23 Eyl 2012 13:41
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 14:10
POLİTİK DURUŞ ŞAHANE, SİNEMA BAHANE!
Sona eren 19. Adana Altın Koza Film Festivali'nin ardından çarpıcı tespitler ve izlenimler Murat Tolga Şen'in kaleminden&...
Birkaç saat sonra bizi götürecek uçağa binerek Adana’dan
ayrılacağız. Pazartesi’den beri Türkiye’nin en önemli sinemasal
etkinliklerinden biri olan Altın Koza Film Festivali’ndeyim.
Kusursuz bir organizasyonda kusurları çok filmleri izledik bir
hafta boyunca… Sinemamızın yeni favori teması: istenmeyen
gebelikler…
Daha baştan söylemek istediğim bir şey var; Türk/iye sinemasının üretimleri gerçekten büyük çaba harcanarak hazırlanmış bu organizasyonlara yakışmıyor. Dün gece bir sürü “En İyi” ödülü dağıtıldı ancak bana sorarsanız bırakın ‘en’ olma durumunu gerçekten ‘iyi’bir film bile yoktu. İzlediğimiz tüm filmler hatalı üretilmiş ve yine ülke sinemasına mecburen ya da duygusallıkla göstermek zorunda olduğumuz hoşgörüye sığınan işlerdi. Çok daha iyi filmler görmeyi beklerdim/isterdim. Ancak son birkaç yıldır Adana ya da Antalya’da hep böyle… Kağıt üstünde iyi gibi duran filmler sinema salonunda “bitse de gitsek” diyerek izlediğim işlerden ibaret…
19. Altın Koza’nın ulusal seçkisinde ileriki yıllara taşınacak bir başyapıt yok. Hikaye sinemasından iyiden iyiye vazgeçildiği için yarışan filmlerin çoğunu vizyonda izleyebileceğinizi de sanmıyorum.
Altını çizmek istediğim samimi fikrim şudur: filmler yarışmaz! Sinemayı bir sanat formu olarak görüyorum (sinema 7. Sanat mıdır tartışmalarına hiç girmeyelim) ve filmlerin yarış atı gibi yarıştırılmasını doğru bulmuyorum. Benim dememle de olacak bir şey değil tabi ancak her gönülde başka bir aslan yatar. Dün gece de öyle oldu. Herkesin favorisi başkayken “Babamın Sesi” tahmin edilemez bir şekilde “En İyi Film” ödülüne uzandı.
Bana göre oldukça hatalı bir karar bu… Yeraltı, Gözetleme Kulesi ve hatta Araf gibi çok daha ‘iyi’ filmlerin yanında bu filmi öne çıkarmak sinemayı değil politik duruşu ödüllendirmektir. Ayrıca hiçbir festivalde sadece “en iyi film” olmak mümkün değildir. Önce oyuncu, ses, senaryo, kurgu ödüllerini toplarsınız sonra da en iyi filmliğinizi ilan edersiniz. Bizim festival jürileri sağolsun, herkese ödül dağıtacağız derken bir güzel saçmalıyorlar.
ABD’de yaşayan sinema yazarı dostum Oktay Ege Kozak’la yaptığımız sohbetler sırasında, “Amerikan bağımsız sinemasının en büyük sorunu politik duruşun öne çıkması ve kötü filmlerin sırf bu yüzden ödüllendirilmesi” olduğunu söylemişti ki artık bu tespiti Türk/iye sineması için de yapabiliriz. Bir filmin sinemasal yeterlilikleri tamamen göz ardı edilerek ödül verilmesi ancak sinema yapmak konusunda yeteneksiz insanların politik bir doğrusalcılık etrafında kabız üretimler yapmasına yol açabilir. Bu da çok arzuladığım bir şey değil!
