01 Ağu 2012 18:15
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:59
PKK, HATAY'DAN SİVAS'A KADAR VURACAK!
Taraf yazarı Emre Uslu, Davutoğlu ve hükümetin PKK'nın Suriye'deki girişimlerinde gizli el aramalarını eleştirdi. Başımıza musallat olan belayı yazdı.
Türk devleti Suriye’ye müdahale ederse...
Önceki iki yazının devamı olarak bugün, PKK’nın Suriye stratejisini, yine PKK liderlerinin ağzından, aktarıp Suriye’deki PKK devletinin adım adım nasıl kurulduğunu anlatmaya çalışacağım.
Duran Kalkan’la başlayalım. 9 Eylül 2011 tarihli analizinde PKK’nın Suriye sorunu üzerinden AKP ve Türkiye ile nasıl bir mücadele konsepti geliştirdiklerini anlatır. Kalkan, "AKP’yle Suriye üzerinde de mücadele içindeyiz" dedikten sonra PKK’nın Suriye’de ilk önceliğinin demokratik özerklik kurmak olduğunu belirtiyor: "...Son dönemlerde Suriye Kürt sorununun çözümünde önemli bir nokta haline geldi.
Suriye Kürdistan’da yürütülen mücadelenin yönünün nereye gideceği, hangi gücün etkili olacağının yakın vade için belirleneceği bir merkez haline geldi. ...Suriye üzerine yürütülen mücadele sonucunda yeni arayışların nasıl şekilleneceği belirlenecek. Bunun bir parçası olarak elbette Kürtler karşısında Arap yaklaşımı ne olacak? Suriye’deki Kürtlere nasıl yaklaşacak, soruları cevap bulacak. Bu da Kürdistan’daki mücadelenin seyri üzerinde etkili olacak. Bu bakımdan biz AKP’yle Suriye üzerinde de mücadele içindeyiz. ...PKK olarak biz (...)Kürt sorununun Suriye’nin demokratikleşmesi temelinde Demokratik Özerklik çizgisinde gelişmesini öngörüyoruz."
Tıpkı PKK’nın Eylül 2011’de öngördüğü gibi bugün Suriye’de Demokratik Özerklik ilan edildi. KCK, Afrin ve Kobani gibi şehirlere belediye başkanı atadı. Buralarda KCK mahkemelerini kurdu.
Ahmet Davutoğlu Afrin ve Kobani’yi "küçük yerleşim bölgeleri önemli değil" şeklinde anlatarak PKK’nın kazanımını önemsiz göstermeye çalışıyor. Oysa durum onların anlattığı gibi değil. Öncelikle Suriye’de Kürt rüzgârının yoğun estiği bölge Akçakale’nin hizasında yer alan ar-Raqqah’dan Cizre’ye kadar olan bölgedir. Bu sınırın uzunluğu 350 km. Yani neredeyse Türkiye-Irak sınırının tamamı kadar bir uzunluğa sahip bölge. Buna ek olarak daha batıda yer alan Afrin ve Kobani de PKK/Kürt kontrolündeki adacıklar oluşmuştur.
Daha vahimi şu: Davutoğlu gazetelerin Ankara temsilcilerine Suriye’yi çok iyi bildiklerine ilişkin iddialı açıklamalar yapıyor: "Bütün bilgiler bizde mahfuz. Suriye’de ne oluyorsa, her gün sabah bizim önümüze geliyor. Köylerine kadar. Kamışlı’dan başlayalım, Nusaybin’in karşısına kadar gelen bölgede Kürt nüfusu var. Oradan Suruç’un karşısına kadar Araplar, Kobani’de Kürtler, sonra Araplar ve Türkmenler başlar. Afrin’de bir paket daha Kürt düşünün. ..Yani ’blok’ yok."
Acaba ben mi yanlış okuyorum diye bu cümleleri tüm gazetelerden kontrol ettim. Evet, Suriye’yi çok iyi çalıştıklarını iddia eden Davutoğlu aynen şöyle diyor: "Kamışlı’dan Nusaybin’in karşısına kadar gelen bölgede Kürt nüfusu var." Üstelik Davutoğlu bunu değişik televizyon kanallarında da farklı zamanlarda çok defa tekrarladı. Belli ki "çok çalışmasına" rağmen Davutoğlu, Kamışlı’nın zaten Nusaybin’in karşısında olduğun bilmiyor. Bizim medyadan biri de çıkıp efendim zaten bura Nusaybin’in karşısında demiyor. Çünkü onlar da bilmiyor.
