06 Nis 2016 16:41 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:26

Radikal'cilerden veda: Severek ayrıldılar...

Radikal kapandıktan yaklaşık iki hafta sonra yazar, muhabir ve editörlerin veda yazıları yayımlandı.

Doğan Medya Grubu bünyesinde çıkan Radikal gazetesinin zarar ettiği gerekçesiyle Haziran 2014'te basılı yayına son vermesinin ardından devam eden internet sitesi Radikal.com.tr de önceki hafta kapandı. Radikal yazarları Tarhan Erdem, Altan Öymen, Cengiz Çandar, Murat Yetkin, Ezgi Başaran, Uğur Vardan, Cem Erciyes ve Oral Çalışlar ile internet sitesinin editör ve muhabir kadrosu, veda yazısı yazdı.

Tarhan Erdem, “Bundan sonra da ne gücüm kalmışsa, bildiklerimi yazmaya ve söylemeye devam edeceğim! Benim gibi düşünenler aydınlık günlere yakın günlerde kavuşacaklardır. Şüphesiz başarı halkındır!” sözleriyle Radikal’e veda ederken, Altan Öymen,“Radikal, ülkemizdeki düşünce özgürlüğü sınırlarının AB standartlarına uygun olmasını hedeflemişti. O yoldaki katkıları unutulmayacak” dedi.

Murat Yetkin, "Belki bir başka iyi fikir ve başka bir heyecan lazım zamanın ruhuna uyan" ifadelerini kullanırken, uzun döndem Radikal internetin başında olan Ezgi Başaran, Radikal’in hem kâğıda basılırken, hem de dijital marka olarak bir başarı hikâyesi olduğunu söyledi.

Cengiz Çandar, veda yazısında 40 yıllık aktif gazetecilik hayatını da noktaladığını duyurdu. Uğur Vardan ise ”Bu gazete kâğıtta ya da dijitalde üzerine düşen görevi bence layıkıyla yerine getirdi” ifadeleriyle son yazısını yazdı.

Radikal'in son yayın yönetmeni Cem Erciyes de, “Burada büyüdük, biraz da yaşlandık. O nedenle soranlara 'biz evimizi kaybettik' diyorum” ifadesini kullandı.
Fehim Taştekin, veda yazısı yazmak gibi bir niyeti olmadığını belirterek, “Daha rahatını bozacaklarımız var” dedi ve ekledi:
"Birileri ‘Bu sizin için yolun sonu’ dedi, değildir, billahi değildir.”

Oral Çalışlar da, “Radikal, demokrat bir gazete yapma çabasıydı. Belli bir tiryakilik ile, meraklı bir okur kitlesi de yarattı… Aykırı seslerin de kendini ifade edebildiği bir mecra olarak, anlam kazandı” sözleriyle Radikal’e veda etti.

"Radikal'in mutfağından veda..." başlığıyla yayımlanan yazıda ise, muhabir ve editörlerin veda mesajı yayımlandı. Mesajda şu ifadeler yer aldı:

"Elbette internet gazeteciliğindeki acımasız 'tık savaşları' bizi de etkiledi. Biz yine de o 'iyi haberlerimizi' sizlerle daha çok buluşturmak için didindik. Ve ne olursa olsun, 20 senelik Radikal ruhunu kaybetmeden, hep 'bize yakışanı' yapmaya çalıştık."

Radikal.com.tr'de, kapanıştan yaklaşık iki hafta sonra bugün yayımlanan veda yazıları şöyle:

Tarhan Erdem:

Halkıma görüşlerimi ulaştırma ortamı olan Radikal gazetesi çalışanlarına, yöneticilerine ve sahibine minnettarım.

Yıllardan beri Radikal’in yaşatılabileceğine inanırım, ancak yöneticilerimizin kararı makbuldür; biraz da kader, gazetemiz kapatılmıştır.

Halkıma görüşlerimi ulaştırma ortamı olan Radikal gazetesi çalışanlarına, yöneticilerine ve sahibine minnettarım.

Radikal’deki ilk yazımın son cümlesiyle başlıyorum son yazıma:

“Etrafımıza bakmadan hepimiz; gücümüz ne kadarına yetiyorsa o kadar; ‘bu ülke bize lazım!’ diye sesimizi yükseltmeliyiz. Benim yaptığım ve yapacağım da budur” (13.01.1997).?

Geçen hafta sonundaki yazımın son cümlesini de hatırlatayım: “Yargı ve hukuk sisteminin ne hale geldiğini görüyoruz; Stalin-vari yeni kanun değişiklikleriyle bugünkünden de geriye gitmeyelim (21.03.2016).

İlk gün yazdığımı 19 yıl tekrarlayarak birlikte yaşadığımız sevgili Radikal’den ayrılıyorum; ayrılıyoruz!

Bundan sonra da ne gücüm kalmışsa, bildiklerimi yazmaya ve söylemeye devam edeceğim! Benim gibi düşünenler aydınlık günlere yakın günlerde kavuşacaklardır.

Şüphesiz başarı halkındır!

Radikal, ülkemizdeki düşünce özgürlüğü sınırlarının AB standartlarına uygun olmasını hedeflemişti. O yoldaki katkıları unutulmayacak.

Altan Öymen:

Radikal, ülkemizdeki düşünce özgürlüğü sınırlarının AB standartlarına uygun olmasını hedeflemişti. O yoldaki katkıları unutulmayacak.

Radikal’in yayın hayatının sona ermesi, tabii, çok üzücü. Sadece Radikal gazetesinin mensupları ve okurları için değil, ülkemizin basın ve düşünce hayatı için de...

Değerli okurlarım biliyor, benim gazeteciliğe başladığımdan beri hayli zaman geçti. O zamanın yarısına yakını da Doğan Grubu gazetelerinde geçti. 2000’den önce grubun sahibi olduğu gazeteler arasında Milliyet, Finansal Forum, Referans ve Radikal de vardı. Onlarda da çalıştım. Belleğimde her birinden güzel anılar var.

Dün, tamamen tesadüf, evde kitaplarımı, kâğıtlarımı düzene sokmaya çalışırken, bir dosyadan Radikal’e yazdığım ilk yazının kupürü çıktı.

