PORTAKAL'I HÜLYA AVŞAR'LA SOYMAK!
Sinema yazarımız Murat Tolga Şen bir hafta süren 49. Altın Portakal macerasını değerlendirdi.
Bu ülkede kaç film festivali var? Çok… Ama gerçekten kaç tane diye
sorarsanız cevap kısacık bir sayı: üç… İstanbul Film Festivali,
Adana Altın Koza, Antalya Altın Portakal… Eğer heves sönmez de
yaşamaya devam ederse belki Malatya…
Antalya’nın Altın Portakal’ı memleketin en köklü film şenliği… 89
yıllık Cumhuriyet tarihimizde tam 49 kez düzenlenebilme başarısıyla
ayrı bir yerde duruyor. Biz her şeyi yaparız ama devam ettirmeyiz.
Altın Portakal az sayıdaki devamlılıklarımızdan biri…
Doğal olarak organizasyon büyüdükçe sıkıntıları da artıyor. Sinema
yapanlar ve yazanlar için tam bir sinekkapanıdır Altın Portakal… 7.
Sanata bulaşan herkesin içinde olmak istediği bir âlem… Tabi bu
ilgilenme bir süre sonra sahiplenmeyi ve hoşlanılmayan bir şey
yaşandığında karşı çıkmayı getiriyor.
Son birkaç yıldır Koza ile Portakal arasında büyük bir çekişme var.
Ne güzel! Ancak bu rekabetin giderek partizan bir tutum almasını
izlemek acı verici… Koza, AKP’nin, Portakal CHP’nin festivali oldu
/ olduruldu. Bu yaftalamayı yapanlar da saygın sinema yazarları
üstelik. Bu boş tartışmaların arasından sıyrılıp iyi filmler
izlemek elbette mümkün ancak o zaman da başka bir buzdağına
çarpıyoruz: Jürilerin kapıştırılması!
Altın Portakal’a bu yıl ilk itiraz jüri seçiminden, daha doğrusu
başkan seçiminden ötürü geldi. 50 film çekmiş ancak kimselere
yaranamamış, entelijansiyanın bir magazin ikonu olarak lanetlediği
Hülya Avşar’ın Altın Portakal’ın jüri başkanı olması, sosyal medya
acımasızlığıyla desteklenerek neredeyse festivalin ipe çekilmesine
yol açtı.
Altın Portakal’ın jüri seçimleri hep itirazlarla gelir zaten. 2010
yılında Emir Kusturica’yı jüri başkanı yapan festival yönetimi bu
kararı yüzünden medyada darağacına çekilmiş, hoş olmayan gelişmeler
yaşanmıştı. Geçen yıl da tamamı kadınlardan oluşan jüri hem
mevcudiyeti hem de kararlarıyla sorgulandı.
O kadar saçma itirazlar geldi ki bu jüri başkanlığına, festivale
saldıranların samimiyeti sorgulanır oldu. Radikal’den Şenay
Aydemir, Hülya Avşar’ın Türk sinemasının son 20 yılına hâkim
olmadığı konusunda endişeye kapılmış, Cengiz Semercioğlu ise "Tek
bir Fatih Akın filminde oynamış olsa bugün Hülya Avşar’ın jüri
başkanlığını tartışmıyor olacaktık." buyurmuştu. Nurgül Yeşilçay ya
da Sibel Kekilli jüri başkanı olsa gıkımız çıkmayacaktı yani?
Saniyede çürüyen bir saptama denemesi...
49. Altın Portakal’da görülen en net manzara şudur: mecbur
bırakıldığı entelektüel tercihlerden bunalmış, yeniden bir halk
festivaline, bir Yeşilçam coşkusuna dönüşmek isteyen bir Altın
Portakal var. Tam bir ‘festival filmi’ olan “Geleceğin Aslanı”
ödüllü Küf’ün festivalden neredeyse eli boş dönmesi de bu yüzden
ancak daha da ilginç olan, kimsenin buna bir itirazı olmaması…
Sanırım hepimiz Tarkovsky’den sıkıldık. Biraz da başkalarından
demlenelim istiyoruz.
Bu yıl hiç fena filmler izlemedik diye düşünüyorum. “Kimse filmini
Portakal’a göndermez artık” saçmalamasına inat, Zerre, Güzelliğin
On Par’ Etmez, Elveda Katya gibi hem eleştirmen hem de seyirci
gözünde kıymetlenen filmlerle şenlendi Antalya…
Zerre’nin yönetmeni Erdem Tepegöz’le konuşmamız esnasında “Neden
filmini Koza’ya değil de Portakal’a gönderdin”? diye sorduğum
vakit, "Altın Portakal’a bir tür gönül borcum var. Yıllar önce
buraya kısa filmimle gelmiştim ve bu tecrübe bana çok şey
kazandırdı. Sinemayla ilgili çok şey öğretti, adeta bir okul oldu
benim için. Filmimi tamamladıktan sonra her yerden önce burada
göstermek istedim. Bu benim için çok önemliydi" diye cevap verdi.
Bu bile Altın Portakal’ın hala festivallerin “Amiral Gemisi”
olduğunu göstermeye yetiyor. Ayrıca Koza jürisinin hısım, akraba
gözeten kararlarından sonra yönetmenlerin “Filmimizi ille de
Koza’ya gönderelim” hevesini kaybettiğini düşünüyorum.
