğunlukta ihmal ettiğim bir kitap var, ona başladım. Güzel bir
şey olacak herhalde. Bayağı da can sıkacak gibi duruyor. Birçok
insanın uykusunu da kaçıracak.
Neyle ilgili kitap?
Ağırlıklı olarak sektörle ilgili. Türkiye’nin son döneminde
medyanın aldığı pozisyon ve zikzaklarla ilgili.
Kimlerin uykusu kaçacak peki, merak ettim?
Çok insanın karnı ağrıyacak. Daha önce çalıştığım kurumlarda
yönetici olarak sahip olduğum bilgiler benim namusuma emanet.
Ama ben medyanın, özellikle son 7-8 yılını “Bize Yalan Söylediler”
başlığı altında toparlıyorum. Tabi bu siyasetten bağımsız değil.
Medya patronları, yazarlar, editörler bize halasının kızıyla ilgili
yalan söylemedi, siyasetle ilgili yalanlar söyledi. Dün ne
yaptıklarını, bugün hangi pozisyonda yer aldıklarını, dünleriyle
bugünü arasındaki çelişkiyi, bu ülkeye verdikleri zararı dilin
döndüğünce bunları anlatmaya çalışacağım. Çiğdem AKDEMİR ile
birlikte “Medya Açılımı” diye bir programımız vardı, orada
konuştuklarımızın da güncellendiği bir çalışma. Kimin eli kimin
cebindeyi de öğreneceğiz o kitapta. Dolayısıyla çok şaşıracağız.
Çok kıymetli dediğimiz bir adamın aslında ne tür işler yaptığını,
ne tür filmler çevirdiğini de göreceğiz mesela.
Kimmiş ki o çok merak ettim?
Çok var böyleleri sektörde. Mesela ben gazeteciler, işadamları ile
siyasetçilerle kol kola Pensilvanya ziyaretlerini çok önemsiyorum.
Bu notların bizlere birer ders olacağına inanıyorum. Ama böyle
tiplere az rastlanırmış gibi sormana da ben şaşırıyorum.
Mesela örnek verin, ne yapmıştır o kişiler o kadar çok
utanılacak rahatsız edecek?
Diyorsun ki kitabı önce biz okuyalım. Soruyla deşiyorsun ama ben de
gazeteciyim unutma.
“O MÜLAYİM GAZETECİNİN İÇİNDEN BİR ELYIN-
UZAY CANAVARI ÇIKTI”
Okur da merak eder yani ne yapmıştır bu gazeteciler? Herkes
fikrini değiştirebilir, tarafı, yanı da olabilir. Öyle bir süreçten
geçiyoruz, onun ötesinde daha başka ne yapabilirler
ki?
Birincisine hiçbir itirazım yok. Fikri değişebilir, pozisyonu
değişebilir. Ancak ikincisi sorunlu. Gücün peşinde koşan,
güce tapan, ona göre pozisyon alan o kadar insan oldu ki bu
süreçte, benim meselem onlarla. Bir örnek vereyim; Abdülkadir Selvi
ile 1999-2000-2001’li yıllarda TGRT’de birlikte çalıştım, bunu her
sohbette de söylerim. Çok ciddi eleştirilerim ve sözlerim oldu
Abdülkadir Selvi’ye. Ama Abdülkadir Selvi iyi bir gazetecidir dedim
hep. Hakikaten iyi bir gazetecidir. Ama Abdülkadir Selvi dün
de bugün de şu an tabi olduğu siyasi anlayışa yakın bir
gazeteciydi. Bu onuin tercihi. Ama beni şaşırtan şu; Mülayım,
sakin, kibar, hoş sohbet bir insanın içinden bir Elyın- Uzay
canavarı çıktı. Beni şaşırtan budur. Ama ben onu dünü ve bugünü
diye tartışmam mesela. Ama ne bileyim mesleğe girmesine vesile olan
bir büyüğünü daha sonra ergenokuncu diye yerden yere vuran
gazeteciler var meslekte. Mesela düne kadar Pensilvanya’da, sırf
kredi kartlarını takip etsek el etek öpen o kadar çok gazeteci
vardı ki ve her birinin de bir iş adamı sponsoruydu. Hepsi
kuyruktaydı oraya gidiyorlardı. Mesela biraz bunlardan da
bahsedeceğiz. Daha bunun gibi o kadar çok örnek var ki.
