24 Oca 2020 11:04 Son Güncelleme: 24 Oca 2020 13:06

Program bitti tartışma bitmedi! "Kabalaşmadan saydırmayı başarabiliyorum"

Ahmet Hakan'la Gökhan Günaydın'ın programda tartışmasının ardından iki isim de yazdıkları yazıyla tartışmayı sürdürüyor.

CNN Türk ekranlarında yayınlanan, Ahmet Hakan'ın sunduğu Tarafsız Bölge adlı programın iki gün önceki canlı yayınında sert tartışmalar çıktı.

Programda; CHP Parti Meclisi (PM) Üyesi, eski Ankara Milletvekili Gökhan Günaydın'ın ismi geçirilince, Günaydın programa bağlanmak istedi.

Yayına bağlanan Günaydın, Ahmet Hakan'a "Sizin gazeteci olarak göreviniz, burada olmayan bir adamın adını geçiriyorsanız, onu canlı yayına bağlayıp, cevap hakkını tanımak idi" derken, Ahmet Hakan da Günaydın'a, "Şu anda biz ne yaptık" diyerek yanıt verdi.

Canlı yayına bağlanmak için Ahmet Hakan'ın editörünü 10 dakika aradığını ve CHP'li Barış Yarkadaş'ı devreye soktuğunu belirten Günaydın, "Gazeteciliğin en temel kuralıdır bu" derken, Ahmet Hakan telefonun sesini kıstırarak, Günaydın'a çok sert tepki gösterdi.

TARTIŞMA BİTMEDİ: “BEN SİNİRLENİNCE…”

Tartışma programla birlikte bitmedi. Ahmet Hakan, Hürriyet’teki köşesinde programda yaşananlarla ilgili bir yazı kaleme aldı.

Hakan şu ifadeleri kullandı:

“Geçen akşam CNN Türk’te Tarafsız Bölge’de yaşadığım tecrübeyle sabittir ki...

Ben sinirlenince... Daha düzgün cümleler kuruyorum.

Normalden çok daha seri konuşabiliyorum. Vücut dilimde pek bir değişiklik olmuyor.

'Siz'den 'sen'e geçiş yapmıyorum. Kabalaşmadan saydırmayı başarabiliyorum.

Uzatmaya meylediyorum ama pek de uzatmıyorum. Bir kararda kalabiliyorum, dağıtmıyorum.”

GÜNAYDIN DA YAŞADIKLARINI YAZDI

Gökhan Günaydın ise Facebook hesabından o geceye ilişkin uzun bir yazı paylaştı. Günaydın “Türkiye'de basının teslim alınması: Ahmet Hakan'dan Ersoy Dede'ye ibretlik ‘gazetecilik’ öyküleri..” başlıklı yazısında programla ilgili şu ifadeleri kullandı:

“22 Ocak gecesi bir sonraki günün planlamalarını yapmakla meşgul olduğum bir zamanda, peş peşe gelen arama ve mesajlarla, CNN ekranlarında artık alışık olduğum iftiralardan birisinin, müfteri niteliğiyle meşhur bir ‘sabit konuk’ tarafından atıldığını anladım.

İftiracının söylediği şuydu: ‘Fetullah Gülen'in davetlisi olarak ABD'ye gitmişim ve Pensilvanya'da sözü edilen şahsı ziyaret etmişim’…

Kadın erkek birçok tetikçi tarafından daha evvel defalarca söylenmiş bu iftiraya karşı, TV ekranlarında defalarca maddi gerçeği anlatmış, canlı yayınlarda yakaladığım müfterilere sözlerini geri aldırmış, yandaş basına defalarca tekzip metni göndermiştim. Bu nedenle bu alçak iftira, benim açımdan çok önemli bir anlam ifade etmiyordu.