Tabii, büyük bir ilgiyle yeniden okudum. Başlığı “Hoşbulduk ve merhaba yazısı...”

Yazıda, gazetenin ‘hoş geldin’ anlamındaki anonsuna cevap vermeye çalışmışım. Şöyle demişim:

“(Bu hoşbulduk sözünü) kelimenin gerçek anlamıyla söylüyorum: Radikal, Türkiye’nin en saygın gazetelerinden biri. Eskiden ‘okunan gazete’ veya ‘okumak için alınan gazete’ diye bir tanımlama vardı. O tanıma tamamen uyuyor. Okurlarının elinde, başka birçok gazeteden daha uzun süre kalabiliyor.

Bu açıdan benim için Radikal’in ‘sadece okuru’ olmak da ‘iyi’ydi, ‘hoş’tu ama, gazeteyi hazırlayan genç arkadaşlarımın arasında Radikal okurları için yazmak, ayrıca ‘iyi’ ve ‘hoş.’”

***

İlk yazıyı yazarken dile getirdiğim bu kanı, Radikal’de yazdığım yıllar sırasında hiç değişmedi.

Radikal, adı üstünde, yayınlarındaki ‘fikir yelpazesi’ni mümkün olduğu kadar geniş tutma iddiasında olan bir gazeteydi.

Gazetenin ‘düşünce özgürlüğü’ alanının sınırları, Avrupa Birliği’nin insan hakları standartlarıyla tamamen örtüşüyordu. Şiddeti ve nefreti teşvik etmeme ilkesine uymak kaydıyla, o ‘yelpaze’de her görüşün yeri olabilirdi. Olmalıydı.

Gazete, söylenemeyen, ama gerçekten demokratik bir ülkede söylenebilen her şeyin Türkiye’de de söylenebilmesi gerektiği anlayışına katkıda bulunmaya çalışıyordu.

Bu anlayışın özeti, tabii, Voltaire’e atfedilen o ünlü cümledeydi:

“Düşüncelerine katılmıyorum, ama o düşüncelerini söyleme hakkını, hayatımın sonuna kadar savunurum.”

Bu cümlenin demokrasinin temelini oluşturan en önemli ilkelerden biri olduğu ortada...

Demokrasiyi ‘sadece seçim’den ibaret bir mekanizma zannedenlerin bile yadsıyamadığı gerçek şu:

Bir ‘seçim’in seçim sayılması için adının ‘seçim’ olması yetmez. Onun demokratik kurallara uygun olması gerekir. Bunun şartlarından biri de, o seçimlerde aday olan partilerin ve kişilerin seslerinin duyulabilmesidir. Söylediklerinin seçmenlere eşit koşullar altında ulaşabilmesidir.

O gereğin yerine getirilmesi de, basınla, yayınla, toplantıyla, gösteriyle ve zamanımızın tüm iletişim imkânlarının özgürce kullanılabilmesiyle mümkündür. O mekanizmaların gereği gibi işlememesi halinde, seçimin demokratik bir seçim olduğu iddia edilemez.

‘Düşünce özgürlüğü’, ‘basın özgürlüğü’, ‘toplantı özgürlüğü’ –veya hepsini kapsayan bir deyimle- ‘düşünceyi açıklama özgürlüğü’ demokratik bir seçimin –dolayısıyla demokrasinin- ‘olmazsa olmaz’larından biridir.

Radikal’in yayın ilkeleriyle herkese hatırlatmaya çalıştığı gerçeğin özeti buydu.

***

Tabii, bunları düşünce özgürlüğü konusunda Voltaire gibi düşünenlere anlatmak kolay da... O konuda çok daha kestirme bir çözüm oluşturmuş olanlara nasıl anlatacaksınız?

“Ya benim gibi düşünür, benim gibi konuşursun ya da ben seni düşman sayarım.”

Radikal’in kâğıda basıldığı dönemlerinde de, kâğıtsız dönemlerinde de, o ‘çözüm’ün hedefi haline getirildiği zamanlar oldu. Hakkında davalar açıldı. Yazarlarına tehditler yöneltildi. Sadece Radikal yazarlarına değil, Doğan Grubu’nun –aynı özgürlükçü ilkeler doğrultusunda yayın yapan- öteki gazetelerine de... Ama Radikal’de de, öteki gazetelerde de “Benim gibi düşünmeyenler, benim düşmanımdır” diyenleri tatmin edecek bir ‘değişim’i sağlamak mümkün olmadı.

Zaten böyle bir şeyi beklemek gerçekçi değil. Çünkü gazetelerin de, televizyonların da ‘fıtrat’ında böyle bir şey yok. Tam tersine, başka bir durum var: Gazete okuru, televizyon veya sosyal medya izleyicisi, haberin doğru olanını, yorumun samimi olanını, dürüst olanını bulup okumak, izlemek istiyor. Bunu bulamadığı gazeteyi okumuyor, televizyonu izlemiyor.

Tabii, doğru haberi, samimi yorumu arayıp bulması bazen vakit alıyor. Ama –biraz gecikerek de olsa- sonuç hep aynı oluyor.

Zaten bu gerçeğin kanıtını arayıp bulmak için fazla vakit harcamaya gerek yok. ‘Politikaları değişsin’ diye ‘kayyum’ atanan gazetelerin ‘kayyumdan önceki’ tirajlarıyla ‘kayyumdan sonraki’leri karşılaştırmak yeter.

***

Bu yazıyı, Radikal’deki ilk yazımdaki o cümlenin ‘geçmiş zaman’lı haliyle bitireyim:

“Radikal, Türkiye’nin en saygın gazetelerinden biriydi.”

Bu cümleye bir de gelecekle ilgili tahminimi ekleyeyim:

“Radikal, anılarda da hep öyle kalacak. Ülkemizde demokrasi kültürüne yaptığı katkılar unutulmayacak.”

Radikal’in değerli okurları ile birlikte tüm çalışanlarına, gazete sahiplerine, kurucularına, yöneticilerine en iyi dileklerimle…

Murat Yetkin:

O bir dönemdi. Artık o dönem yok. Gazeteciliği gazeteci gibi yapmaya o dönem ne kadar yakın olduğumuzu şimdi geriye bakınca anlıyorum.