Zerre’den bahsediyorken araya sıkıştırmak istediğim bir şey var.
Bence Zerre, son 5 yılda Türkiye festivallerinde yarışan en iyi, en
tamamlanmış film… Festival filmlerimizin hepsi güzel yüzlü ancak
vücut olarak sakat! O kadar vahim hatalar yapılıyor ki… Ben ilk
yönetmenlik denemelerine fazla güvenen bir sinema yazarı değilim,
yönetmenin sette iyice piştikten sonra filmiyle karşıma çıkmasını
yeğlerim ancak Erdem Tepegöz daha ilk filminden tam bir auteur
olmuş. Zerre boğaza takılan bir yumru, surata atılan bir yumruk…
“Siyad jürisi en iyi film” ve “en iyi ilk film” ödülünü alan bir
filmin festivalin en iyisi olduğuna itiraz edemeyiz. Jürinin
mutlaka takdir etmesi gereken müthiş bir Jale Arıkan performansı
içeriyor. O dalda hakkı yenildi diye düşünüyorum. Hülya Avşar
“Yetenek Sizsiniz” jürilerinden etkilenerek genç performansları
daha ciddiye aldı sanırım. Ercan Kesal’ın alacağı düşünülen “en iyi
erkek” ödülünün de Güzelliğin On Par’ Etmez’in Veysel’i, Abdülkadir
Tuncer’e gitmesi Hülya Avşar’ın anaç tavırlarının jürinin geri
kalanını da manipüle ettiğini düşündürüyor.
Şu ilk film paradoksunu bu yıl da organizasyonunun gözüne sokayım.
Eğer “en iyi ilk film” Zerre ise ve “en iyi film” Güzelliğin On
Par’ Etmez’ de bir ilk filmse, Zerre ondan daha iyi bir ilk film
olduğu için “en iyi film” olmaz mı? Bu arada yanlış anlaşılmasın,
Güzelliğin On Par’ Etmez de festivalde izlediğim en iyi filmlerden
biriydi. Gerçekten çok sevdim. Tüm ekibi kutlarım.
Her festivalde geleceğe dair bir tespit yaparım. Bu yılın ki bir
soru olsun… İlk filmleriyle festivalleri coşturan yönetmenlere
sonra ne oluyor? Neden bu kadar çok ‘ilk’ film varken, son 10
yılda, üçten fazla filmi olan yönetmen sayısı neredeyse ‘hiç’le
ifade ediliyor?
Gençler sinema yapmak için hevesliler ancak entelijansiya onları
ideolojik heveslendirmelerle sinemanın ve seyircinin uzağına
düşürüyor. Dağıtım kanalları festival filmlerine artık yüz
vermiyor, gençlerin filmleri salonlara giremiyor, TV’lerde
gösterilmiyor. Çünkü bu çabanın seyircide bir karşılığı yok. Öyle
olunca da Türkiye festivallerde açan sonra da hızla solan bir
yönetmenler bahçesine dönüşüyor. Erdem Tepegöz, Hüseyin Tabak gibi
yönetmenlerin başına da bu gelirse çok üzülürüm. Bunun vebalini de
“Tarkovsky Allah’ım, NBC peygamberimdir. Acayip bir sanat filmi
çekeceğim” diye heveslenen yönetmenlere yüklerim. Önce adam gibi
bir film çekin, sonra sanat yapmayı deneyin!
Bütçesizlik yüzünden hoşgörülebilir bazı aksaklıkların yaşandığı
49. Altın Portakal sinemayla dolu, hepimize çok şey katan verimli
bir organizasyon oldu. Sosyal medyada öne çıkabilmek için hangi
kusuru gözümüze sokacağını şaşıranların yarattığı kakafoninin
dışına çıkabilenler için tam bir sinema şöleniydi. Gösterilen
filmler iyi, jüri kararları ise oldukça dengeliydi. Uzun yıllar
sonra herkese ödül dağıtalım anlayışından uzaklaşılarak festivalin
asıl iyileri öne çıkarıldı. Evet, Hülya Avşar başkanlığındaki jüri
yaptı bunu… Sinemayı sevmek de, bilmek kadar önemlidir çünkü… Bu
arada jürinin yakışıklısı olarak Erdil Yaşaroğlu dostumu seçtim. O
ve eşi Begüm Kütük, gözüktükleri her anda Portakal’ın parlayan
yıldızları oldular. Hem parıltılı hem de mütevazi olunabiliyormuş
meğer.
Portakal’ın Antalya’nın en yağmurlu zamanlarına denk gelmesi tek
şikayetim. Önümüzdeki yıl takvimde bir ay öne çekilecek gibi
söylentiler vardı, umarım öyle olur. Tüm festivallerin anası
olacağını düşündüğüm 50. Altın Portakal’da görüşmek üzere…
Not: İlyas Salman bu ülke sinemasının temel yapı taşıdır. O bu
ülkenin insanlarının sinemayı sevme sebeplerinden biri, yandaş
gazetesinde iktidar borazanlığı yapanlara yem olmayacak kadar da
büyük bir değerdir. Böyle de biline!
Murat Tolga Şen