Durumu bilmeyenler için anlatayım: Afrin’deki PKK varlığı bize Hatay ve Maraş- Sivas ekseninde terör aktivitesi olarak yansır. Bu PKK içinde batı hattı olarak bilinir. Amanoslar’dan başlar Tokat’a kadar uzanan bir alanda etkili olur. Yani Afrin’e yerleşmiş PKK terörünün Hatay- Sivas- Tokat bölgesine yayılması demektir. Bu da önümüzdeki dönemde PKK faaliyetlerinin bu bölgede yoğunlaşması anlamına gelir. Ki bu bölge aynı zamanda Alevi fay hattıdır ve PKK bu fayı da tetiklemeye çalışıyor/çalışacaktır. Yani PKK’nın Afrin’deki varlığını biz Alevi-Sünni çatışması olarak ve terör fayı olarak Tokat’a kadar uzanan bir çizgide hissedeceğiz demektir.
Ayrıca Afrin 80 bin nüfuslu bir şehir. Kobani 55 bin nüfuslu bir şehir. Yani Türkiye’de birçok ilden büyük şehirler bunlar. Ayrıca PKK’nın etkinliğini arttırdığı Kürt Dağı diye bilinen bu bölgede 500 bin insan yaşıyor. Bu hâliyle Sadece Kürt Dağı bölgesi, Katar’dan da Kuzey Kıbrıs’tan da büyük.
Yani durum Davutoğlu’nun küçük göstermeye çalıştığı kadar küçük değil. Terör Suriye’de devletleşip makas değiştiriyor. Bundan da en başta Ankara’nın öngörüsüzlüğü sorumlu.
Şu satırlar da Duran Kalkan’ın Aralık 2011 tarihli analizinden: "Suriye’de mücadele sürece yayılacak. Bu da Kürtler için demokratik Suriye ittifakını geliştirme, Kürt sorununu çözümleyecek bir demokratik yönetimin Suriye’de oluşmasını sağlama imkânı veriyor bu Kürdistan’ın diğer bölgelerini de etkileyecek. Bu olumlu bir gelişme ama buna sahip çıkıp mücadele etmek lazım."
Demek ki neymiş? PKK Suriye sorununun ne kadar uzarsa bunun PKK’nın işine yarayacağını hesaplamış ve stratejisini buna göre belirlemiş. Türkiye ise buna karşı bırakın bir hamle yapmayı plan bile yapmamış. Siz devlet yetkililerinden Suriye krizi uzarsa PKK’nın nasıl yararlanacağına ilişkin bir açıklama duydunuz mu? Habbeyi Kubbe yapıp gerine gerine anlatan Ankara’daki yetkililer sizce PKK’nın olası Suriye hamlesine karşı geliştirilen strateji hakkında neden ipucu vermediler? Cevabı ben vereyim: Öyle bir stratejileri yoktu maalesef. İddiaya girerim kiAnkara hâlen Suriye’de kurulan PKK devletine karşı ne yapacağını bilmiyor.
Biraz da Mustafa Karasu’ya kulak verelim. Karasu’da 13 Aralık 2011’de şunları söylemiş: "Türkiye, Suriye’de Kürtler bir statü kazanırsa kendisinin de zorunlu olarak sorunu çözmek zorunda kalacağını görüyor. ...Kürtler politikalarını ve tutumlarını Suriye’de demokratik özerk bir statü kazanma yönünde kullanacaklardır. Suriye’de Kürtler için en önemli olan şey her şeyden önce kendi aralarında birlik kurmalarıdır. Birlik sağlandığında Kürtlerin demokratik özerk Kürdistan statüsü şimdiden sağlanmış olacaktır."
Tıpkı Karasu’nun öngördüğü gibi PKK Suriye’de demokratik özerklik inşa etti ve bu sistemi sağlamlaştırmak için de yine Karasu’nun öngördüğü gibi "her şeyden önce kendi aralarında birlik kurdular". Bu birliğin kurulmasında Barzani’nin Erbil toplantısı kuşkusuz en önemli katkıyı sundu.