Radikal'e en başından dâhil olabilirdim, 1996 yazında İsmet Berkan ile konuşmalarımızı hatırlıyorum.

Ama o ara yeni bir gazete çıkarmaktan çok daha yeni ve yenilikçi bir fikrin peşindeydim.

Nuri Çolakoğlu başımızda, Türkiye'nin ilk haber kanalını, NTV'yi kurduk bir avuç meslektaşla.

Radikal 13 Ekim 1996'da yayına başladı. Dümende Mehmet Yılmaz vardı.

NTV, Radikal'i Radikal yapan ilk çıkış olan Susurluk skandalının patlamasından bir hafta sonra 10 Kasım'da düzenli yayınına başladı; Anıtkabir'deki Atatürk'ü anma törenlerinden yapılan ilk NTV canlı haber yayınında yer aldım.

***

O da Radikal’in Ankara temsilciliğini üstlenen Berkan ile sık görüşüyorduk, çoğunlukla onun iş çıkışında bizim büroda. Piyasaya yeni giren, ortalığı biraz dağıtan, dengeleri sarsan iki mecra idik bir yandan, NTV ekranda, Radikal de gazetede...

Gazeteciliğin 24 saat yapıldığı bir dönemdi, kulis haberciliği, belge peşinde koşma, dosya patlatma…

Bizim piyasa da siyaset gibi hareketliydi o zaman ve beş yıl gecikmeli de olsa Radikal'e katıldım, 1 Şubat 2001'de.

***

Radikal'in Radikal olduğu zamanlardı. Berkan'ın İstanbul'da benim Ankara'da uğraştığımız ilk kriz 19 Şubat'taki Milli Güvenlik Kurulu'nda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile yaşanan tartışma sonrasında Başbakan Bülent Ecevit'in toplantıyı terk etmesi ile tetiklenen ülke tarihinin en ağır ekonomik krizi oldu.

Krizler birbirini izliyor, biz doludizgin ve hakkını vererek, ya da en azından ona inanarak gazetecilik yapıyorduk; ortam buna müsaitti.

Krizi değil, ama o gazetecilik ortamını özlüyoruz şimdi. Yeni Türkü'nün şarkısında söylendiği gibi, "Ardından koştuğumuz o bahardır".

***

Sıkı işler yaptık hep beraber. Muharip-gazi hikâyelerine dönmesin ama 29 Ekim 2001 gecesi Çankaya Köşkü'nde bana dört yıldızlı dört komutan tarafından söylenen "Ecevit gitsin, Özkan gelsin" sözünü manşete çekebildik mesela, belki bir müdahaleyi önledik; o dönem mümkündü.

AK Parti'nin 2002 seçimini alacağını gösteren anketi ilk biz bastık ve topa tutulduk; yerleşik düzen mezarlıkta ıslık çalar gibi yaklaşan gerçeği görmek istemiyordu.

Deniz Zeyrek'in alıp getirdiği MGK'nın gizli yönetmeliği var sonra. O yönetmeliği basabildik, o zaman mümkündü, bütün dengeler değişti.

Son yaptığımız büyük habercilik işinin üniversite ve kamu personel sınavlarındaki yolsuzluklar olduğunu söylemek mümkün, 2011 baharında. O zaman hem AK Parti, hem Cemaat birden rahatsız olmuştu bizim soruları tek tek çözüp yolsuzluğu kanıtlamamıza.

***

Sadece siyasi habercilik değil tabii.

Radikal İki vardı mesela Tuğrul Eryılmaz vardı memleketin olduğu kadarıyla entelektüel hayatını kırbaçlayan.

Radikal Kitap, Türkiye’de kitap eleştirmenliğinin doğasını değiştirdi, kendi başına bir marka oldu ve Radikal kâğıttan çıktıktan sonra da o yaşadı.

***

Radikal, kâğıttan çıkıp sadece dijital yayın olmadan önce belki de boyutlarını küçülterek bir hata yaptı; ekonomik gerekçelerle kâğıttan çıkış onun devamıydı.

"Neden?" diye soran çoğu arkadaşıma, "50 kuruş verip almadığınız içim" cevabı verdiğimi hatırlıyorum. Radikal okuduğunu söyleyerek itibarıyla hava atılan, ama para verip satın alınmayan, neredeyse İstanbul'da Cihangir-Nişantaşı hattına sıkışan bir görüntü vermeye başlamıştı.

O bir dönemdi. Artık o dönem yok. Gazeteciliği gazeteci gibi yapmaya o dönem ne kadar yakın olduğumuzu şimdi geriye bakınca anlıyorum. Radikal ekonomik olarak yaşasaydı da ülkede siyasetin giderek kutuplara sıkıştığı bu dönem Radikal kimliğiyle, yani o "asabi şehirli" kimliğini, aklına her yatmayana vicdanına her sığmayana itiraz edebilen kimliğini koruyabilecek miydi?

Bu soruya duraksamadan evet diyebilecek kimseyi görmüyorum etrafımda; bu gazeteye on yılını Ankara Temsilcisi, on beş yılını yazar olarak vermiş ve iyisiyle kötüsüyle hakkını helal etmiş birisi olarak göremiyorum maalesef.

***

Ben de okurlarımızdan, bu gazeteye emeği geçen, çoğu isimsiz kahraman, gece gündüz, çoğu zaman sırtlarının sıvazlanıp teşekkür edilmeyi bekleyerek, ya da beklemeden çalışan haber emekçisi meslektaşlarımdan ve en başında Türkiye’nin Radikal gibi bir gazetenin tadına bakmasını, tadına varmasını sağlayan Aydın Doğan’dan aynı şeyi umuyorum, hak edip etmediğimi bilmeden. Ama elimden geleni yaptığımdan emin olmalarını isterim.

Radikali yıldızlaştırıp parlatan sadece bizler değildik ama; o bir dönemdi. Ve o dönem gibi o dönemin gazeteciliği de artık geçerli değil bugünün nefesimizi daraltan koşullarında; Radikal bitiyor.