“FETÖ DEĞİL F TİPİ
DİYORUM”
Bunlar sektörde mi hala?
Olmaz olurlar mı hem de bugün nasıl düşmanlar bilemezsin. Eeee güç
gitti, selam kesildi. Ben FETÖ’den çok “F TİPİ” tarifini kullanmayı
tercih ediyorum. Çünkü ilk gerçek oydu. Anlamadıkları anlamak
istemedikleri tarif oydu, F tipi. FETÖ tarifini biraz “ESAD-ESED”
işine benzetiyorum. F Tipi denince ortaklık dönemlerini de
kapsıyor. FETÖ ise 17-25 Aralık’tan sonra icat edildi. Ve FETÖ, ne
15’i, 1994’ten beri devam eden, 23 yıllık ortaklığı perdeliyor.
“BU CAMİA İLE SORUNUM VAR
BENİM”
Siz anlamış mıydınız?
1997’den beri anladım. Ben onları onlar da beni çok iyi anladılar.
Star’da rahmetli Ufuk Gündemir ile çalıştım. Benim televizyondaki
hocamdır. Ufuk abi çok ılımlı bakardı cemaatlere. 28 Şubat
sürecinde merkez medyadaki duruşundan ötürü Zaman Gazetesi’nin
röportaj yapıp parlattığı, övdüğü bir gazetecidir. Ama Ufuk abi
hayata Amerikalı gibi bakardı. Dolayısıyla onun, Türkiye’deki bu
tür yapıları Amerika’daki cemaatlerle karıştığı gerçeğini bilirdim.
Ama o yıllardan itibaren o problem vardı. Ben bu yapının adını ilk
kez 1985 yılında Maltepe Askeri lisesinde yaşananlar duymuştum.
1997-1998 28 Şubat sürecinde de Star’da muhabirdim ve o tarihten
beri bu camia ile sorunum var benim. Sevmezler, sevmem.
“MEDYA PATRONLARI YARIN İÇİN
SORUMLU”
Evet, Hayır sürecindeki medyayı nasıl
buluyorsunuz?
Ayıptır, günahtır, yazıktır ya. Herkesin dilinde bir demokrat
söylem, herkesin dilinde eşit ve hür vatandaş lafları ama herkesin
elinde bir sopa. Gücü ve sopayı eline geçiren evet demeyen herkesin
üzerine yürüyor. Bir defa balık baştan kokar derle. Ben 3 ciddi
problem görüyorum medya açısından. Parası havuz oluşturulup ödenmiş
veya el konmuş şu veya bu yolla ele geçirilmiş televizyon ve
gazeteleri sorgulamıyorum bile, onlar bunun için var. Bu anlamda
daha dürüstler. Ben bu haltı yemek için varım diyor açık açık. Ama
ben bu sürecin 3 patronu çok ciddi bir pozisyona ittiği
kanaatindeyim. Biri Turgay Ciner, biri Aydın Doğan, biri de Ferit
Şakenk. 3 büyük medya patronu çok güçlü de insanlar, bedel de
ödemiş insanlar. Ferit Şahenk’in durumu biraz farklı ama Turgay
Bey, Aydın Bey bugün bana göre önümüzdeki süreçte kendilerine
verilecek büyük bir hasara giden yolun taşlarını döşüyorlar. Büyük
bir hata yapıyorlar. Tabii onlardan Avrupa’da Amerika’daki açık net
tavır alan medya organları olmalarını beklemiyorum. Bizim
geleneklerimiz farklı. Ama en azından Türkiye’de bir dert
anlatmaya çalışan insanların sesine kayıtsız kalmamalılar. Şimdi
ana muhalefet partisinin lideri diye sadece Kemal Kılıçdaroğlu’na
söz vermek aslında bir başka kurnazlık. Sanki iki parti
arasında ki bir yarış fotoğrafı. Şimdi ben sabah buraya gelmeden
önce açtım televizyonu Tayyip Bey konuşuyordu. Kendime bir kahve
yaptım döndüm Başbakan konuşuyor. İşte o arada farklı bir şey
yaparsın dönersin Cumhurbaşkanı konuşur. Bu hala şu anda da devam
ediyor. Araya bir tane Kemal Kılıçdaroğlu sıkıştırılıyor onun
dışında kimseye açılmıyor bu platformlar.