28 Şubat 2012’de Mustafa Karasu PKK’nın Suriye stratejisini çok daha net ifade etti: "Korkunun ecele faydası yoktur. Kürtler Suriye’de Demokratik Özerklik kazanacaklar ve Türkiye’nin ulusal güvenliğini, yani inkârcı ve kültürel soykırımcı ulusal Kürt politikasını tehdit edeceklerdir."
Ya Türkiye müdahale ederse? Cemil Bayık henüz 8 Ekim 2011’de PKK’nın olası müdahaleye karşı pozisyonunu açık etmişti: "PKK her türlü müdahaleye karşı hazırdır. Türk devleti Suriye’ye müdahale ederse buna karşı da en şiddetli direnişi gösterecektir."
Görüldüğü gibi PKK adeta ilanla duyurarak devlet kurmuş. Peki, biz PKK devlet kurdu deyince Türk yetkililer ne diyor? "Yok öyle bir şey. PKK devlet kurdu diyenlerin arkasında gizli bir el var psikolojik harekât yapıyorlar."
Ankara PKK devlet kurdu diyenlerin arkasında gizli el arayacağına Suriye’de PKK arasaydı bu hâle düşmezdik.
Dünü ıskalamış bazıları, bugünü "psikolojik harekât" olarak okuyorsa, korkarım milletin yarını tehlikede demektir.
Emre Uslu / Taraf
Emre Uslu’nun önceki yazısı neydi?
İşte PKK yöneticilerinin cümleleriyle sürecin fotoğrafı:
1) 31 Mart 2010 tarihinde Öcalan, müzakere sürecini bitirdiğini açıklıyor: "Adına tasfiye ve çözüm dediğim üçüncü dönem bitti. Açık, net ve kesin bir şekilde üçüncü dönemi sonlandırıyorum."
2) Mayıs 2010’da Duran Kalkan, Öcalan’ın aslında ne demek istediğini PKK tabanına anlatıyor: "Şimdiye kadar siyasi, askerî, ideolojik her alandaki mücadelemizin tek hedefi, ’siyasi diyalogla çözüm bulma’ doğrultusundaydı. Şimdi hedefimiz değişiyor. Biz kendimiz, kendi demokrasimizi inşa ederek, demokratik toplum örgütlülüğünü geliştirerek kendi çözümümüzü kendi özgücümüzle sağlayacağız."
3) Kalkan bir de yapılacaklar listesi veriyor:
KOŞULLAR OLGUNLAŞTIĞINDA...
PKK kendi çözümlerini empoze edecek ve koşulları olgunlaştığında bunları tek taraflı olarak fiilen hayata geçirecek.
Bütün mücadele biçimleri, "ikili iktidar" durumuna erişmek amacıyla birarada kullanılacak.
TEK TARAFLI FİİLİ ÖZERKLİK
Koşulları olgunlaştığında tek taraflı ve fiili bir özerklik ilanına başvurulacak.
4) Abdullah Öcalan 23 Mayıs 2010’da tutumunu daha netleştiriyor: "KCK ortaya çıkarak sorumluluk üstlenip, ’demokratik özerkliği ilan ediyoruz’ diyebilir."
5) KCK aynı günlerde sürece ilişkin kurumsal açıklamasını yapıyor: "Dördüncü Dönem olarak adlandırdığımız bu dönem, stratejik bir dönem olup halkımızın kendi demokratik sistemini kurma ve demokratik özerkliğini ilan etme sürecidir."
İLK HEDEF AKP HÜKÜMETİNİ İKTİDARDAN ETME
6) KCK açıklamalarına göre Dördüncü Dönem’de plan orta yoğunlukta bir savaş başlatmak ve ilk hedef de AKP hükümeti. PKK henüz 2010’da hedefini açıklıyor: "AKP hükümetini sarsma, dengesini bozma, yaslandığı güç dengelerine kama sokma, referanduma giden bir süreçte hırpalama ve giderek iktidardan etme."
Unutmayın bütün bu planlamalar 2010 tarihinde yani devlet-Öcalan-PKK görüşmelerinin zirvede olduğu dönemde yapılıyor ve açık kaynaklarda yer alıyor. İlk hedef de müzakereleri başlatan AKP hükümetini iktidardan etme.