Başka bir sıkıntıyı daha işaretlemek lazım... Geçen yıldan beri dikkatimi çeken ve bazen dile getirdiğim bir şey bu… Usta sinemacılar, ilk filmini çeken gençlerin arasında kayboluyor. Neredeyse tüm festival jürilerinde “gençlerin önünü açalım” duygusallığında bir yaklaşım var. Gençleri tutan yok ki… Yarışan filmlerin çoğu zaten onlara ait, çünkü sinema yapmak hiç bu kadar kolay olmamıştı. Yeşilçam’ın usta-çırak ilişkisi sonlandığından beri fonu kapan filmini çekiyor, festivalleri geziyor sonra da bir güzel batıyor. Onları ödüllendirelim derken yılların sinemacıları es geçiliyor. Bu yılın kaybedenleri de Erden Kıral, Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz ve İsmail Güneş oldu. Ustalar filmlerini festivallere göndermek konusunda her geçen yıl daha da hevessizleşiyor. Acilen adil bir tartıya ihtiyaç var.
Net olalım: Altın Koza bu yıl en görkemli ve kusursuz bir organizasyonunu gerçekleştirdi ama Türk/iye sinemasının tadı yok. Jüri kararları yine yanlı, bu yüzden de hatalı. Biçime yaslanacağım diye kırk takla atan filmler bana bir şey vermiyor artık. Ya da Zeki Demirkubuz’un icadı olan 3. Sayfa sinemasının iyice kabız örneklerini görmekten hoşlanmıyorum eskisi kadar... Festivalde yarışan tüm filmler içinde Devir’den ve Siirt’in Sırrı adındaki belgeselden gayrı umut veren, yaşamı olumlayan başka bir filme rastlamak mümkün değildi. Marjinalleştirilmiş bireysel dertlerinin de peşine de bu kadar düşülmez ki!
Memlekette demokrasiyi kıtırkıtır kesiyorlar, öğrenciler okul yerine hapse giriyor, İşçilerin sosyal hakları tırpanlanıyorken biraz da bunlardan bahsetmek lazım. Ya da bu karanlığın içinden biraz umut verin bize… Olimpiyatlarda “abla koş, arkandayım” diyerek birinci, ikinci olan insanlarımız var. Onların hikayeleri nerede? Uzaklara bakan adamların/kadınların peşini bir müddet bırakalım nasıl olsa geri döndüğümüzde onları yine Ada manzarasına bakmaya devam ederken bulacağız!
Twitter.com/murattolga
Daha baştan söylemek istediğim bir şey var; Türk/iye sinemasının üretimleri gerçekten büyük çaba harcanarak hazırlanmış bu organizasyonlara yakışmıyor. Dün gece bir sürü “En İyi” ödülü dağıtıldı ancak bana sorarsanız bırakın ‘en’ olma durumunu gerçekten ‘iyi’bir film bile yoktu. İzlediğimiz tüm filmler hatalı üretilmiş ve yine ülke sinemasına mecburen ya da duygusallıkla göstermek zorunda olduğumuz hoşgörüye sığınan işlerdi. Çok daha iyi filmler görmeyi beklerdim/isterdim. Ancak son birkaç yıldır Adana ya da Antalya’da hep böyle… Kağıt üstünde iyi gibi duran filmler sinema salonunda “bitse de gitsek” diyerek izlediğim işlerden ibaret…
19. Altın Koza’nın ulusal seçkisinde ileriki yıllara taşınacak bir başyapıt yok. Hikaye sinemasından iyiden iyiye vazgeçildiği için yarışan filmlerin çoğunu vizyonda izleyebileceğinizi de sanmıyorum.
Altını çizmek istediğim samimi fikrim şudur: filmler yarışmaz! Sinemayı bir sanat formu olarak görüyorum (sinema 7. Sanat mıdır tartışmalarına hiç girmeyelim) ve filmlerin yarış atı gibi yarıştırılmasını doğru bulmuyorum. Benim dememle de olacak bir şey değil tabi ancak her gönülde başka bir aslan yatar. Dün gece de öyle oldu. Herkesin favorisi başkayken “Babamın Sesi” tahmin edilemez bir şekilde “En İyi Film” ödülüne uzandı.
