PINAR ALTUĞ KENDİSİNDEN KÜÇÜK EŞİNE NASIL TAKILIYOR?
Çocuklar Duymasın'ın Meltem'i Pınar Altuğ, kendisinden 8 yaş küçük eşi Yağmur Atacan'la ilişkisini anlattı..
Pınar Altuğ ile röportaja gitmeden önce önyargılıydım. Nedense burnu havada, kendini beğenmiş biri sanıyordum onu... Oysa cıvıl cıvıl, heyecanlı, konuşkan ve son derece dobra bir kadınla karşılaştım.
Uzun süredir röportaj vermediği için, çocukluğundan evliliğine, Çocuklar Duymasın’dan kostümcüsüyle yaşadığı tartışmaya kadar merak ettiğim her şeyi kendisine sordum. İçtenlikle cevapladı.
* Çocukken ne olmak isterdiniz?
Annemle babam ben 6 yaşındayken boşandı. Çok şanslı bir çocuktum ki, bana bunu hiç yansıtmadılar. Birbirleri hakkında bir gün bile kötü söz söylemediler. Her ikisiyle de, her istediğimde görüştüm. Yine de ayrı evlerde oturmaları içime işlemiş olacak ki, “Büyüyünce aile kuracağım, anne olacağım” derdim. Bunu da becerdim.
* Annenizi babanızı erken yaşta kaybetmenizin, iş hayatına erken başlamanızda bir etkisi var mı?
17 yaşında babamı kaybettim. Bütün maddi yüküm onun üzerindeydi. Bir anlamda ortada kaldım. Annem okul masraflarımı ödemeyeceğini söyledi. Saint Benoit’de Lise 1’i bitirmişim, iki senem kalmıştı sadece... Ama yok. Yapacak bir şey yok. Okul aramaya başladık.
* Sonra...
Annemin çalıştığı tekstil firmasının bir defilesi vardı. Ben de defile izleyeceğim diye, heyecanla giyindim, süslendim. Orada Neşe Erberk’le tanıştım. Neşe bana hemen modellik teklif etti. İlk başta çok ürkütücü geldi. Ama denemekten zarar gelmez, diye düşündüm. Annem de destek oldu.
* Peki ya güzellik yarışması... Ona katılmaya nasıl karar verdiniz?
Neşe daha o sene beni yarışmaya sokmak istedi. Ama dedim ki “Ben tembel bir öğrenciyim. Eğer bu işlere girersem, okulu hiç bitiremem.” Aslında tersi oldu. O seneye kadar düşe kalka sınıfı geçen ben, okuldan “Teşekkür”le mezun oldum. Mezun olur olmaz da yarışmaya katıldım ve Türkiye güzeli oldum. 94 yılıydı.
* Sonra üniversite eğitiminizi yarım bıraktınız. Pişman oldunuz mu?
Devam mecburiyeti olduğu için iş tempom yüzünden bırakmak zorunda kaldım. O zamanki şartlarda doğru karardı. Ama bir gün okulu bitireceğim.
Tamer’le bir araya gelince o iş tutuyor
* Çocuklar Duymasın dizisinden Birol Güven “Meltem gibi yaşamak zorundasın” dediği için ayrılmıştınız. Neler hissetmiştiniz o dönem?
O günlerde yaşananların aslını kimse bilmiyor. Herkes “Pınar diziden kovuldu” dedi. Kim kimi nereden kovuyor. Kendi isteğimle ayrıldım, çünkü sette huzursuzluk başlamıştı. “Çocuklar Duymasın” benim için çok özel bir yerdi. Bu huzursuzluğu hak etmiyordu. Tabii ki bu güzel bir ayrılış değildi. Kırgınlıklarım, üzüntülerim oldu.
* Tekrar teklif geldiğinde ne düşündünüz?
Çocuklar Duymasın bana göre ömrünü zaten tamamlamamıştı. Teklif de gelmedi. Bir gece Tamer’le oturup sohbet ederken bana “Diziyi tekrar çeksek mi?” diye sordu. Benim de karnım burnumda... “Sarhoş musun Allah aşkına? Kaç yıl geçmiş üstünden...” dedim. Ciddi olduğunu, Birol’la konuştuklarını ama bensiz olmayacağını söyledi. “Konuşuruz” dedim. Eve gittiğimde içimde fırtınalar koptu. Hem çok sevdiğim, hem ayrılma aşamasında çok acı çektiğim bir işti bu. Sonra bir gün hep birlikte masaya oturduk. Birol’la birbirimizi yanlış anladığımız, birbirimize haksızlık ettiğimiz durumlar olduğunu gördük. Ve başlamaya karar verdik. İyi ki başlamışız.
* Şimdi evlendiğiniz, çocuk sahibi olduğunuz için mi tekrar bu role uygun görüldünüz?
Hiç alakası yok. Hepimiz büyüdük, bunun bir rol olduğunu anladık. O zaman beni yolda mini etekli görenler “Haluk görmesin!” diye laf atıyordu. Ne alakası var. Ben Pınar’ım. Ona bakarsanız, o zaman anne değildim.
* Dizi tekrar tuttu. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Herkesin işini iyi yapmasına... Tamer’le ben yan yana geldiğimizde, niye iyi oluyoruz, bunun bir açıklaması yok. Üstelik oyunculukla ilgili bildiğim her şeyi bana Tamer öğretti. Elimi kolumu nereye koyacağımı bilmiyordum ondan önce... Sonra ben bir sürü dizi çektim, o bir sürü dizi çekti. Hiçbiri bu kadar tutmadı. Bu bizim aramızdaki bir büyü...
* Belki ekranda yaşlanırsınız karı-koca olarak?
Amin... Memnuniyetle... Çok isterim.
Bakımlı olma konusunda biraz deliyim!