Peki, bu dönemde devletin stratejik aklı konumunda olan MİT ne yapıyor? PKK’nın Dördüncü Stratejik Hamle Dönemi’nin postacılığını yapıyor. Kandil ile İmralı arasında mekik dokuyup Öcalan’ın mesajlarını taşıyor ve Dördüncü Mücadele Dönemi’nin altyapısını oluşturuyor.
PLAN ADIM ADIM UYGULANIYOR
Bu kapsamda Mayıs 2010’da duyurulan Demokratik Özerklik, bir yıl sonra, 14 Temmuz 2011’de Diyarbakır’da ilan ediliyor. Her şey açıktan oluyor. PKK Dördüncü Stratejik Dönem’i başlatmış, bu süreci işletirken MİT de "PKK ile müzakere etme" telaşında.
7) Devam edelim. Mayıs 2011. MİT’ın Oslo görüşmelerinin baş konuklarından biri Mustafa Karasu. MİT’le masada oturup müzakere ederken, Dördüncü Mücadele Dönemi ve MİT müzakereleri konusunda neler düşünüyor: "Apo, Üçüncü Dönem’i bitirip Dördüncü Dönem’i başlatan ’PKK’nın ulusal varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma için her türlü mücadele yürütme hakkı vardır’ diyerek ’Kürt sorununun demokratik siyasal yollardan çözme stratejine, dönemine bağlı kalmanızın anlamı kalmamıştır’ mesajı vermiştir." [PKK’ya "savaş başlatın" anlamına gelen bu mesajın kandile taşınmasına MİT yardımcı olmuştur EU]
8) Karasu devam ediyor: "Öcalan ya teslim olursunuz ya da ulusal varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma mücadelesiyle özgürlüğünüzü kazanırsınız’ diyerek ’Devletin politikalarının [devlet bu dönemde PKK ile müzakere politikası yürütüyor EU] bir mücadeleyi gerektirdiğini halk ve mücadele için böyle bir mücadele döneminin zorunlu hâle geldiğini belirtmiştir.’ Böylece Dördüncü Mücadele Dönemi’nde Kürt halkı açısından ulusal varlığını ve özgürlüğünü kazanma ertelenemez bir görev hâline gelmiştir. ...bu nedenle özgürlüğünü sağlama temelinde bir ölüm kalım mücadelesi verilmeli. Bu mücadele verilmezse Önder Apo’yla yapılan görüşmeler oyalama konumuna düşmekten başka bir sonuç vermez. ...Kaldı ki AKP’nin ve AKP’nin İmralı’ya gönderdiği heyetin amacı da oyalamadır."
PKK’DAN OYALAMA TAKTİĞİ
Hatırlatalım. Bunların yazıldığı tarih Mayıs 2011, Silvan saldırısıyla PKK’nın barış masasını devirmeye iki ay var. Karasu bir yandan bunları yazıyor bir yandan da Oslo görüşmelerinde masanın başında oturuyor. Bizzat o masanın başında otururken bu görüşmelerin bir oyalama olduğunu ve PKK’nın mücadele edeceğini açıkça ilan ediyor. Kimse, bu ne çelişki diye sormuyor Karasu’ya. Onunla enseye tokat müzakere yapılıyor.
Şİİ-KÜRT İTTİFAKI NE ZAMAN KURULDU
Sonra ne mi oluyor? 14 Temmuz 2011’de PKK vites arttırıp gaza basıyor ve 2010’dan beri öngördüğü Dördüncü Stratejik Mücadele Dönemi’nin sonuç alıcı aşamasını başlatıyor. Önce Diyarbakır’da Öcalan’ın Mayıs 2010’da duyurduğu "Demokratik Özerklik" ilan ediliyor. 13 asker Silvan’da şehit ediliyor. Şii-Kürt ittifakı kuruluyor ve Suriye’de edinilen kazanım sürecini inşa ediyor.
Bütün bu süreci es geçmiş, hatta sürece korkunç öngörüsüzlükleriyle bizzat yardım etmiş Türkiye devletinin yetkilileri, şimdi Suriye’de oluşacak PKK devletine izin vermeyiz diye afra tafra yapıyorlar. Ne yapacaksınız? Afrin’i mi bombalayacaksınız? Kamışlı’yı mi yıkacaksınız?