Kuşkusuz insanların hakkımda yanlış kanıya kapılma olasılığı ciddidir ve beni de üzer. Ancak gerçek yaşamda beni tanıyan ya da yaşam pratiğimi takip edenlerin, sadece fetö terör örgütü değil, tüm dinci tarikat ve yapılarla ve bunların ülkemizin ahlak, eğitim ve yönetim yapısına getirdikleri zaafiyetlerle nasıl mücadele ettiğimi bildiklerini düşünürüm. Fetö'nün en güçlü zamanında, şimdiki sahte kahramanların ‘hizmet hareketi ve cemaat’ diye yatıp kalktıkları günlerde, her yurtsever gibi ben de, bu yapılara karşı en güçlü mücadeleyi vermeye çalıştım. Bugün de, aynı mücadeleyi, Fetö'nün yerini dolduran AKP'nin yeni koalisyon ortağı cemaat yapılarına karşı sürdürüyorum. Bilenler bilir, bilmeyenler küçük araştırmalarla bu bilgilere ulaşabilirler.

Bu inanç ve kanıksamışlık içinde gelişen ruh halim, ‘mutlaka bağlanmalısın ve durumu açıklamalısın’ diyen dostların sözleriyle bölündü. Bir kez daha nafile bir çabanın içine girmek zorunda kaldım.

Bu çerçevede önce CNN editörü Onur Akhan'ı arıyarak canlı yayına bağlanmak istediğimi söyledim. ‘Hemen bakalım’ diyen ses bir süre sonra kapı duvar oldu, ısrarlı aramalarıma yanıt verilmedi. Daha sonra, canlı yayına bağlandığı ifade edilen Barış Yarkadaş'a mesaj atarak, ‘benim bağlanmak istediğimi ifade etmesini’ rica ettim. Barış, konuşmasını bitirdikten sonra mesajı gördüğü bilgisiyle bana cevap yazdı. Bunun üzerine Ahmet Hakan'a mesaj attım, dileğimi tekrarladım. Oradan da ses çıkmayınca, canlı yayında bulunan Hasan Ören'i aradım. Telefonu açan Ören, ‘Gökhan Günaydın hakkında söylenilenlere cevap vermek için canlı yayına bağlanmak istiyor’ dedi. Ahmet Hakan ise, ‘Barış Yarkadaş'ı zaten bağladık, her adı geçeni canlı yayına bağlayamayız’ dedi ve ben tüm bu konuşmaları açık olan telefonumdan duydum. Bunun üzerine Ahmet Hakan'a bir mesaj daha yazarak şunları belirttim; ‘Temel gazetecilik kuralı olan cevap verme hakkını da tanıyamaz durumdasınız, bugünler geçer, aynaya bakamazsınız’.. Üzerinden bir 10 dk daha geçti, bilmediğim bir numaradan arandım ve CNN canlı yayınına bağlanabileceğim söylendi…”

“GAZETECİLİKLE DEĞİL AHLAKLA AÇIKLANAMAYACAK BİR TUTUMLA…”

Günaydın, programda yaşananlarla ilgili olarak ise şunları kaydetti:

“Bunun üzerine yaşananları, TV izleyenler gördü. TV izleyemediğim bir ortamda, ‘iyi akşamlar, hüzünle yayınınızı izliyorum’ diye başlayan konuşma, tam da tahmin ettiğim gibi ‘tetikçi ve bu nedenle sabit konuk’ tarafından bağrış çağrış bölündü. Konuşmaya devam edebilmem için önce onu susturmam gerekiyordu. Nihayetinde, arkamdan konuşmuş bir ‘kişinin’, şimdi söyleyeceklerimi dinleme zorunluluğu vardı. Ardından da programın moderatörüne gazeteciliğin en temel kurallarından ‘cevap hakkını’ hatırlattım. Stüdyoda değilseniz, hakkınızda konuşuluyorsa, moderatör de işini ‘gazeteci namusu’ içinde yapıyorsa, ya ortamda bulunmayan kişi hakkında konuşturmaz ya da cevap hakkı doğduğu için yayına bağlanabileceğini ifade eder. Bütün bunlar yapılmadığı gibi, ‘Barış Yarkadaş konuştu ya, Gökhan Günaydın'ın bağlanmasına gerek yok’ diyen kişi, ısrarlı taleplerim sonucunda beni yayına almak zorunda kalmış, üstelik de bunu bir lütuf gibi anlatma gayretine girişmişti. ‘Ben bağlamasam kim beni zorlayabilir’den başlayan, ‘işte yayındasınız ya’ diye devam eden ve ‘bana gazetecilik öğretmezsiniz’ diye ivme yapan bir aforizma.. Kuşkusuz tükenmesi gereken bir tartışma ve ardından ana konuya girilmeli. Ancak Ahmet Hakan ve Mehmet Metiner birlikte koro halinde bağırarak sesimi bastırmaya çalışınca, bunu deşifre etmeye yönelik bir tutum içinde oldum. Ardından, gazetecilikle değil ahlakla açıklanamayacak bir tutumla, benim sesimi yayından aldıran ve bana cevap yetiştirip hakaret etmeye yeltenen bir narsist travma.. ‘Hadi oradan’ ile biten bir terbiyesizlik abidesi…”