***

Yazıyı Nazım Hikmet'in "Yine görüşürüz dostlarım benim / Yine görüşürüz / Beraber güneşe güler / Beraber dövüşürüz" dizeleriyle bitirmek isterdim, ama bu bir dövüş değil ki.

Belki bir başka iyi fikir ve başka bir heyecan lazım zamanın ruhuna uyan.

O nedenle Cahit Külebi ile veda ediyorum, Radikal'deki bütün kalem arkadaşlarıma ve Radikal okurlarına:

"Sonra âlem değişiverdi

Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak

Mevsimler ne çabuk geçiverdi

Unutmak, unutmak, unutmak"

Yenisine bakana kadar…

Ezgi Başaran:

Kim ne derse desin, Radikal hem kağıda basılırken hem de dijital bir marka olarak bir başarı hikayesidir.

Bir gün böyle bir yazı yazacağımı biliyordum. Lakin sanıyordum ki, ben giderim. Giderken kısa bir veda ederim siz okurlara.

Maalesef sandığım gibi olmadı. Beni ve bu gazeteye 20 yıl içerisinde emek vermiş herkesi son derece üzen bir biçimde gelişti hayat.

Bu Radikal’in son sayısı. Yayın hayatı bugün burada bitiyor. Beraberinde bir çok şeyi de bitirerek.

Radikal’in Türkiye basınındaki yerini zaman zaman bir çok çalışanı ve okuru anlatmıştır.

Hem bu ülke için hem de medya dünyası için nasıl bir yol açtığını da…

Ermeni meselesinde, Kürt sorununda, insan hakları ihlallerinde, demokrasi açıklarında, azınlık haklarının korunmasında, kadınların sokulduğu cenderenin ortaya konmasında, Türkiye’yi değiştiren dönüştüren tüm kırılma noktalarında, Radikal olması gereken yerdeydi.

Gazetecilik ilkelerinden sapmadı, dogmaların altında ezilmedi, sözünü sakınmadı.

Kim ne derse desin, Radikal hem kağıda basılırken hem de dijital bir marka olarak bir başarı hikayesidir. Çıkış amacına hep sadık kalmış, sözünü tüm yayın hayatı boyunca tutmuştur. Aksini iddia edene bir sabah anlatmaya başlarım, akşam olur.

Ama şimdi bunu yapmayacağım. Çünkü faydası yok. Bir anlamı da kalmadı.

İstediğim tek şey, Radikal’in yıllar içinde 130 kişiden bir avuç insana inen kadrosunun ne kadar kıymetli gazetecilerden ve dijital zihinlerden oluştuğunu hatırlatmak, hepsine birer selam çakmak.

Cüneyt Muharremoğlu, Bahadır Özgür, Ercan Sarıkaya, Ümit Buget, Hakkı Özdal, Barış Avşar, Erkan Aktuğ, Cem Erciyes, Bahar Çuhadar, Ömer Erbil, İsmail Saymaz, İdris Emen, Derviş Şentekin, Burcu Aktaş, Birce Altay, Oktay Volkan Alkaya, Neşe İdil, Tarkan Temur, Sinan Saygılı, Eda Utku, Ömür Bali, Oktay Kılınç, Süleyman Çeliker, Tolga Aktaş, Fehim Taştekin, Gökhan Karataş, Arzu Akyürek… Sizlerle çalıştığım her saniye beni gururlandıran bir hatıra içerir.

Bir Radikal çalışanı ve okuru olarak size teşekkürü borç bilirim.

Radikal’in kapanmasıyla bir nefes alma alanının daha sonuna geldik.

Hepimizin başı sağolsun.

Cem Erciyes:

Burada büyüdük, biraz da yaşlandık. O nedenle soranlara 'biz evimizi kaybettik' diyorum.

Bu Radikal için yazdığım ikinci veda yazısı. İlkini 2014 haziranında gazete kağıdına veda ettiğimizde yazmıştım.

Radikal bir kez daha Türkiye’de öncü rol üstleniyor, kağıt baskısına son verip yalnızca internette yola devam edeceğini açıklıyor, bazıları bunu ‘dijital devrim’ olarak tanımlıyordu. Ama ben o kadar da umutlu değildim. Zamanın ruhu değişmiş, Radikal bunun karşısında yenik düşmüştü. Neyse ki bizi, sadık okurlarını yalnız bırakmayıp mücadeleye devam kararı almıştı. Bu kez sadece internet üstünde yayın yapacaktı. İki yıl boyunca yaptı da. Bir milyona yakın insan her gün radikal.com.tr’ye girdi ve haberleri bizden aldı. Terörü, siyasi ve insani krizi bol bir dönemde ne zaman tansiyon yükselse, bizim okuyucu sayımız arttı. Çünkü herkes doğruluğu teyid edilmemiş bilginin, manüpulasyona açık haberin burada yer almayacağını biliyordu. Radikal’e güveniyordu. Evet, biz de bir şeylere taraftık tabii ki: insan hakları ve özgürlüklere taraftık. Bu tarafı hiç terk etmedik. Temel prensibimiz gazetecilik ilkeleri, kılavuzumuz ise vicdanımız ve ahlakımız oldu. Radikal’i çıkartan gazeteciler ilk günden itibaren işte bu kavramların etrafında bir yerlerde buluştu ve hep birlikte durdular.

Ben Radikal’e girdiğimde gazete henüz sekiz aylıktı. Sabah toplantılarında bu efsane gazeteyi çıkartan ekibe bazen şöyle uzaktan hayranlıkla bakardım. Hiçbirimiz birer dahi değildik. Aramızda mesleğin çok iyileri vardı ama ‘en iyiler’ biz miydik? Ya da en akıllılar, en entelektüeller. Hayır. Ama en ilkeli ve en özgür ekip bizdik. O nedenle de en iyi gazeteyi yapabildik. Gazetenin çok kısa fasılalarla bu ilkelerden uzaklaşır gibi yaptığı, çok satma hırsına kapıldığı günler oldu. Neyse ki uzun sürmedi hiç biri…

Tabi ki bu iyi gazetenin iyi bir okuru oldu hep. O sayede de Türkiye’nin en etkili kültür sanat sayfalarını Radikal’de yayımlayabildik. 22 ve 23. Sayfaları hazırlayarak geçen yılları unutmak mümkün değil. Bir dönem çalışan sayısı on kişinin üstüne çıkan kültür sanat sayfalarında muhabirlerin sanatın farklı alanlarında uzmanlaşması, o alanlarda eleştirmenlerin düzenli yazılar yazması mümkün olmuştu. İşte o ekiplerin kültür ve sanat gündemini neredeyse eksiksiz kucaklayabilmesi sayesinde bugün hala yaşayan ‘Radikal Kültür Sanat’ markasını yaratabildik.