PKK devleti kurdu. Yapılacak bir şey kalmadı. Bunun kendi öngörüsüzlüğünüzün eseri olduğunu görün, bari boş konuşmayın... (Bu konuyu işlemeye devam edeceğim...)
Önceki iki yazının devamı olarak bugün, PKK’nın Suriye stratejisini, yine PKK liderlerinin ağzından, aktarıp Suriye’deki PKK devletinin adım adım nasıl kurulduğunu anlatmaya çalışacağım.
Duran Kalkan’la başlayalım. 9 Eylül 2011 tarihli analizinde PKK’nın Suriye sorunu üzerinden AKP ve Türkiye ile nasıl bir mücadele konsepti geliştirdiklerini anlatır. Kalkan, "AKP’yle Suriye üzerinde de mücadele içindeyiz" dedikten sonra PKK’nın Suriye’de ilk önceliğinin demokratik özerklik kurmak olduğunu belirtiyor: "...Son dönemlerde Suriye Kürt sorununun çözümünde önemli bir nokta haline geldi.
Suriye Kürdistan’da yürütülen mücadelenin yönünün nereye gideceği, hangi gücün etkili olacağının yakın vade için belirleneceği bir merkez haline geldi. ...Suriye üzerine yürütülen mücadele sonucunda yeni arayışların nasıl şekilleneceği belirlenecek. Bunun bir parçası olarak elbette Kürtler karşısında Arap yaklaşımı ne olacak? Suriye’deki Kürtlere nasıl yaklaşacak, soruları cevap bulacak. Bu da Kürdistan’daki mücadelenin seyri üzerinde etkili olacak. Bu bakımdan biz AKP’yle Suriye üzerinde de mücadele içindeyiz. ...PKK olarak biz (...)Kürt sorununun Suriye’nin demokratikleşmesi temelinde Demokratik Özerklik çizgisinde gelişmesini öngörüyoruz."
Tıpkı PKK’nın Eylül 2011’de öngördüğü gibi bugün Suriye’de Demokratik Özerklik ilan edildi. KCK, Afrin ve Kobani gibi şehirlere belediye başkanı atadı. Buralarda KCK mahkemelerini kurdu.
Ahmet Davutoğlu Afrin ve Kobani’yi "küçük yerleşim bölgeleri önemli değil" şeklinde anlatarak PKK’nın kazanımını önemsiz göstermeye çalışıyor. Oysa durum onların anlattığı gibi değil. Öncelikle Suriye’de Kürt rüzgârının yoğun estiği bölge Akçakale’nin hizasında yer alan ar-Raqqah’dan Cizre’ye kadar olan bölgedir. Bu sınırın uzunluğu 350 km. Yani neredeyse Türkiye-Irak sınırının tamamı kadar bir uzunluğa sahip bölge. Buna ek olarak daha batıda yer alan Afrin ve Kobani de PKK/Kürt kontrolündeki adacıklar oluşmuştur.
Daha vahimi şu: Davutoğlu gazetelerin Ankara temsilcilerine Suriye’yi çok iyi bildiklerine ilişkin iddialı açıklamalar yapıyor: "Bütün bilgiler bizde mahfuz. Suriye’de ne oluyorsa, her gün sabah bizim önümüze geliyor. Köylerine kadar. Kamışlı’dan başlayalım, Nusaybin’in karşısına kadar gelen bölgede Kürt nüfusu var. Oradan Suruç’un karşısına kadar Araplar, Kobani’de Kürtler, sonra Araplar ve Türkmenler başlar. Afrin’de bir paket daha Kürt düşünün. ..Yani ’blok’ yok."
Acaba ben mi yanlış okuyorum diye bu cümleleri tüm gazetelerden kontrol ettim. Evet, Suriye’yi çok iyi çalıştıklarını iddia eden Davutoğlu aynen şöyle diyor: "Kamışlı’dan Nusaybin’in karşısına kadar gelen bölgede Kürt nüfusu var." Üstelik Davutoğlu bunu değişik televizyon kanallarında da farklı zamanlarda çok defa tekrarladı. Belli ki "çok çalışmasına" rağmen Davutoğlu, Kamışlı’nın zaten Nusaybin’in karşısında olduğun bilmiyor. Bizim medyadan biri de çıkıp efendim zaten bura Nusaybin’in karşısında demiyor. Çünkü onlar da bilmiyor.