HAKKINDAKİ İDDİALARA YANIT VERDİ

Günaydın programda kendisiyle ilgili söylenenlere ise şöyle yanıt verdi:

“Bu noktaya döneceğim elbet. Ancak önce alçak iftiralara bir kez daha ve sırasıyla yanıt vereyim:

1-Üzerine konuşulan ABD gezisi, THY ve Ziraat Bankası dahil birçok kamu kuruluşunun sponsor olduğu, CHP ve AKP'nin milletvekili ve belediye başkanlarından oluşan 10'ar kişilik heyetlerle katıldığı bir Washington gezisi idi. Türk Büyükelçiliği'nde iki heyet birlikte yemek yediler. İzleyen gün 50'ye yakın ABD temsilciler meclisi ve senato üyesinin bulunduğu ortamda, her iki parti adına konuşmalar yapıldı. AKP adına konuşan ve dönemin örgütlerden sorumlu genel başkan yardımcısı olan zat, Köydes-beldes vb projelerden söz etti. Ben ise, İngilizce yaptığım konuşmada kapitalizmden, Orta Doğu'dan, Türkiye'nin ılımlı islam ülkesi modeli olamayacağından, laisizmin ve demokrasinin ülkedeki vazgeçilmez öneminden söz ettim. Üstelik, yıllar sonra bu iftiraların atılabileceğini bildiğimden, bir milletvekili arkadaşımdan rica ederek, yaptığım konuşmayı baştan sona kayda aldırdım. O dönemde Başkanlık Sistemi getirilme tartışmaları devam ediyordu. Bize yapılan program doğrultusunda, yaptığımız temaslarda, Başkanlık sisteminin Türkiye için diktatoryal anlayışları doğuracak bir felaket olacağını anlattım. Tümü Washington'da yapılan toplantıların ardından, heyet olarak yurda döndük. AKP heyetinin ise Pensilvanya'ya devam edip, "muhterem Hocaefendi'lerinin elini öptüklerini" basına yansıyan fotoğraflardan gördük. Üstelik te, Ankara'ya döndüğüm gün, o zaman Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi olan Utku Çakırözer beni havaalanında karşıladı, merkeze dönene kadar arabada röportaj yaptık ve gezinin tüm detaylarını izleyen günün Cumhuriyet Gazetesi'nde açıklamış olduk. İşte bir grup zavallının üzerinde tepinmeye çalıştığı olay bundan ibarettir.

2-İkinci konu ise, önüne sıfat getirmeden yazma konusunda kendimi zorluyorum, Ahmet Hakan'ın sesimi yayından aldırdıktan sonra söyledikleriyle ilgili. Ben 20 yaşında CNN çalışanı bir genç kızın telefonunu açıkça yazan bir terbiyesiymişim ve saygıyı hak etmiyormuşum. (Kuşkusuz terbiye, saygı, ahlak, onur gibi niteliklere, uzun zaman içindeki tutumunuza bakarak toplum karar veriyor. Kimse de kendisini uzun süre saklayamıyor). Parantezi kapatalım, esasa girelim..

