24 Haz 2010 11:13 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:24

''PKK'NIN İTİBARINI KURTARMAK SANA MI KALDI!'' SALİH TUNA'DAN ZEHİR ZEMBEREK YAZI!

Salih Tuna bugün köşesinde hangi yazara çattı?

İşte Salih Tuna’nın NTV’nin Basın Odası programının sürekli konuğu, Radikal ve Hürriyet gazetesinde köşe yazan Nuray Mert’i hedef alan yazısı.

PKK’nın itibarını kurtarmak sana mı kaldı?

Okuduğunuz yazının başlığını "Çıldıran kadının ihtişam ve sefaleti" koyacaktım, son anda vazgeçtim.

Zira başımda öyle münasebetsiz bir Şinasi var ki, hiç sormayın!

"Kelime zaptiyesi" mi desem, "intihal avcısı" mı desem?..

Diyelim ki bir cümlede "yalnız" kelimesini mi kullandım, şappadak musallat olur mail kutuma:

"Seni gidi seni, ’Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar’dan çaldın değil mi?.."

"Bu ’yalnız’ o ’yalnız’ değil Şinasi..." diyerek sarakaya almaya çalışsam, ne fayda!

Hem anlamaz, hem de içinde "yalnız" geçen 40 cümle daha gönderir. (Yalanım olmasın; durun bakayım kaçtı: tamı tamına 43 cümle!)

Akıllar pay edilirken nerdeydi, bilmem ki!

Hadi "temellük" deyince Hilmi Yavuz, "muştu" deyince Sezai Karakoç, "olabilemez" deyince Kemal Tahir akla gelebilir.

Hey kurban olduğum Allah, "yalnız" deyince akla kim gelir?

Zaten doğada tek başına dolaşan bir garip kelime; sokağa bıraksan çöpçü almaz; ben niye çalayım?

Anlatamazsın!

E’ee, şuncacık şeyi anlatamamışken, "ihtişam ve sefaleti" nasıl anlatacaksın?

Şükür ki şükür, Cemil Meriç üstadımızın Balzac’tan çevirdiği "Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti" romanını duymamıştır.

Maazallah duysaydı, hiç şüpheniz olmasın, "ihtişam ve sefaleti" oradan çaldın diye kafamı şişirirdi.

Ama yine de ne olur ne olmaz! İyisi mi yol yakınken vazgeçmek; ben de öyle yaptım ya!

Lakin "zarftan" vazgeçtik ama "mazruf" aynı. Yani, Şinasi uzaklaşsın diye başlığı değiştirdik sadece.

Yoksa...

"Taşeronlar" manşetini atan Yeni Şafak’a aklı sıra laf sokan "Çıldıran kadın"a, yani "ablacığıma" değineceğiz yine.

Benim güzel ablacığım, PKK’nın "taşeron" tesmiye edilmesine, celal ve celadetten müteşekkil müthiş bir "ihtişamla" isyan ediyor!

Niye peki?

"İsrail terör devleti"nin 9 yardım gönüllüsünü uluslararası sularda şehit ettiği günlerde "Antisemitizmi konuşamıyoruz; korkuyorum!.." diyecek kadar marazi bir şekilde rikkat kesiliyor da, PKK’nın son saldırılarındaki zamanlamaya neden hiç dikkat etmiyor?

Son iki yazımda uzun uzun anlattım; tekrara düşecek değilim.

PKK’nın 28 Şubat sürecindeki tavrını; mahut süreçte Türkiye-İsrail ilişkilerinin boyutunu; MOSSAD marifetiyle Öcalan’ın 99’da teslim edilişinden itibaren uysallaşan PKK’nın, 2003’deki "1 Mart tezkeresi"nin ardından tekrar sahne almasını; İsrail terör devletiyle "küresel soğuk savaşa" girdiğimiz bu dönemde de saldırıya geçmesini adamakıllı sorgulamadan, "taşeronlar" ifadesiyle neyin murat edildiğini elbette anlayamaz.

PKK’nın sosyal, toplumsal tabanı varmış da bilmem ne!

Yok diyen mi var?

Zaten o tabana, yani, "İsrail terör devleti"nin mezalimine son derece hassas olan mazlum Kürt halkına, PKK’nın saldırıları deşifre ediliyor, sana ne oluyor?

"İç savaş" çıkartmaya yönelik PKK saldırılarının hangi "fitne merkezinde" tasarlandığının ima edilmesi seni neden öfkelendiriyor?

"İsrail terör devleti"ni zevkten dört köşe yapan saldırıların, Selahaddin Eyyübi’nin torunlarına şikayet edilmesinden neden rahatsız oluyorsun?

PKK’nın itibarını kurtarmak sana mı düştü?

Şayet "toplumsal taban" dediğin bölge halkının demokratik haklarını dert edinmiş olsaydın, olanca acemilik ve eksiklerine rağmen "demokratik açılım" iradesini beyan edenlere "sivil dikta" diye kükreyip de, Kürtleri asit kuyularına atan "çetelere" gelince mırın kırın etmezdin!

Ah be ablacığım ne hallere düştün:

Nazlı Ilıcak, "Bir doğrudan bir yanlış çıkarıyorsun; Başbakan’ın basına eleştirileri yanlıştır. Ama siz bundan sivil dikta çıkarıyorsunuz..." diyor; sen "Benim yanlış yaptığımı söyleme hakkını size kim veriyor?.." diyorsun!

Yanlış yaptığını söylemek için kimden icazet almak gerekiyor?

İnsanların birbirlerinin yanlış düşündüğünü beyan etme özgürlükleri doğuştan getirdikleri haklar arasında değil midir?

Böylesine korkunç bir düşünsel "sefalete" nasıl düşersin?

İnşallah, M. Yakup Yılmaz’ın yokluğunu doldururken duçar olduğun arızi bir "anlama sorunudur" bu!..

Şayet değilse inan çok üzülürüm!

Salih Tuna/Yeni Şafak