Durumu bilmeyenler için anlatayım: Afrin’deki PKK varlığı bize Hatay ve Maraş- Sivas ekseninde terör aktivitesi olarak yansır. Bu PKK içinde batı hattı olarak bilinir. Amanoslar’dan başlar Tokat’a kadar uzanan bir alanda etkili olur. Yani Afrin’e yerleşmiş PKK terörünün Hatay- Sivas- Tokat bölgesine yayılması demektir. Bu da önümüzdeki dönemde PKK faaliyetlerinin bu bölgede yoğunlaşması anlamına gelir. Ki bu bölge aynı zamanda Alevi fay hattıdır ve PKK bu fayı da tetiklemeye çalışıyor/çalışacaktır. Yani PKK’nın Afrin’deki varlığını biz Alevi-Sünni çatışması olarak ve terör fayı olarak Tokat’a kadar uzanan bir çizgide hissedeceğiz demektir.
Ayrıca Afrin 80 bin nüfuslu bir şehir. Kobani 55 bin nüfuslu bir şehir. Yani Türkiye’de birçok ilden büyük şehirler bunlar. Ayrıca PKK’nın etkinliğini arttırdığı Kürt Dağı diye bilinen bu bölgede 500 bin insan yaşıyor. Bu hâliyle Sadece Kürt Dağı bölgesi, Katar’dan da Kuzey Kıbrıs’tan da büyük.
Yani durum Davutoğlu’nun küçük göstermeye çalıştığı kadar küçük değil. Terör Suriye’de devletleşip makas değiştiriyor. Bundan da en başta Ankara’nın öngörüsüzlüğü sorumlu.
Şu satırlar da Duran Kalkan’ın Aralık 2011 tarihli analizinden: "Suriye’de mücadele sürece yayılacak. Bu da Kürtler için demokratik Suriye ittifakını geliştirme, Kürt sorununu çözümleyecek bir demokratik yönetimin Suriye’de oluşmasını sağlama imkânı veriyor bu Kürdistan’ın diğer bölgelerini de etkileyecek. Bu olumlu bir gelişme ama buna sahip çıkıp mücadele etmek lazım."
Demek ki neymiş? PKK Suriye sorununun ne kadar uzarsa bunun PKK’nın işine yarayacağını hesaplamış ve stratejisini buna göre belirlemiş. Türkiye ise buna karşı bırakın bir hamle yapmayı plan bile yapmamış. Siz devlet yetkililerinden Suriye krizi uzarsa PKK’nın nasıl yararlanacağına ilişkin bir açıklama duydunuz mu? Habbeyi Kubbe yapıp gerine gerine anlatan Ankara’daki yetkililer sizce PKK’nın olası Suriye hamlesine karşı geliştirilen strateji hakkında neden ipucu vermediler? Cevabı ben vereyim: Öyle bir stratejileri yoktu maalesef. İddiaya girerim kiAnkara hâlen Suriye’de kurulan PKK devletine karşı ne yapacağını bilmiyor.
Biraz da Mustafa Karasu’ya kulak verelim. Karasu’da 13 Aralık 2011’de şunları söylemiş: "Türkiye, Suriye’de Kürtler bir statü kazanırsa kendisinin de zorunlu olarak sorunu çözmek zorunda kalacağını görüyor. ...Kürtler politikalarını ve tutumlarını Suriye’de demokratik özerk bir statü kazanma yönünde kullanacaklardır. Suriye’de Kürtler için en önemli olan şey her şeyden önce kendi aralarında birlik kurmalarıdır. Birlik sağlandığında Kürtlerin demokratik özerk Kürdistan statüsü şimdiden sağlanmış olacaktır."
Tıpkı Karasu’nun öngördüğü gibi PKK Suriye’de demokratik özerklik inşa etti ve bu sistemi sağlamlaştırmak için de yine Karasu’nun öngördüğü gibi "her şeyden önce kendi aralarında birlik kurdular". Bu birliğin kurulmasında Barzani’nin Erbil toplantısı kuşkusuz en önemli katkıyı sundu.