* Hep bakımlı bir kadınsınız. Ve böyle olmanızın kadınlar için tehdit olduğunu söylemiştiniz daha önce... Hâlâ öyle mi düşünüyorsunuz?
Ben bu konuda biraz deliyim. Sabaha karşı da yatmış olsam, setten önce erken kalkıp manikürüme pedikürüme giderim. Saçımın boyası geldiyse, yemeğimi kuaförde yerim ama yine de boyamı yaptırırım. Erkekler eşlerine “O yapıyor, sen niye yapmıyorsun?” diyebiliyor.
* Üstüne bir de anne oldunuz... Yarısı çıkmış ojeyle dolaştığınız bir gün dahi olmadı mı?
Olmadı. Ojem bozuk dolaşacağıma, ojemi sildim. Bir kat sıfır oje sürdüm. Elimden geldiğince kendime özen gösterdim. Şimdi bakım saatlerimi kızımın uyku saatlerine göre ayarlıyorum. Onunla geçireceğim zamandan hiçbir şey için ödün vermem.
* Doğumdan sonraki günlerde eşiniz size destek oldu mu?
Kocam dünyanın en muhteşem babası, en muhteşem kocası... Biz on beş gün çocuğumuza sadece ikimiz baktık. Doğurmadan önce çok endişeliydim. Bütün aile fertlerine “Başıma ne geleceğini bilmiyorum. Hepiniz burada kalacaksınız” diyordum. Ama Su doğdu ve bana her şeyi yapabilecek bir güç geldi. Bir de Yağmur’la (Atacan) hamilelik kursuna gitmiştik. Öğrendiklerimizi uyguladık. Hemen kontrolü elimize aldık ve çok zorlanmadık.
* O zaman bir çocuk daha yaparsınız siz...
Yok düşünmüyorum. Hep tek bir kız çocuğum olsun istedim. Allah da verdi. Ben kızımı göğsümde büyüttüm. Her yere yanımda taşıdım. Sete, restorana... İkincisine aynı şekilde bakmazsam vicdan azabı çekerim. Su’yu ihmal etmek de istemiyorum. Bu çok ciddi bir efor. Çalışırken bir çocuk daha mümkün değil. O kadar da becerikli değilim.
* Eşiniz istiyor mu peki?
Yok. O beni istiyormuş. Karısına ihtiyacı varmış. Hamilelikte, doğumdan sonra en büyük vakti kocanızdan çalıyorsunuz.
Çok mutlu olduğum için hırslı değilim
* Nasıl birisiniz? Kostümcünüzle yaşadığınız tartışmadan sonra size hak verenler de oldu, sizi kaprisli bulanlar da...
O olaya çok üzüldüm. Kaprisli değilim. Ama kurallarım vardır. Burada 50 çift ayakkabım, bavulla giysim var. Genelde oyuncular sette kendi giysilerini giymeyi sevmezler. Bu kadar da desteğim... Bir gün bana bir elbise getirdi. Elbisenin poposu sırtımda kaldı. “Bu olmadı” dedim. “E ama sizin vücudunuza göre giysi bulmak zor, diktirmek lazım” dedi. Şaşkına döndüm. Ben Victoria’s Secret mankeni değilim. Dünyanın en ucube vücuduna da sahip olsam, sen kostümcü olarak beni giydirmek zorundasın. İşin ortasında seti bıraktı gitti. Ben kimseyi kovmadım.
* Twitter’a “Normal hayatta yanına bile yaklaşamayacak biri, görevi gereği senden üstün konuma gelince, aklınca seni ezmeye çalışır, ne zavallı bir durum” yazmanız çok tepki çekti ama...
Onu bambaşka biri için yazdım. Olaylar üstüste geldiği için bununla bağdaştırıldı. Buna da çok üzüldüm. Yoksa kendimi hiç üstün gören biri değilim. Sokakta herkesle konuşan, twitter da her yazılana cevap veren biriyim.
* Hırslı mısınız?
Kötü ve tehlikeli bir hırsım yok. Kendimle savaşım vardır. Yaptığım işi, daha iyi yapabilmek için çaba harcarım.
* Mutlusunuz değil mi?
Çook. Mutlu olduğum için, belki de çok hırslı değilim. O zaman başka şeylere çok sardırmıyorsunuz. Hayatınıza dinginlik, huzur geliyor.
“Kimseye eyvallahım yoktur. Hayat çok kısa... Anneme babama son bir kez sarılmayı çok isterdim. Ama işte yoklar.
Yağmur çocukken reklamlarda oynamaya başlamış, kendi parasını kazanmaya başlamış. Kimseye eyvallahı olmayan biridir. Ben de öyleyim. Meslekte geçirdiğimiz süre, deneyim, kafa yapılarımız, hayata karşı tutkularımız aynı. Ancak 8 yaş farkın arada esprisi oluyor. “Sen onu hatırlamazsın yaşın kurtarmıyor” derim. O bana “Aa bilmem neyi hiç izlemedin mi?” diye sorar, “Ben o zaman genç kız olmuştum canım...” derim.
Persil beni seçti, çünkü hem aile hem iş hayatında başarılıyım
Persil beni reklam yüzü olarak seçmeden önce, halkın reklamlarda kimi görmek istediğine dair bir kamuoyu araştırması yapmış. Açık ara farkla ben birinci çıkmışım. Bunu hem kariyer, hem aile hayatımdaki başarıma, takip edilen ve inanılan biri olmama bağlıyorum. Doğru bildiğimi yaptığım için sanırım insanlara samimi geliyorum. İlk sene sonunda yapılan araştırmada reklamın bilinirliği yüzde 70, benim markayla özdeşleşmem yüzde 80 çıkmış. Bu çok yüksek bir oran.
Ayşe ARAL / VATAN