CELLATINI YIKIYOR, PAKLIYOR, TRAŞ
ETTİRİYOR
Bugün sektördeki arkadaşlarımdan duyuyorum hep, “Hayır diyenlerle
ilgili patronaj baskısı var üzerlerinde” E iş mi bu şimdi. Oysa
sözünü ettiğim iki patron bugün iktidara şirin görünmeye çalışırken
dünü unutuyorlar. Bak, Turgay Bey buna benzer bir süreci daha önce
de yaşadı. Dümen suyuna gittiği halde Sabah Gazetesi ve ATV’yi
aldılar elinden. Turgay Bey ben bu durumu toparlarım diye çabaladı
ve elinden nükleer enerji işi gitti.
Aydın Bey de dün yaşadı. Bir petrol ofisi meselesi hala demoklesin
kılıcı gibi dolaşıyor üzerinde. İki de bir ısıtıp ısıtıp Hilton
arazisini gündeme getiriyorlar. Aslında ülke için ne kadar ciddi
bir sorumluluk taşıdıklarını görmeleri gerekir, yeterince güçlüler
zaten. Yedi kuşağa yetecek imkanları var. Ama bu ülkede iki ay
sonra kirasını ödeyemeyecek insanlar bedel ödemeyi göze alıyorsa,
bu ülkeden milyonlar kazanmış olanlarz da bedel ödemeyi göze
alabilmeli. Bilemedikleri şu, öyle ya da böyle, ne yaparlarsa
yapsınlar, iktidara en yakın zamanlarında bile bedel ödettirildi.
Dikkat edin Cumhurbaşkanı hala manşetlerle çarpışarak geldik der.
Bugün bütün medya kontrolü altında ama hala “Manşetlerle çarpışarak
geldik” diyor, aslında aba altından sopa gösteriyor. Ve o sopa her
şartta sözünü ettiğim patronların kafasına inecek. Daha fazla güç
imkanı bulursa daha sert inecek. Koca patronların görmediği, görmek
istemediği bu.Bu hesap mutlaka kapanacak. Bu hesap nasıl kapanır?
Sınırsız ve kontrolsüz bir güç ele geçirildiğinde kapanır. İşte şu
anda o sınırsız ve kontrolsüz gücü teslim etmek için hizmet
ediyorlar, bu büyük bir hata. Bir yandan da resmen cellatını
yıkıyor, paklıyor, traş ettiriyor. Şu anda celladına
çalışıyor medyanın büyük patronları.
Bak aslında zaman ve yaşananlar insanı olgunlaştırıyor. Ben medyada
zirveyi de gördüm dibi de. O yüzden artık ne zirve şımartıyor ne de
dip korkutuyor. Medya patronlarının da bu kadar güçle, daha cesur
daha sorumlu ve en önemlisi de hesapsız davranabilmesi gerekir. Bir
akşam yemeğine verdikleri para ile ben bir ay geçiniyor ve dik
duruyorsam, onlar bu güçle bunu hayda hayda yapabilmeli.
Bunları konuşurken korkmuyor musun?
Korkmuyorum tabi ki neden korkayım. Ülkemin “Demokrasiye gönülden
bağlı” olduğunu söyleyen bir Cumhurbaşkanı var. Korkmam için bir
neden yok.
“BEDEL ÖDEMEKTEN HİÇ KORKMADIM
Kİ”
İşinden oldun, bunun sonucunda mesela cezaevine girmek
tutuklanmak da var. Süreçte gazetecilerin neler yaşadığı
ortada?