28 Şubat 2012’de Mustafa Karasu PKK’nın Suriye stratejisini çok daha net ifade etti: "Korkunun ecele faydası yoktur. Kürtler Suriye’de Demokratik Özerklik kazanacaklar ve Türkiye’nin ulusal güvenliğini, yani inkârcı ve kültürel soykırımcı ulusal Kürt politikasını tehdit edeceklerdir."
Ya Türkiye müdahale ederse? Cemil Bayık henüz 8 Ekim 2011’de PKK’nın olası müdahaleye karşı pozisyonunu açık etmişti: "PKK her türlü müdahaleye karşı hazırdır. Türk devleti Suriye’ye müdahale ederse buna karşı da en şiddetli direnişi gösterecektir."
Görüldüğü gibi PKK adeta ilanla duyurarak devlet kurmuş. Peki, biz PKK devlet kurdu deyince Türk yetkililer ne diyor? "Yok öyle bir şey. PKK devlet kurdu diyenlerin arkasında gizli bir el var psikolojik harekât yapıyorlar."
Ankara PKK devlet kurdu diyenlerin arkasında gizli el arayacağına Suriye’de PKK arasaydı bu hâle düşmezdik.
Dünü ıskalamış bazıları, bugünü "psikolojik harekât" olarak okuyorsa, korkarım milletin yarını tehlikede demektir.
Emre Uslu / Taraf
Emre Uslu’nun önceki yazısı neydi?
İşte PKK yöneticilerinin cümleleriyle sürecin fotoğrafı:
1) 31 Mart 2010 tarihinde Öcalan, müzakere sürecini bitirdiğini açıklıyor: "Adına tasfiye ve çözüm dediğim üçüncü dönem bitti. Açık, net ve kesin bir şekilde üçüncü dönemi sonlandırıyorum."
2) Mayıs 2010’da Duran Kalkan, Öcalan’ın aslında ne demek istediğini PKK tabanına anlatıyor: "Şimdiye kadar siyasi, askerî, ideolojik her alandaki mücadelemizin tek hedefi, ’siyasi diyalogla çözüm bulma’ doğrultusundaydı. Şimdi hedefimiz değişiyor. Biz kendimiz, kendi demokrasimizi inşa ederek, demokratik toplum örgütlülüğünü geliştirerek kendi çözümümüzü kendi özgücümüzle sağlayacağız."
3) Kalkan bir de yapılacaklar listesi veriyor:
KOŞULLAR OLGUNLAŞTIĞINDA...
PKK kendi çözümlerini empoze edecek ve koşulları olgunlaştığında bunları tek taraflı olarak fiilen hayata geçirecek.
Bütün mücadele biçimleri, "ikili iktidar" durumuna erişmek amacıyla birarada kullanılacak.
TEK TARAFLI FİİLİ ÖZERKLİK
Koşulları olgunlaştığında tek taraflı ve fiili bir özerklik ilanına başvurulacak.
4) Abdullah Öcalan 23 Mayıs 2010’da tutumunu daha netleştiriyor: "KCK ortaya çıkarak sorumluluk üstlenip, ’demokratik özerkliği ilan ediyoruz’ diyebilir."
5) KCK aynı günlerde sürece ilişkin kurumsal açıklamasını yapıyor: "Dördüncü Dönem olarak adlandırdığımız bu dönem, stratejik bir dönem olup halkımızın kendi demokratik sistemini kurma ve demokratik özerkliğini ilan etme sürecidir."
İLK HEDEF AKP HÜKÜMETİNİ İKTİDARDAN ETME
6) KCK açıklamalarına göre Dördüncü Dönem’de plan orta yoğunlukta bir savaş başlatmak ve ilk hedef de AKP hükümeti. PKK henüz 2010’da hedefini açıklıyor: "AKP hükümetini sarsma, dengesini bozma, yaslandığı güç dengelerine kama sokma, referanduma giden bir süreçte hırpalama ve giderek iktidardan etme."
Unutmayın bütün bu planlamalar 2010 tarihinde yani devlet-Öcalan-PKK görüşmelerinin zirvede olduğu dönemde yapılıyor ve açık kaynaklarda yer alıyor. İlk hedef de müzakereleri başlatan AKP hükümetini iktidardan etme.
Peki, bu dönemde devletin stratejik aklı konumunda olan MİT ne yapıyor? PKK’nın Dördüncü Stratejik Hamle Dönemi’nin postacılığını yapıyor. Kandil ile İmralı arasında mekik dokuyup Öcalan’ın mesajlarını taşıyor ve Dördüncü Mücadele Dönemi’nin altyapısını oluşturuyor.