Tabii esas marka Radikal Kitap oldu. Benden bir kitap eki yapmam istendiğinde, Radikal’in böyle bir yayın için çok uygun bir ev olduğunu biliyordum. Ama bir gün Radikal kapandıktan sonra bile hayatta kalacak kadar beğenilen bir ilave yapmış olmak, itiraf ediyorum benim için bile bir sürpriz oldu. Ümran’dan, Aslı’dan, Oylum’dan sonra Radikal Kitap’ı Derviş Şentekin ve Burcu Aktaş başarıyla bugüne kadar getirdiler. Öyle bir iş yaptık ki kendi alanında öncü oldu. Bir dalga yaratabildi. Evet, Radikal Kitap’ı yapan ekip olarak kendimize bu işten haklı bir gurur payı çıkartıyoruz. Ama işin aslı, bu başarıda Radikal logosunun etkisi büyüktü, bunu da biliyoruz.

Hayatımın neredeyse yarıya yakın bir kısmını Radikal çalışanı olarak geçirdim. 20 yıllık bu hikayenin 19 yılına tanığım. İnsanın genelde gurur duyduğu bir yerde çalışması, itibarlı bir işin parçası olması pek güzeldi. Burada büyüdük, biraz da yaşlandık. O nedenle soranlara ‘biz evimizi kaybettik’ diyorum. Bu duygunun sadece Radikal çalışanları için değil, bütün sadık okurları için geçerli olduğunu da biliyorum. Olaylara, hayata, dünyaya ortak akılla bakan hepimizin ‘açılış sayfası’ Radikal artık yok. Kültür sanat dünyası için, sivil toplum kuruluşları için, kendini bu ülkede azınlık hisseden herkes için bir sahne daha kapandı. Yani şimdi kendimizi ifade etmemiz biraz daha zor olacak. Ana medya bizlere bir adım daha uzaklaşacak. Ama olsun, mutlaka bir başka yol bulacağız.

Şimdi sadece benim için değil herkes için yeni bir hayata başlama zamanı. Bütün çalışma arkadaşlarıma, kapandığımızı duyunca mesajlarıyla telefonlarıyla üzüntülerini dile getiren ve yaptığımız işe inancımızı tazeleyen dostlarımıza ve en çok da okurlarımıza teşekkür ederim.

Güzel iş çıkarttık!

Cengiz Çandar:

Türkiye'de demokrasinin serencamı ile Radikal'in yaşamı birbirine paraleldir.

Radikal kapatıldıktan sonra bizlere “veda” yazısı yazma fırsatı tanınması iyi oldu. Noktayı birkaç isme “teşekkür” edemeden koymak istemezdim doğrusu.

Doğan Grubu içinde 10 yıla yaklaşan çalışma hayatım Referans Gazetesi’nde 2006 yılının son günlerinde başlamıştı. Sıfatım “başyazar” idi. Referans’ta yayımlanan yazılarım, aynı gün, Hürriyet’in internet sitesinde de yayımlanıyordu.

Radikal’de yazmaya ise 2008’de başladım. Referans, 2010’da kapanana dek, aynı yazı, hem Referans, hem Radikal ve hem de Hürriyet’te yayımlandı. Galiba, Türkiye’nin basın tarihinde bu konumdaki ilk kişi oldum.

Yazıların üzerindeki imza benimdi. Ama yazıların okurlara ulaşmasında benim kendilerine her daim şükran duyguları beslemeye devam edeceğim çalışma arkadaşlarımın katkıları vardı. 2006 ve 2016 yılları arasında yazılarıma emek vermiş olan Gökçe Aytulu, Muhittin Danış, Ali Topuz, Cüneyt Muharremoğlu ve Bahadır Özgür’e teşekkür ediyorum ve kendilerinden haklarını helâl etmelerini diliyorum.

Bu “veda yazısı” ile birlikte, 40 yıllık aktif gazetecilik hayatım da noktalanmış oluyor.

40 yıl sürmüş olan meslek hayatımın sona erdiğini, benim için simgesel anlamı olan bir günde öğrendim. Rahmetli babamın doğum günü, annemin ise ölüm günü olan günde.

Radikal’e yazımı yazmış ve göndermiştim ki, karım, “Radikal kapatılmış” dedi. Başımı kaldırıp baktım; o an “twitter”da okuduğunu söyledi şaşkınlık içinde.

“Olmaz öyle şey” demedim. Bir süredir öyle bir Türkiye’de yaşıyor olmuştuk ki, böyle bir şey de pekalâ mümkündü, benim bunu 40 yıllık meslek kariyerime hiç yakışmayacak bir biçimde öğrenmem de...

Nitekim, gerçekten de Radikal’in kapanmasına karar verilmiş.

Bu bilgiyi edindikten birkaç dakika sonra, az önce göndermiş olduğum yazının son satırında tırnak içindeki iki sözcüğün- gazetecilik deyimiyle- “boldlanması”nı ihmal ettiğim aklıma takıldı. Arayıp, arkadaşları “boldlama” yapmaları için uyardım. Ve aynı anda da, gazetecilik mesleğinde kendisinden çok şey öğrendiğim ve her zaman “ustam” saydığım Altan Öymen ile ilgili bir anımın zihnimde canlanmasına engel olamadım.

80’li yıllardı. Türkiye’de bir askeri yönetim dönemi daha yaşanmaktaydı. Altan Abi, Avrupa Konseyi’nde Türkiye ile ilgili tartışmaları izler, bir telefon kabininden, irticalen, olanca ayrıntısıyla mükemmel biçimde haber yazdırırdı.