Hukukun nasıl yürüdüğü konusunda elbette benim de bu ülkede herkes
gibi soru işaretlerim var. Ama biraz önce söyledim, iki ay sonra
kirasını ödeyemeyecek insanlar bedel ödemeyi göze alıyor
dedim. Benim de bir kızım var. Kızım henüz lisede. Siyasi
mevzularda, Mustafa Kemal Atatürk, Türklük, terör karşıtlığı gibi
başlıklarla konumlandırıyor kendini. Henüz o donanımda. Şimdi bir
tehlike bir huzursuzluk sezmiş ki, şüphesiz etrafta konuşulanlardan
da bir şeyler süzüyor. Benim bu meseleyi yaşadığım gün annesine
şunu söylüyor; “Babam ekrana çıkıp evet derse onunla bir daha
konuşmam, hatta üniversite sınavına da girmem.” Neden? Çünkü “Evet”
tercihinde bir sorun seziyor. Nasıl? E etrafından konuşulanlardan
ve özellikle de benimle konuştuklarından. Şimdi böyle bir kız
yetiştirmiş bir babanın bu süreçte bedel ödemekten kaçmasını
bekleyebilir misin?
“HAYIR, DİYORUM
ÇÜNKÜ…”
Neden hayır diyorsun peki?
Gerekçem çok açık. Türkiye’nin çok ciddi bir beka sorunu olduğuna
inanıyorum. Bak, giriş cümlem Devlet beyin evet gerekçesiyle
örtüşüyor. Türkiye’nin beka sorunu diye saymaya başladığında neleri
sayıyorsun. 1- Bölücü terör. 2- F tipi de FETÖ diyelim ayakları
alışsın. 3- Uluslararası alandaki durumumuz. Yani o stratejik
derinlikte boğulan diplomasimiz.
Çok sevdiğim bir söz var; ”Biz çadırımızı sırtlanların yolu üzerine
kurmuşuz.” Bütün bu gerçeklerden kaynaklanan bir beka sorunu var
Türkiye’nin. Ama bu beka sorununun bir de sorumlusu var.
Bana şunun cevabını verir misin? Bu beka sorununa yol açan,
büyüten, besleyen kim? Dönüp Devlet Bey’e kulak veriyorum ve kim
olduğunu anlıyorum. Mesela FETÖ tarafından TRT’de 300 milyonluk bir
vurgun olmuş. Bakma, adı bugün vurgun, kavgadan önce adı projeydi.
Ben mi attım o imzaları. Dünyanın her yerinde TRT’nin Ofisi varken,
TRT TÜRK diye bir televizyon kurup her tarafta ayrıca bürolar açıp
dünyanın masrafını kim yaptırdı? Milyonlarca Euro para harcadılar
bunları ben mi verdim? Dolayısıyla FETÖ bir beka sorunuysa FETÖ’yü
besleyen büyüten ve hasretle Fettullah Gülen’i Türkiye’ye
çağıranlardı bu sorunun müsebbibi. O yüzden, ülkemi böyle bir
soruna boğanlara daha fazla güç verebilmeyi idam fermanı sayıyorum.
Bugün beka sorunu dediklerini devletin kılcallarına kadar
yerleştirmişler, bugün bana diyorlar ki, daha fazla güç ver, sorun
çözeceğiz. Sorunun kendisi diyor bunu ha. Bu yüzden hayır
diyorum.
PKK konusu da ayrı mevzu. Dolmabahçe mutabakatları, Oslo
görüşmeleri, bayrak indirmeler, Atatürk fotoğrafı indirmeler, her
yerde PKK’nın bombalarını, silahlarını bilip de müdahale
etmeyenler. Bunlar gerçeklerimiz. Ve bu süreçte “Bu büyük bir hata
yapmayın” diyen bizlere kandan besleniyorsunuz demeler. Bütün bu
sürecin sonucunda, bitmişken güçlenebilmiş bir örgütün yol açtığı
tahribatın sorumlusuna ben bütün bu yetkileri mi vereceğim? Bunları
söyleyince araya giriyorlar, “Efemdim mesele Tayyip Erdoğan ya da
Ak Parti meselesi değil” Hayır efendim, biliyoruz ki mesele tamamen
Tayyip Erdoğan meselesi. Bu anayasa değişikliği biliyoruz ki Tayyip
Erdoğan için isteniyor.
