24 Oca 2016 08:51
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 18:18
Posta yazarı Yazgülü Aldoğan'ın acı günü!
Posta Gazetesi köşe yazarı Yazgülü Aldoğan annesini kaybetti.
Posta Gazetesi köşe yazarı Yazgülü Aldoğan'ın bir süredir tedavi
gören annesi Süheyla Aldoğan hayata veda etti.
90 yaşında hayatını kaybeden Süheyla Aldoğan'ın cenazesi bugün Levent Camii'nde ikindi namazını müteakip kılınacak cenaze namazının ardından toprağa verilecek.
Medyaradar.com olarak merhumeye Allah'tan rahmet, Yazgülü Aldoğan ve ailesine sabır ve başsağlığı dileriz...
Yazgülü Aldoğan da Posta gazetesindeki bugünkü köşesinde "Canım annem melek oldu" başlığıyla annesini anlattı.
İşte Aldoğan'ın o yazısı...
Hepimizin annesi kendisi için çok özel. Sizler de benim için çok özelsiniz, çok yakınsınız, sizlerle paylaşmayacağım da kiminle paylaşacağım?
Hem, Anneciğim, ölümünün ardından bir yazı yazmazsam çok kızardı! Süheylanım, bu toprağın çileli kadınlarının bir örneğiydi.
Güzeller güzeli bir kasaba kızı. Sarışın, masmavi gözlü dedem ve sadece bir fotoğrafını gördüğüm anneannem, Bulgaristan’dan Çanakkale’ye göç etmiş, Ezine’ye yerleşmişler.
Annem, dedem Rüştü Bey’in belediye başkanı olduğunu, Üveyk Ovası’nın bizim olduğunu anlatırdı hep, bilmem ne kadar doğru?
Anneciğimin gözü büyük şehirde yaşamak, o nedenle zengin çiftçi taliplerini istemeyip tayin olur diye kapının önünden günde üç kez atla geçen Üsteğmen Kaya Aldoğan’ın evlenme teklifini kabul etmiş.
Tayin ola ola Kuşadası’na gitmişler. Anneanne yalnız bırakmamış eteğinde ablam Sündüs, karnında bana hamile güzel kızını. Onlarla beraber gitmiş ama zamanın kötü koşullarında sarılık olup ölüvermiş!
Ablam Sündüs ve yeni ayaklanmış Yazgülü’nü tek başına büyüten Süheyla Aldoğan...
Ben sekiz aylıkken Kuşadası Askerlik Şube Müdürü gibi geri bir görevdeyken babamı Kore Savaşı’na gönderecekleri tutmuş. Güya gönüllü ama iki küçücük kızla annesini yeni kaybetmiş karısını niye bırakıp gitsin babam?
Annem onu gönderen komutanı hiç affetmedi! Babamla veda sahnelerini yıllar sonra bana anlattığında ağlamaktan yazamamıştım.
Babamın 2 ay süren inanılmaz deniz yolculuğu ve savaştan yolladığı mektuplarına da küstüğü için hiç yanıt vermemiş. Sonunda affedip yazdığı mektup ise babam şehit olduğundan eline ulaşamamış.
HUZUR İÇİNDE UYUSUN
Süheylanım kalmış mı eski kasabasında bir yaşlı baba ve iki çocukla? Üzüntüden kanser olan babasını da kaybetmiş mi üstüne! Taziyeye gelen giden de koca adayı öneriyor üstelik!
Üç yaşındaydım ama hatırlıyorum iki parça eşyamızı denk yapıp kamyona doldurdu. Biz de şoförün yanına oturduk. Ver elini İstanbul!
Son aylarında bile hala söylenip duruyordu, iyi ki canımızı attık İstanbul’a, çürüyüp gitmedik oralarda, diye. Vizyon sahibi o zaman bile. Ama İstanbul gayya kuyusu. Genç ve güzel bir kasabalı kadın, baba evini satmış, elinde üç kuruş para. Etraf kurt, sırtlan dolu. Kimi parasını, kimi onu ister.
Gülüyor sanmasınlar diye kaşını çatıp önüne bakarak yürümekten bir hal olurdu! Nelerden sonra bağlatabildiği üç kuruş şehit maaşıyla İstanbul gibi yerde yaşayacak, bizi okutacak.
Arkamızda durdu dimdik, zorluk çektik ama yabancı, özel okullarda bile okuduk!
Hem ana, hem baba olacağım diye sevgisini bile gizli gösterdi. Gözyaşını torunlardan sonra gördük. Babamızın yokluğunu hissettirmeyecek diye yıllarca adını bile anmadı.
Üvey baba görmeyelim diye gençliğini yapayalnız geçirdi. Üç kuruş parasını akıllı yatırımlar yaparak büyüttü, hepimizin başını sokacak bir evi olduysa onun sayesindedir!
Süheylanım, yaşama sevinci olan, gururlu, onurlu bir kadındı. Yaşlandıktan sonra ne bizimle oturmak istedi, ne kendi evinde bir yardımcıyla. Önce GATA’da, sonra çok huzurlu günler geçirdiği Suadiye Huzurevi’nin Beylerbeyi şubesinde kaldı.
Yılbaşından önce İstinye Park’ta alışverişe gitmiş, saatlerce çocuklar gibi eğlenmiştik. Yılbaşı eğlencesinde de şen şakraktı. Yeni yılın ikinci gününde aldık kötü haberi, o günden beri de Hizmet Hastanesi’nde verdiği yaşam savaşını dün kaybetti.
Doktorları, yoğun bakım servisi, herkes çok iyi baktı ona. Hepsine şükran borçluyuz. Yaşamın bir sonu olduğunun bilincinde ve sıralı ölüme razı olarak, yatağa bağlı uzun yıllar yaşamak zorunda kalsaydı isyan ederdim. Çünkü en korktuğu, istemediği ve olmasın diye dua ettiği buydu.