Bana göre oldukça hatalı bir karar bu… Yeraltı, Gözetleme Kulesi ve hatta Araf gibi çok daha ‘iyi’ filmlerin yanında bu filmi öne çıkarmak sinemayı değil politik duruşu ödüllendirmektir. Ayrıca hiçbir festivalde sadece “en iyi film” olmak mümkün değildir. Önce oyuncu, ses, senaryo, kurgu ödüllerini toplarsınız sonra da en iyi filmliğinizi ilan edersiniz. Bizim festival jürileri sağolsun, herkese ödül dağıtacağız derken bir güzel saçmalıyorlar.
ABD’de yaşayan sinema yazarı dostum Oktay Ege Kozak’la yaptığımız sohbetler sırasında, “Amerikan bağımsız sinemasının en büyük sorunu politik duruşun öne çıkması ve kötü filmlerin sırf bu yüzden ödüllendirilmesi” olduğunu söylemişti ki artık bu tespiti Türk/iye sineması için de yapabiliriz. Bir filmin sinemasal yeterlilikleri tamamen göz ardı edilerek ödül verilmesi ancak sinema yapmak konusunda yeteneksiz insanların politik bir doğrusalcılık etrafında kabız üretimler yapmasına yol açabilir. Bu da çok arzuladığım bir şey değil!
Başka bir sıkıntıyı daha işaretlemek lazım... Geçen yıldan beri dikkatimi çeken ve bazen dile getirdiğim bir şey bu… Usta sinemacılar, ilk filmini çeken gençlerin arasında kayboluyor. Neredeyse tüm festival jürilerinde “gençlerin önünü açalım” duygusallığında bir yaklaşım var. Gençleri tutan yok ki… Yarışan filmlerin çoğu zaten onlara ait, çünkü sinema yapmak hiç bu kadar kolay olmamıştı. Yeşilçam’ın usta-çırak ilişkisi sonlandığından beri fonu kapan filmini çekiyor, festivalleri geziyor sonra da bir güzel batıyor. Onları ödüllendirelim derken yılların sinemacıları es geçiliyor. Bu yılın kaybedenleri de Erden Kıral, Derviş Zaim, Zeki Demirkubuz ve İsmail Güneş oldu. Ustalar filmlerini festivallere göndermek konusunda her geçen yıl daha da hevessizleşiyor. Acilen adil bir tartıya ihtiyaç var.
Net olalım: Altın Koza bu yıl en görkemli ve kusursuz bir organizasyonunu gerçekleştirdi ama Türk/iye sinemasının tadı yok. Jüri kararları yine yanlı, bu yüzden de hatalı. Biçime yaslanacağım diye kırk takla atan filmler bana bir şey vermiyor artık. Ya da Zeki Demirkubuz’un icadı olan 3. Sayfa sinemasının iyice kabız örneklerini görmekten hoşlanmıyorum eskisi kadar... Festivalde yarışan tüm filmler içinde Devir’den ve Siirt’in Sırrı adındaki belgeselden gayrı umut veren, yaşamı olumlayan başka bir filme rastlamak mümkün değildi. Marjinalleştirilmiş bireysel dertlerinin de peşine de bu kadar düşülmez ki!
Memlekette demokrasiyi kıtırkıtır kesiyorlar, öğrenciler okul yerine hapse giriyor, İşçilerin sosyal hakları tırpanlanıyorken biraz da bunlardan bahsetmek lazım. Ya da bu karanlığın içinden biraz umut verin bize… Olimpiyatlarda “abla koş, arkandayım” diyerek birinci, ikinci olan insanlarımız var. Onların hikayeleri nerede? Uzaklara bakan adamların/kadınların peşini bir müddet bırakalım nasıl olsa geri döndüğümüzde onları yine Ada manzarasına bakmaya devam ederken bulacağız!
Twitter.com/murattolga