E işte bak, yine en önemli beka sorunu, Irak’ta, Suriye’de
olanlar.. Kerkük gitti Kerkük. Canı yanmayan var mı? Dün türbeyi
toplayıp gelmeyi maharet saydıklarında, “Yarın Kerkük de gider”
diyenlere ağza alınmayacak şeyler söylediler. Ne oldu? Zaman bu
ülkenin doğru insanlarını haklı çıkardı. Tercihimi bütün bunlar
belirliyor. Biliyorum ki, gücün tamamı ele geçtiğinde, serüvene
bile razıyım ama felakete sürükleneceğiz.
Teşbihte hata olmaz, şimdi bana deniyor ki, “Evdeki peynire fare
dadanmış, gel fareye de nöbet yazıp, peyniri koruyalım” Yanına
suyunu da koyalım bari.. Böyle bir dünya yok. Onun için hayır.
“2010 REFERANDUMUNDAKİ VAATLERE BAK, BİR
DE YAŞADIKLARIMIZA”
Yok mu peki böyle bir sisteme ihtiyaç? Diyorlar ki “Bu
sistem gelirse Türkiye daha çok güçlenecek ve her şey daha hızlı
ilerleyecek. Bürokrasi engelinden kurtulacağız, koalisyonlar,
krizler her şey bitecek? Parlamenter sistemle artık yola devam
edilemiyor?”
2010 referandumun da ne dediler? Bütün bu saydıklarını söylediler.
Türkiye büyüyecek, artık her şeye millet karar verecek, vesayet
sona erecek, darbeler dönemi kapanacak. Bütün bu söylemler 2010
referandumunda da vardı. Ne oldu? Vesayet Türkiye’nin bütün kılcal
damarlarına bizzat kendileri tarafından yerleştirildi. Kim o? FETÖ.
Bırak kılcalları mezarlıklara kadar girmişler. Darbeyi yapmaya
kalkan kimdi? O konuda soru işaretlerim var ama aktörlerdi. En
azından böyle bir planları olduğunu ve Allah’tan planladıkları bir
zamanda yapamadıklarını biliyoruz. Dolayısıyla onu kim yaptı?
Onlar. Vesayet sorunları sona erdi mi? Hayır. Bugün Türkiye’de
yargının durumu ortada. Yargıtay’da, adliyelerde hakim ve savcı
tanıdıklarım var emin ol hiçbiri huzur içinde çalışmıyor. Hani
vesayet bitmişti. 2010’da yaptıkları bu değişiklik bize neye mal
oldu? 300’e yakın insanımız öldü, devletin bütün dinamikleri
darmadağın. Türkiye’nin şu anda çok ciddi güvenlik riskleri var.
Bir sürü sorun ve bunların hepsi aynı slogan ve aynı başlıklarla
2010 referandumu için de söylendi. Sonuç bu. Bu referandumdan sonra
sonucun farklı olacağına beni kim ikna edebilir. Ya da buna kim
inanır?
“ŞIMARIKLIĞIN LÜZUMU
YOK”
İrfan Değirmenci’nin Kanal D’den ayrılması epeyce ses
getirdi, tartışıldı, hatta olay oldu diyebilirim ama siz Bengü Türk
gibi MHP’ye yakın bir kanaldan gönderildiniz bu o kadar
büyütülmedi, neden?
Bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Hayır diyeceğimi açıkladığımdan
değil evet demediğim için gönderildim. Adap ve edep gereği, o
koltuktan kalktıktan sonra söylüyorum hayır diyeceğimi.
Gelelim sorunun yanıtına. Oradaki mesele şu, ben İrfan Değirmenci
olayında da sosyal medyadan bir şey paylaşmıştım. Gazeteci
çalıştığı kurumun stratejik, taktik pozisyonlarına veya
patronajının şartlarına dikkat etmek zorundadır. Bu editöryal
olarak, sınırlama, bir sansür değil, dikkat etmek durumundadır. Bu
olması gereken değil elbette, olanı anlatıyorum. Dolayısıyla eğer
içinde bulunduğun grubun stratejik olarak aldığı bir pozisyon varsa
bu pozisyonu ciddi bir şekilde riske edecek tavır ve davranışlar
olmamalı. Ben burada çalışmaya devam ediyorum, bu grubun
pozisyonu belli ama ben burada dilediğimi söylerim şımarıklığı
olmaz. Bak ben ekrana çıkıp tercihimi söyledim mi? Ya da orada
otururken tercihimi sosyal medyada paylaştım mı? Editoryal ve kalem
özgürlüğü başka bir şey, şımarıklık başka bir şey. Bir itham değil,
bir tespittir bu.