Cumhuriyet Gazetesi’nde Altan Öymen’in haber editörlüğünü ben yapardım. Bir kulağımda telefon, onun dikte ettiğini daktilo ile yazmak ve daha sonra başlık çıkartmak, yazının dizilmesine nezaret etmek benim sorumluluğumdaydı.

M. Ali Ağca’nın Papa’yı vurduğu gün, bütün gazete sayfa sayfa yeni baştan düzenleniyordu. Dizgihanede yeni sayfalar bağlanırken, Altan Abi’nin yazısına ilişkin düzeltmeleri, mürettiplere “kulis” yaparak dizdirtmekle meşguldüm. Bu düzeltmeler, Avrupalı parlamenterlerin Altan Abi’nin gündüz saatlerinde haberi yazdırırken muhtemelen bilmediği ve öğrendikten sonra da eklenmelerini özellikle istediği önisimlerini yazıya koydurmaktan ibaretti. Ama bu kadarcık bir ayrıntı yüzünden o tarihi gecenin kaosu içinde, dizgi makinalarının işgal ediliyor olması Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal’in sinir krizinin eşiğine getirmişti.

2016 yılıydı. Türkiye’deki sivil otoriterleşme zirveye tırmanıyordu. Radikal kapatılıyor ve benim aktif gazetecilik yaşamım da böylece sona eriyordu. Ve bunu en usul-erkân dışı yollardan öğrendiğim anda bile, Altan Abi’den bana bulaşmış olan “deformasyon profesyonel”den muzdarip olmaya devam ediyordum.

Bizim meslek, olmazsa olmaz kurallarından biri olan “ayrıntı takıntısı”yla bana son oyununu oynamaktaydı sanki…

Ben, gazetecilik mesleğini gereği gibi yerine getiren ve kendisinden önceki ustalardan devralıp ileri doğru taşıyan bir kuşağa mensuptum.

Ortadoğu konusundaki gazetecilik için, benim kuşağımın uluslararası alandaki “idolü”, Fransız gazetesi Le Monde’un efsanevî muhabiri ve dış politika editörü Eric Rouleau idi.

Zaman içinde çok yakın dostluk kurmuştuk ve gazeteciliğimin inşasında en önemli paya kendiliğinden o sahip olmuştu.

Daha bir ay kadar önce Eric Rouleau’yu ölümünün birinci yıldönümünde, Paris’te Le Monde’da anıyorduk. Anma töreni sırasında, kendi dönemimin kapandığı düşüncesi de bir anda beynimi hızla yalayıp geçmişti.

40 yıllık gazetecilik tecrübem sayesinde ve son dönemde yaşananların ışığında, gazetecilik mesleğinin bizlerin onlarca yıldır yaptığı ve yapılması gereken haliyle can çekiştiğini elbette görüyordum.

Her şeyden önce, bu mesleğin, belirli normlarıyla yapılmasını mümkün kılacak bir ülke atmosferi ve en önemlisi kurumlar gerekmekteydi.

İlki neredeyse kalmamıştı. İkincisi de hızla tükeniyordu. Bu manzaraya bakıldığında, Radikal’in ömrünün de uzun olmadığını fark etmek zor değildi.

Oysa Radikal gibi bir yayın organı, iki yıla yakın bir süre önce dijital yayına geçmiş olsa bile yaşayabilirdi. Üstelik, dünyadaki trend, giderek, kağıt baskıdan dijitale doğru kaymakta iken, haydi haydi yaşayabilirdi.

Yaşayabilmesinin birinci şartı, Türkiye’nin dayanıklı bir demokratik rejime sahip olabilmesiydi. Bir de, onu varoluş amacına uygun biçimde yaşatmaya kararlı bir kurumsal kültür ve irade gerekiyordu tabii ki...

Türkiye’de demokrasinin serencamı ile Radikal’in yaşamı birbirine paralel seyretti.

2016 Türkiyesi’ne gelindiğinde, Radikal’in ömrünün tükenmekte olduğuna dair yeterince işaret mevcuttu. Radikal’in kendisi kalarak yaşamını sürdürmesi giderek güçleşiyordu.

Beklenmeyen, ani ölümüydü.

Ani ölümler, giden için hayatın acısız son buluşudur. Acı, geride bıraktıklarına kalır. Radikal’in ölümü, Türkiye’nin özgür ve demokratik bir ülke olmasını isteyen herkes açısından, yeri kolay doldurulamayacak bir kayıptır.

Tüm ömrümü esenliği için geçirdiğim ülkemin gelip dayandığı noktaya baktığımda, hiç kuşkusuz, çok derin bir üzüntü içindeyim.

Benim 40 yıllık aktif gazetecilik yaşamımın noktalanmasına gelince…

Bir gün nasılsa olacaktı. Şimdi ve bu şekilde olması ise, bir bakıma doğaldır. Çünkü ülkemin içinden geçtiği bu dönemde sesimin kısılmasından çıkar umanlar, duyulmasından yana olanlara belirgin biçimde ağır basıyor.

Şunu söyleyebilirim: Bu işi 40 yıl boyunca, Türkiye’nin her yerinde ve dünyanın dört bir köşesinde kimi zaman olağanüstü koşullarda ve genellikle büyük bir zevkle yaptım.

Bunun 24 yılı geçen yüzyılda geçti. Yüzyılın son çeyreğine damgasını vuran birçok tarihî olayı yerinde, birçok tarihî kişiliği doğrudan tanıyarak yaşadım.

Hem kendi şansımı yarattım ve hem de, ayrıca, talihliydim de… Benim açımdan, güzel bir 40 yıl oldu.

Bunun önemli bir bölümü köşe yazarlığı ile geçmiş, her hafta ortalama 3-4 yazı yazmış birisinin hata yapmamış olması düşünülemez. Ben de bu genel kurala istisna oluşturmadım. Ancak, umarım doğru gözlemlerim ve yorumlarım, hatalarıma galebe çalmıştır ve okurlarım nezdinde mahçup duruma düşmemişimdir.

Zaten, “Baki kalan kubbede, hoş seda” imiş.

Hoşçakalın!

Uğur Vardan:

Bu gazete kâğıtta ya da dijitalde üzerine düşen görevi bence layıkıyla yerine getirdi.