Tam zamanını bilemiyorum, yaklaşık 2 ay kadar önce belki, bir gece saat 01:00'de, bilmediğim numaradan bir telefon aldım. "Hayırdır" diyerek açtım. Karşımdaki ses "CNN'den aradığını, Rahmi Turan'ın saraya giden CHP'liyi açıkladığını, konuyla ilgili değerlendirme yapmak üzere beni canlı yayına bağlayacağını" söylüyordu. Çok anlaşılabilir şekilde şunları söylediğimi anımsıyorum: "Türkiye'nin gündemi açlık, yoksulluk, yolsuzluk ve benzer konulardır. Hiçbir CHP'li Saray'a gitmez. Ben bu tartışmalara dahil olarak, AKP medyasına dönüşmüş olan televizyonunuzun ekmeğine yağ sürmem. Bu konuda yayına bağlanması gereken insanlar varsa, bunlar Recep Tayyip Erdoğan ve Hakan Fidan'dır. Konuyu onlar biliyorlar, onları bağla" dedim. Bu sözlerim üzerine telefon kapandı. Yalnızca birkaç dakika sonra aynı kişi aynı telefondan tekrar arayarak, "Moderatör Deniz Bayramoğlu sizi canlı yayına bağlamak istiyor" dedi. Ben de bunun üzerine, "sen genç bir gazeteci adayısın, biraz evvel sana ifade ettiğimi duydun, sen beraber çalıştığın ağbilerine benzeme, gerçek bir gazeteci ol" diye nasihat ettim ve telefonu kapattım.

Şimdi önce şu soruyu soralım: Bana yapılan iftiraya karşı cevap hakkımı kullandırmamak için direnen CNN, konuyla hiçbir alakam olmadığı halde, gece 01:00'de beni yayına almak için neden bu denli canhıraş bir çaba içine giriyordu? Bunun cevabı açıktır: AKP'nin Goebbels taktiklerinin bir uygulayıcısı konumuna düşürülmüş olan CNN, ülke gündemini değiştirmek ve CHP'yi karıştırmak istiyordu. Benim bu oyuna alet olmam kesinlikle mümkün değildi. Ancak bir taraftan da CNN'i ve yapmaya çalıştığını deşifre etmem gerekiyordu. Bu nedenle şöyle bir Twitter mesajı attım;

‘Biraz önce 01:00'de 0537 ### ## 81'den arayan kişi CNN'den aradığını, gazeteci Rahmi Bey'in saraya giden CHP'liyi açıkladığını, buna karşı ne diyeceğimi sordu. O konuları Erdoğan'a ve Hakan Fidan'a sorun demem üzerine telefon kapandı. Rezilsin CNN, çamurunda boğul.’

Bu mesaja beni arayan numarayı tam olarak yazdım. Çünkü CNN'den arandığımı, herhangi bir ihtilaf halinde, kanıtlamak zorundaydım. Gece yarısı CNN'den bir kişi sizi telefonla arıyorsa, kurumsal telefondur diye düşündüm. Ayrıca söylemeliyim ki, telefonunun gizli tutulmasını isteyen bir kişi, yaşı kaç olursa olsun, hiç tanımadığı bir başka kişiyi, o saatte uyuyup uyumadığı kaygısına kapılmadan, gece 01:00'de kendi telefonundan arar mı? Elbette aramazdı. Bu nedenle sabaha kadar saraya giden CHP'liyi konuşmak için çırpınan (daha iyi terimler bulunur ancak yazmak gerekmez) moderatörün, telefonun çalışanların özel telefonu olduğuna ilişkin sözleri bana iletildiğinde, propagandanın bir parçası saydım. Ancak sonradan anladım ki, gerçekten öyleymiş. Bunu anladığım anda da mesajı sildim. Belki tüm numarayı yazmasam daha iyi olurdu, ancak o zaman da arayanın CNN olduğunu kanıtlayamazdım. Bütün amacım ve olan biten bundan ibarettir.

Şimdi soralım, bunun neresinde bir genç kızın telefonunu deşifre etmek amacı var? Maaşlı ve düşünsel yetenekleri sınırlı ak-trollerin böyle çıkarımlar yapması doğal, üç kuruşa iradelerini satmak zorunda kalmalarına yanarım sadece ve onları da özgürleştireceğimiz günlerin hayalini kurarım. Peki ağbileri? Ahmet Hakan "gazetecisinin" bunun üzerine çırpınma çabaları traji komik değil mi? Eğer azıcık racon bilirse ve böyle bir yüreği varsa, sesim canlı yayındayken bu sözleri sarfetme cesaretini neden gösteremiyor?”

"BUNLARI YAPANLARA ‘GAZETECİ’ DENİLDİĞİ GÜNLERDEN GEÇİYORUZ ÇÜNKÜ SİMİT SATIP ONURLU YAŞAMAK HERKESİN HARCI DEĞİL..”