PLAN ADIM ADIM UYGULANIYOR
Bu kapsamda Mayıs 2010’da duyurulan Demokratik Özerklik, bir yıl sonra, 14 Temmuz 2011’de Diyarbakır’da ilan ediliyor. Her şey açıktan oluyor. PKK Dördüncü Stratejik Dönem’i başlatmış, bu süreci işletirken MİT de "PKK ile müzakere etme" telaşında.
7) Devam edelim. Mayıs 2011. MİT’ın Oslo görüşmelerinin baş konuklarından biri Mustafa Karasu. MİT’le masada oturup müzakere ederken, Dördüncü Mücadele Dönemi ve MİT müzakereleri konusunda neler düşünüyor: "Apo, Üçüncü Dönem’i bitirip Dördüncü Dönem’i başlatan ’PKK’nın ulusal varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma için her türlü mücadele yürütme hakkı vardır’ diyerek ’Kürt sorununun demokratik siyasal yollardan çözme stratejine, dönemine bağlı kalmanızın anlamı kalmamıştır’ mesajı vermiştir." [PKK’ya "savaş başlatın" anlamına gelen bu mesajın kandile taşınmasına MİT yardımcı olmuştur EU]
8) Karasu devam ediyor: "Öcalan ya teslim olursunuz ya da ulusal varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanma mücadelesiyle özgürlüğünüzü kazanırsınız’ diyerek ’Devletin politikalarının [devlet bu dönemde PKK ile müzakere politikası yürütüyor EU] bir mücadeleyi gerektirdiğini halk ve mücadele için böyle bir mücadele döneminin zorunlu hâle geldiğini belirtmiştir.’ Böylece Dördüncü Mücadele Dönemi’nde Kürt halkı açısından ulusal varlığını ve özgürlüğünü kazanma ertelenemez bir görev hâline gelmiştir. ...bu nedenle özgürlüğünü sağlama temelinde bir ölüm kalım mücadelesi verilmeli. Bu mücadele verilmezse Önder Apo’yla yapılan görüşmeler oyalama konumuna düşmekten başka bir sonuç vermez. ...Kaldı ki AKP’nin ve AKP’nin İmralı’ya gönderdiği heyetin amacı da oyalamadır."
PKK’DAN OYALAMA TAKTİĞİ
Hatırlatalım. Bunların yazıldığı tarih Mayıs 2011, Silvan saldırısıyla PKK’nın barış masasını devirmeye iki ay var. Karasu bir yandan bunları yazıyor bir yandan da Oslo görüşmelerinde masanın başında oturuyor. Bizzat o masanın başında otururken bu görüşmelerin bir oyalama olduğunu ve PKK’nın mücadele edeceğini açıkça ilan ediyor. Kimse, bu ne çelişki diye sormuyor Karasu’ya. Onunla enseye tokat müzakere yapılıyor.
Şİİ-KÜRT İTTİFAKI NE ZAMAN KURULDU
Sonra ne mi oluyor? 14 Temmuz 2011’de PKK vites arttırıp gaza basıyor ve 2010’dan beri öngördüğü Dördüncü Stratejik Mücadele Dönemi’nin sonuç alıcı aşamasını başlatıyor. Önce Diyarbakır’da Öcalan’ın Mayıs 2010’da duyurduğu "Demokratik Özerklik" ilan ediliyor. 13 asker Silvan’da şehit ediliyor. Şii-Kürt ittifakı kuruluyor ve Suriye’de edinilen kazanım sürecini inşa ediyor.
Bütün bu süreci es geçmiş, hatta sürece korkunç öngörüsüzlükleriyle bizzat yardım etmiş Türkiye devletinin yetkilileri, şimdi Suriye’de oluşacak PKK devletine izin vermeyiz diye afra tafra yapıyorlar. Ne yapacaksınız? Afrin’i mi bombalayacaksınız? Kamışlı’yı mi yıkacaksınız?
PKK devleti kurdu. Yapılacak bir şey kalmadı. Bunun kendi öngörüsüzlüğünüzün eseri olduğunu görün, bari boş konuşmayın... (Bu konuyu işlemeye devam edeceğim...)