Ben ayrıldığım günden itibaren gelen birçok program davetine
teşekkür ettim. Dolayısıyla bu süreçten kişisel bir şöhret, kişisel
bir ego planlamadım, aklımın ucundan bile geçirmedim. Şu anda da
hala bir ekrana çıkmış ve konuk olmuş değilim. Sektörde eş, dost,
arkadaşımız çok sağolsunlar, kıymet de veriyorlar. Ama şu anda
böyle bir şey yapmanın, ego tatmini gibi algılanmasından endişe
edip biraz da ağzıma fermuarı çektim. Bu kadar konuşulmamış, bu
kadar yaygara yapılmamış olması bundan. Yoksa olurdu, birçok
ekranda programlarda. Bana soracakları soru da belliydi. Ben şunu
da yapmak istemedim açıkçası, burada evet bir siyasi partiyle yan
yana yürüyen bir ekranın komutasındaydım. Ama benim bu tercihim ve
duruşum üzerinden de kimseye giydirilmesine müsaade etmedim.
“ONLARI DA EKRANDA
İSTERDİM”
Peki, bir genel yayın yönetmeni olarak vicdanın rahat mı?
Mesela MHP’li muhalifler Sinan Oğan, Meral Akşener, Ümit Özdağ gibi
isimler bu süreçte medya da çok olamadılar. Ama kendi kanalları
vardı BengüTürk, çıkabilirdiler mi hiç?
Çıkamadılar.
Neden?
Orada da otokontrol devreye girdi doğal olarak. Ama şunu da
belirteyim, bu konuda emin ol ne Koray Aydın’dan, ne Sinan Oğan’dan
ne Meral Akşener’den, ne Ümit Özdağ’dan ne sayın Sazak’tan hiç
kimseden en küçük bir talep gelmedi. Çünkü bu camianın adı konmamış
kuralları ve gerçekleri var. Ve camianın içinde oldukları için
onlar da buna vakıf. Haaa, ben bir gazeteci olarak ne isterdim. Ben
o ekranda bunların konuşulmasını isterdim.
“ADI KONMAMIŞ KURALLAR
VARDI”
Davet ettiniz mi?
Etmedim. Ama bir gün Ümit Özdağ’ı aradım bir konuyla ilgili, o
sırada kendisi esprili şekilde “Murat bey yoksa beni kanala mı
davet edeceksiniz?” dedi gülerek. “Buyrun gelin hocam” dedim “Öyle
bir şey olmaz” dedi. Gerçi, Genel Başkan Yardımcılığı’ndan istifa
ettikten sonra Türkmenler ve Azerbaycan-Ermenistan meseliyle ilgili
hem Ümit Bey hem de Yusuf Halaçoğlu yayınımıza bağlandılar.
Yani herkes o adı konmamış kuralı biliyor zaten. İzleyiciden
bu yönde yoğun beklenti vardı. Ama bir gazeteci olarak ben bu
sürecin o ekranda konuşulabilmesini isterdim. Mümkün müydü? Değildi
ama bu benim baştan kabul ettiğim bir şeydi. Dediğim gibi adı
konmamış bir kuralı bildiğim için, bu doğru mu yanlış mı sorusuna
kapalı bir durum.
Ama mesela sosyal medyada da, ekranda da bahsetmiştim. 2012 yılında
bir kongre vardı o kongrede yayın yapıyorduk Ankara’da. Devlet
Bey’in konuşmasından sonra konuklar alıp yayın yapacaktık
zaten. Diğer adaylar konuşmaya başladı, bir süre verip sonra
röportajlarla yürüdük. Televizyonda yeniyim daha, kuralları ya da
dengeleri bilemiyorum. Bir gazeteci olarak gelmişim oraya elbette
benim bu anlamda yelpazem geniş. Ama mesela Koray Bey konuşmaya
başladığında yanlış hatırlamıyorsam Selcan Taşçı’yı konuk olarak
alıp konuşmanın bir bölümünü verip sonrasında o konukla sohbet
ederek yürümüştük. Bu daha sonra şöyle algılanmıştı. Vay efendim
diğer genel başkan adaylarını bile konuşturmadılar. Aynı şey
Musavvat Dervişoğlu’nun konuşmasında da oldu. Konuşmanın kısa
bir bölümü verildi sonra konukla devam edildi. Bu tamamen orada ne
yapacağımızı bilememekten kaynaklandı.