Gökhan Günaydın, yazısını şöyle sürdürdü:

“Ahmet Hakan gazetecisi bu çabada yalnız değil kuşkusuz. On binlerce ak trol, 5 takip edilen 15 takip edeni olan yepyeni hesaplarıyla, AKP devleti gürültüsünü yaparken güldürüyorlar. Adeta gıdıklayan bir linç girişimi sefaleti.. Ve elbette ardından sahneye Ersoy Dede çıkar ve bana Twitter üzerinden ahlak dersi vermeye yeltenir. Peki, kimdir bu Ersoy? Dinci kanalların bilmem hangisinde, canlı yayına bağladığı bir meczupun, Reyhanlı patlamasının yazılı talimatının Kemal Kılıçdaroğlu tarafından verildiğini, yazının kendisinde olduğuna dair sözlerini "vay vay" diye kendine benzer konuklarıyla beraber dinlerken, canlı yayına bağlamak zorunda kaldığı Gökhan Günaydın tarafından akıla, izana, ahlaka davet edilen Ersoy. Yeni Akit'ci kafa..

Sözlerimin sonuna geldim artık. Bilinmesini isterim ki mesele yukarıda adı geçenlerle Gökhan Günaydın arasındaki mesele değildir. Mesele, Türkiye'de basının tek tipleştirilmesi aşmasında kaydedilen mesafedir. Sabah, Milliyet, Hürriyet ana akım gazeteler idi bir zamanlar hatırlar mısınız. Artık onlar da birer Akit'tir. ATV'de, Kanal D'de genetiği değiştirilmiş ürünler üzerine yapılan ciddi programlara katılır, oyunları bozardık bir zamanlar. Şimdi artık onlar da birer a haber..

CNN ve Ahmet Hakan için yazacaklarım, bu yolun nasıl döşendiği açıklar gibi.. Bir zamanlar Ahmet Hakan programları izlenirdi bu ülkede. Örneğin 2012'de, Burhan Kuzu ile karşılıklı çıktığımız program, kendisinin moderatörlüğünde, hem bilgilendirir hem de izlenir bir düzey tutturabilmişti. Sonra devirler değişmeye devam etti. Tüpçü, AKP kayyumu olarak CNN'e atandı. Böylece tam bağımlı bir süreç doğdu. Bir gece çıkışta Ahmet Hakan kendisine kurulan bir pusunun ortasında kaldı. Bir yumruk dahi atmaya yeltendi mi bilmiyorum, aklından geçir(e)mediyse de bundan dolayı kınamam. Bir süre ara veren programlar tekrar başladı. Canlı yayında bir mafya bozuntusundan ve AKP adına aldığı tutumdan söz ettim, izleyen hafta "işadamı" sıfatıyla bunların tekzip metnini okudu. Kıbrıs’taydım, haber verdiler, tekrarından izledim acaba yüzü kızarmış mıdır okurken diye, hayır, program kapama rutini içinde metni okudu ve hayatına devam etti. Sonra yine bir canlı yayında, Gaziantep'te İŞİD mahalleleri var dedim diye, Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı'nı canlı yayına bağladı, tiz bir gürültüyle hep beraber beni Antep'e hakaret etmekle suçladılar, yalnızca iki gün sonra kentte bir apartmanda, bilmem kaçıncı katta bir IŞİD'li kendisini patlattı. Epey bir süre hiç sesleri çıkmadı, sonra art arda üç-dört yayına çağırdılar, kadrolu ve tetikçi konuklarının karşısındaki sandalyeleri göstererek. Açıkça yazdım, ‘dibe doğru yarışıyorsunuz, artık hiçbir saygın isim sizlerle beraber görünmek istemiyor, farkında değil misiniz’ dedim, programları reddettim. Aksini savundukları anda yazışmaları göstermeye hazırım…

Geldiğimiz noktada bir kez daha söylemeliyim ki, mesele Ahmet Hakan meselesi değil, medyanın propaganda aracı haline getirilmesi, Erdoğan konuşmaya başladığı anda 20 kanalın aynı anda canlı yayına geçmesi, 20 gazetenin aynı manşetle çıkmasıdır.

Bunları yapanlara "gazeteci" denildiği günlerden geçiyoruz. Çünkü simit satıp onurlu yaşamak herkesin harcı değil..”