Formayı 1 Nisan 2002’de üzerime geçirmiştim. 31 Aralık 2013’te çıkardım. Bu süre zarfında üç Dünya Kupası, üç Avrupa şampiyonası, üç Olimpiyat Oyunları, sayısız lig ve kupa şampiyonlukları, Eurolig organizasyonu, atletizm şampiyonası, onca film, tiyatro oyunu, konser gördüm… İlk çağrı 2000’deydi, ‘Rahmetli’ Ercan Arıklı ayrılmama izin vermedi, “Aktüel’e devam” dedi ama ertesi yılki çağrıda Radikal ailesinin bir parçasıydım artık. Mesleğe ilk adım attığım kurum olan Erkekçe’deki şefim Yiğiter Uluğ’la 12 yıl sonra buluşmuştuk yeniden. Sonrasında o ayrıldı, bir yıl sonra Spor Servisi bendeydi.

2004 Haziran’ın ortalarında o zamanki Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, spor hükümetini kurma görevini tebliğ etti, kabul ettim ve söz konusu maceram yaklaşık 9.5 yıl sürdü. Ayrıldıktan (yani Hürriyet’e geçtikten) sonra da sinema ve spor yazılarım Radikal’de yayımlanmaya devam etti.

Bütün bu süreçte onca güzel insanla beraber çalıştım. Tabii ki servisimdeki elemanlarımın ve dahi yazar-çizerlerimin yeri farklıydı. Her biri benden çok küçük, farklı kuşakların zeki, yetenekli, birikimli temsilcileriydi; onca gün ve gece birlikte mesai eskittik. Yiğiter’den devraldığımız mirası elimizden geldiğince korumaya, mümkün olduğunca da geliştirmeye, ötelere taşımaya çalıştık.

Bir gazetenin önü başka, arkası başka olmaz; Radikal’de spor kültürüne hâkim, vicdanlı, gördüğünü çalan, yaratıcı bir ekolün parçasıydık; hep bunu yapmaya, belli bir standardın altına düşmemeye çalıştık. Gazete kâğıda veda ederken başlığı atmak (‘Bize ayrılan kâğıdın sonuna geldik’) bana nasip olmuştu, şimdi de Radikal’e ayrılan sanal âlemin sonuna gelindi.

Bu gazete kâğıtta ya da dijitalde üzerine düşen görevi bence layıkıyla yerine getirdi. Yaklaşık 20 yıllık serüveninde duruşuyla, yaklaşımıyla, tavrıyla bir gurur abidesi oldu. Kim bilir, gerçek değeri yokluğunda daha bir anlaşılacak. Ama şunu ben kendi adıma çok net söyleyebilirim; bu ailenin bir parçası olmaktan her zaman mutluluk duydum. Abilerimiz, ablalarımız, yaşıtlarımız ve kardeşlerimizle birlikte acı tatlı onca günün eşliğinde, bu meslek adına çok iyi şeyler yaptık, çok iyi izler bıraktık diye düşünüyorum. Nasıl derler, yolu (çalışanı ya da okuru olsun, fark etmez) Radikal’den geçen herkese bir kez daha selam olsun…

Fehim Taştekin:

Ya sözümüzü zulamıza atıp diz çökeceğiz ya da gerçeğe ihanet etmeyip bedelini ödeyeceğiz. Birileri "Bu sizin için yolun sonu" dedi, değildir, billahi değildir.

Elveda demeye niyetim yoktu. Ortalıklardan kaybolacakmış gibi, bir kenarda susup pusup oturacakmış gibi. Sevgili editörüm Bahadır Özgür “Olmaz” dedi, “Okuyucu veda yazısı bekler.” Eyvallah! Okuyucunun hakkıdır. Bir şeyler demek bizim de hakkımızdır.

Ama bu bir veda değil.

Ne hikâyemiz bitti ne yazacaklarımız!

Rahatlarını bozmamız gerekenler var!

Kendilerini dokunulmaz kılan kibir abideleri var!

Tüm bölgeyi yakan kifayetsiz muhterisler var!

Bu güzelim ülkeyi uçuruma sürükleyenler var!

Daha anlatacaklarımız var ey dostlar!

Bunlar varken veda züldür!

Kaybolmuyoruz, çekilmiyoruz, sadece dağılıyoruz, toprağa dağılan tohumlar gibi.

***

Herkesin Radikal’i bir şeylere tekabül eder. Benim Radikal’im özgürlüğümdü, özgünlüğümüzdü. Radikal önemli bir açığı kapattı. İnsana, hayata, özgürlüklere dair izler bıraktı. Sevindirdik, umutlandırdık, kızdırdık, öfkelendirdik…

Mutfağımız nice güzel insanlar gördü! Vicdanı rahat, aklı hür, zihni berrak!

Mavi bir ıslıktı, ötünce dönüp karşılık verecek yüzlerce emektarı olan. Eskimeyen eskilerimiz vardı; sanki bir replikti: “Ben Radikal’deyim”, “Ben de eski Radikal’ciyim”…

Yazı İşleri masasında her şey konuşulur tartışılırdı; bir sandalye çekip masaya ilişen herkes itirazını yapar önerisini getirirdi. Ayıplanmadan, çekinmeden, azarlanırım diye korkmadan. İsteyen tavrını da koyardı.

Dış Haberlerimiz ise curcunalı bir okuldu. Her bir haberi tartışırdık, her bir başlığı tartardık. Hepimiz her gün bir şeyler öğrendik öğrettik; yetiştik yetiştirdik! Gürültücüydük vesselam…

Önce bize ayrılan kâğıdın sonuna geldik, yazılı gazete bitti; sonra internette yelken açtık, rüzgârımız kesildi, nihayet o da bitti.

***

Kötü günlerden geçiyoruz, kaygılanmak için nedenlerimiz çok. Ya sözümüzü zulamıza atıp diz çökeceğiz ya da gerçeğe ihanet etmeyip bedelini ödeyeceğiz. Birileri “Bu sizin için yolun sonu” dedi, değildir, billahi değildir, bunu tayin edecek bizim irademizdir.