Huzur içinde uyusun, toprağı bol olsun."
90 yaşında hayatını kaybeden Süheyla Aldoğan'ın cenazesi bugün Levent Camii'nde ikindi namazını müteakip kılınacak cenaze namazının ardından toprağa verilecek.
Medyaradar.com olarak merhumeye Allah'tan rahmet, Yazgülü Aldoğan ve ailesine sabır ve başsağlığı dileriz...
Yazgülü Aldoğan da Posta gazetesindeki bugünkü köşesinde "Canım annem melek oldu" başlığıyla annesini anlattı.
İşte Aldoğan'ın o yazısı...
Hepimizin annesi kendisi için çok özel. Sizler de benim için çok özelsiniz, çok yakınsınız, sizlerle paylaşmayacağım da kiminle paylaşacağım?
Hem, Anneciğim, ölümünün ardından bir yazı yazmazsam çok kızardı! Süheylanım, bu toprağın çileli kadınlarının bir örneğiydi.
Güzeller güzeli bir kasaba kızı. Sarışın, masmavi gözlü dedem ve sadece bir fotoğrafını gördüğüm anneannem, Bulgaristan’dan Çanakkale’ye göç etmiş, Ezine’ye yerleşmişler.
Annem, dedem Rüştü Bey’in belediye başkanı olduğunu, Üveyk Ovası’nın bizim olduğunu anlatırdı hep, bilmem ne kadar doğru?
Anneciğimin gözü büyük şehirde yaşamak, o nedenle zengin çiftçi taliplerini istemeyip tayin olur diye kapının önünden günde üç kez atla geçen Üsteğmen Kaya Aldoğan’ın evlenme teklifini kabul etmiş.
Tayin ola ola Kuşadası’na gitmişler. Anneanne yalnız bırakmamış eteğinde ablam Sündüs, karnında bana hamile güzel kızını. Onlarla beraber gitmiş ama zamanın kötü koşullarında sarılık olup ölüvermiş!
Ablam Sündüs ve yeni ayaklanmış Yazgülü’nü tek başına büyüten Süheyla Aldoğan...
Ben sekiz aylıkken Kuşadası Askerlik Şube Müdürü gibi geri bir görevdeyken babamı Kore Savaşı’na gönderecekleri tutmuş. Güya gönüllü ama iki küçücük kızla annesini yeni kaybetmiş karısını niye bırakıp gitsin babam?
Annem onu gönderen komutanı hiç affetmedi! Babamla veda sahnelerini yıllar sonra bana anlattığında ağlamaktan yazamamıştım.
Babamın 2 ay süren inanılmaz deniz yolculuğu ve savaştan yolladığı mektuplarına da küstüğü için hiç yanıt vermemiş. Sonunda affedip yazdığı mektup ise babam şehit olduğundan eline ulaşamamış.
HUZUR İÇİNDE UYUSUN
Süheylanım kalmış mı eski kasabasında bir yaşlı baba ve iki çocukla? Üzüntüden kanser olan babasını da kaybetmiş mi üstüne! Taziyeye gelen giden de koca adayı öneriyor üstelik!
Üç yaşındaydım ama hatırlıyorum iki parça eşyamızı denk yapıp kamyona doldurdu. Biz de şoförün yanına oturduk. Ver elini İstanbul!
Son aylarında bile hala söylenip duruyordu, iyi ki canımızı attık İstanbul’a, çürüyüp gitmedik oralarda, diye. Vizyon sahibi o zaman bile. Ama İstanbul gayya kuyusu. Genç ve güzel bir kasabalı kadın, baba evini satmış, elinde üç kuruş para. Etraf kurt, sırtlan dolu. Kimi parasını, kimi onu ister.
Gülüyor sanmasınlar diye kaşını çatıp önüne bakarak yürümekten bir hal olurdu! Nelerden sonra bağlatabildiği üç kuruş şehit maaşıyla İstanbul gibi yerde yaşayacak, bizi okutacak.
Arkamızda durdu dimdik, zorluk çektik ama yabancı, özel okullarda bile okuduk!
Hem ana, hem baba olacağım diye sevgisini bile gizli gösterdi. Gözyaşını torunlardan sonra gördük. Babamızın yokluğunu hissettirmeyecek diye yıllarca adını bile anmadı.
Üvey baba görmeyelim diye gençliğini yapayalnız geçirdi. Üç kuruş parasını akıllı yatırımlar yaparak büyüttü, hepimizin başını sokacak bir evi olduysa onun sayesindedir!
Süheylanım, yaşama sevinci olan, gururlu, onurlu bir kadındı. Yaşlandıktan sonra ne bizimle oturmak istedi, ne kendi evinde bir yardımcıyla. Önce GATA’da, sonra çok huzurlu günler geçirdiği Suadiye Huzurevi’nin Beylerbeyi şubesinde kaldı.
Yılbaşından önce İstinye Park’ta alışverişe gitmiş, saatlerce çocuklar gibi eğlenmiştik. Yılbaşı eğlencesinde de şen şakraktı. Yeni yılın ikinci gününde aldık kötü haberi, o günden beri de Hizmet Hastanesi’nde verdiği yaşam savaşını dün kaybetti.
Doktorları, yoğun bakım servisi, herkes çok iyi baktı ona. Hepsine şükran borçluyuz. Yaşamın bir sonu olduğunun bilincinde ve sıralı ölüme razı olarak, yatağa bağlı uzun yıllar yaşamak zorunda kalsaydı isyan ederdim. Çünkü en korktuğu, istemediği ve olmasın diye dua ettiği buydu.
Huzur içinde uyusun, toprağı bol olsun."