Ama MHP’nin de bir baskısı olmuştur?
Hiç olmadı. Bir şey daha anlatayım. Acaba bu durumlarda ne
olur ne biter onu bilemedim ve o konuk işine devam ettim. Ama sonra
ekrandan da sosyal medyadan da bunun bir gazeteci için sicil sorunu
olduğunu söyledim. Hataydı, içimde yaradır dedim. Orada hiç
kimseden ne bir telkin, ne bir rica, ne bir talimat hiçbir şey
almadım. Sonrasında bir sohbette Devlet Bey’e bu konuyu açtım.
Dedim ki “Efendim o gün böyle bir şey olmuştu ama hata yaptım.” O
da “E o konuşmaları da vermeliydiniz” dedi. Yani hiç de öyle farklı
bir bakışı yoktu.
“MHP’YE OY VEREN
BİRİYİM”
MHP’li misiniz?
Parti ile organik bir bağım yok. Bir gazetecinin bir partiyle
organik ilişkisi de yanlış diye öğretildi bize. Ama MHP’ye oy veren
biriyim.
Bu saatten sonra?
Referandum var önümüzde referandumda partiler yok.
Bir sonraki seçimlerde?
Bunu konuşmak için çok erken. Partilerin programlarına ve ülkenin o
anki durumuna göre hareket ederim. Yarın bir gün herhangi bir MHP
binasında AKP amblemli bir pankart görürsem, bugünkü gibi yarın da
görürsem elbette kafam karışır. Elbette MHP’nin üç harfi ya da ne
bileyim binasının mimarisi ya da ne bileyim insanların karakaşı
kara gözü değil, siyaseten nasıl bir pozisyon alacağı, ne yapacağı,
aynı zamanda ne yapmayacağı, neye engel olup neye öncülük edeceği,
benim için önemli olan bu. Türkiye’nin bugünkü şartlarında MHP’ye
hiçbir zaman olmadığı kadar ihtiyaç var. Geldiğimiz nokta bu. Şimdi
benim bir anlamda içimi kemiren şey de Türkiye’yi bu noktaya
getiren iradeyle yan yana görünüyor olmak. Beni rahatsız eden şey
bu.
Peki, referandumdan ne çıkar?
Hiçbir fikrim yok. Ama sonuçta bir fanus içinde yaşamıyoruz,
sürekli sokaklardayız. Kahvede de oturuyorum, kafede oturuyorum,
metroya biniyorum. Vatandaşın duruma vaziyet ettiğini görüyorum.
Bunun siyasette nasıl bir etki yaratacağı konusunda geçmişten bir
örneği yok, en azından yakın tarihimizde yok. Ama hayır
rüzgarının etkili bir rüzgar olduğunu görüyorum. Bana bu konuda
ipucunu da özellikle evet cephesinin bu kadar canhıraş çalışması
veriyor. Her şey bu kadar yolunda olsa medya üzerinde bu kadar
baskı olmaz. Evet demeyenin kellesi gitmez, 24 saat ekranda bir
tercihin pompalanması ihtiyacı duyulmaz. Ama Türkiye’deki seçim
sistemine karşı da soru işaretlerim yok değil. Ben bundan
tedirginim. Bu defa çok işler mi bilmiyorum. Bu defa ben herhangi
bir partiyi temsilen olması gerekmiyor birçok insanın, milletin
sandık başlarında nöbet tutacağını tahmin ediyorum. Dolayısıyla bu
birçok şeyin önüne geçebilir.
Sonuçta kararı Türk Milleti verecek. Ya evet diyecek ya da hayır.
Her karar eyvallah. Erkan Yolaç’ın yarışması değil yaşadığımız.
Mesele kararın ülkemiz için hayırlı olup olmayacağı.
Röportaj için teşekkür ediyorum ve geçmiş olsun diyorum
tekrar…