Eski Radikalci Ali Topuz, zor zamanda dosta ne göndereceğini bilendir, bana gönderdiği de Nesimi’den bir şaheserdir:

Hâr içinde biten gonca güle minnet eylemem

Arabi Farisi bilmem, dile minnet eylemem

Sırat-i müstakim üzre gözetirim rahimi

İblis’in talim ettiği yola minnet eylemem

Bir acaip derde düştüm herkes gider kârına

Bugün buldum bugün yerim, Hak kerimdir yarına

Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına

Rızkımı veren Huda'dır kula minnet eylemem.

***

Onurumuzdur bizi kurtaracak olan.

Hoşça kalın, dostça kalın.

Oral Çalışlar:

Radikal, demokrat bir gazete yapma çabasıydı. Belli bir tiryakilik ile, meraklı bir okur kitlesi de yarattı...

15 Haziran 2008'de Cumhuriyet'ten Radikal'e geçtiğimde, ilk yazımın başlığı şöyleydi: "Yolculuğa devam".

O yazımı şöyle sonlandırmıştım: "19. yüzyılda yaşamış Alman romancı Gustav Freytag 'Alman kültüründe yürüme tutkusu, ideal bir ülkeye duyulan macera dolu bir özlemden doğar' diye tanımlamış yürümeyi..."

Bu yolculuğu gazete köşelerinde, okurlarla birlikte sürdürdük. Freytag'ın dediği gibi, "ideal ülkeye, macera dolu bir özlem"di herşey… Bu özlemi, belki bizden de çok, okurlar yaşıyordu.

Radikal'de, mutlu, heyecan dolu, huzurlu bir gazetecilik yaşamım oldu.

Şimdi ayrılık vakti. Radikal'i tarihe uğurluyoruz.

Türkiye'nin iniş çıkışlarıyla içiçe geçmiş hayatımı gözden geçiriyorum.

Gençliğimi, bir solcu militan olarak yaşadım. 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinde 7 yıl hapiste kaldım. 10 yıla yakın da kaçak yaşadım.

Geçmişime bakınca, "en rahat yıllarım gazetecilik yıllarım oldu" diyebiliyorum.

"Ne rahatı?" diye sorabilirsiniz.

16 yıl çalıştığım Cumhuriyet’te, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy gibi yazarlarımızı ve hocalarımızı bombalı saldırılarda yitirdik.

"Rahat yıllarım" dediğim gazetecilik yaşamımda, şiddet ve terör başlıca derdimiz oldu. Yargılandım, mahkum oldum, hapishane kapılarından döndüm. Meslektaşlarım tutuklandı.

Gazetecilik, gazete patronluğu, hatta okur olmak bile, risklerle, endişelerle elele yürüdü, yürüyor. Gazetecilik mesleği hem siyasi kutuplaşmaların, hem şiddet ortamının içinde var oldu, varolmaya çalışıyor. Yaralanıyor, hırpalanıyor.

Radikal, demokrat bir gazete yapma çabasıydı. Belli bir tiryakilik ile, meraklı bir okur kitlesi de yarattı… Aykırı seslerin de kendini ifade edebildiği bir mecra olarak, anlam kazandı.

Artık sona geldik.

Keşke yaşatabilseydik.

Hepimiz yeni bir yolculuğa çıkıyoruz.

Hüzünlü bir ayrılık.

Aydın Doğan'a, Vuslat Doğan Sabancı'ya, Radikal'e emeği geçen herkese çok teşekkürler ederim.

Yolumuz açık olsun.

Radikal'in muhabir ve editörleri:

Merhaba,

Biz, 2014 haziranından beri tamamen dijitale geçen Radikal’in ‘mutfak ekibiyiz’. Sizlerden ayrılmadan önce siz kıymetli okurlarımıza küçük bir veda etmek istedik. Radikal, Türkiye’de kağıt baskıdan dijital edisyona geçen ilk gazeteydi. Açıkçası sırtımıza ağır bir yük aldığımızı bilerek başladık. 1996’dan beri Türkiye’nin en iyi işlerine imza atan, memleketin en sıkı gazetecilerinin, yazarlarının iz bıraktığı bir gazeteyi, ‘yeni dünya düzeninin’ şartları gereğince dijital alemde ayakta tutmaya çalıştık. Bilenler bilir ama son bir kez buraya da not düşelim istedik: Radikal ekibi olarak tıpkı kağıtta olduğu gibi dijitalde de sesimizi, soluğumuzu, enerjimizi hep haklardan ve özgürlüklerden, insanca yaşamdan yana kullandık. Yaptığımız haberlerin, yazdığımız yazıların her bir satırında iyi gazetecilik yapmaya çalıştık. Gitgide daralan imkânlarımıza rağmen kadın, çevre, kent, insan hakları, güncel siyaset, kültür-sanat, spor alanlarında herkesi kapsamaya, itiraz etmeye çabaladık.

Elbette internet gazeteciliğindeki acımasız ‘tık savaşları’ bizi de etkiledi. Biz yine de o ‘iyi haberlerimizi’ sizlerle daha çok buluşturmak için didindik. Ve ne olursa olsun, 20 senelik Radikal ruhunu kaybetmeden, hep ‘bize yakışanı’ yapmaya çalıştık. Sürç-i lisan da etmişizdir, affola.
Bugüne kadar bizimle bu yolu yürüyen, övgüleri ve eleştirileriyle yanımızda olan tüm okurlarımıza ve meslektaşlarımız basın emekçilerine teşekkürü bir borç biliriz.

Son Radikal ekibi:

Erkan Aktuğ, Cem Erciyes, Cüneyt Muharremoğlu, İsmail Saymaz, Bahar Çuhadar, Bahadır Özgür, İdris Emen, Ezgi Başaran, Ömer Erbil, Ercan Sarıkaya, Gökhan Karataş, Sinan Saygılı, Tarkan Temur, Süleyman Çeliker, Birce Altay, Barış Avşar, Hakkı Özdal, Tolga Aktaş, Ümit Buget, Neşe İdil, Oktay Volkan Alkaya, Ece Çelik, Derviş Şentekin, Burcu Aktaş, Hamdi Işık, Hacı Bişkin.