“Persona Non Grata”ları anladık, asıl sorun “Persona Grata” olmakta!
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar son günlerin tartışılan konusu “Persona Non Grata” belgeseli hakkındaki düşünce ve gözlemlerini aktardı…
Efendim; özellikle son birkaç gündür medyada “Persona non Grata” isimli gazetecilik belgeseli tartışılıyor. Gerçekte diplomasi alanına ait bir tabir olan “Persona Non Grata” (İstenmeyen Kişi) isimli belgeselde son dönemde düşüncesi veya duruşundan ötürü işinden olan gazeteciler anlatılıyor. Bu yanıyla benzer çalışmalara (Tüm eksik, bakış açısı, teknik yansıtış sıkıntısına, vb rağmen) başlangıç olabilecek özellikte görünüyor.
“Bağımsız Gazetecilik Platformu P24” ün desteği ile hazırlanan, (Şu “bağımsızlık” işiyle İsveç Konsolosluğu’nun maddi desteği arasında bir çelişki görür gibi oldum ama hadi oralara girmeyeyim!) Tuluhan Tekelioğlu'nun çektiği, müziğini Erhan Güleryüz'ün yaptığı, Fazıl Say'ın ise eserlerini kullanma izni verdiği belgeselde Can Dündar, Fatih Yağmur, Uluç Özcü, Sibel Oral, Ahmet Şık, Murat Aksoy, Hasan Cemal, Derya Sazak, Fatih Altaylı, Bekir Coşkun, Ayşenur Arslan, Gürkan Hacır, Sevim Özay, Rıdvan Akar, Aydın Doğan, Doğan Ertuğrul, Yekta Kılıç, Tuğçe Tatari, Mustafa Kuleli gibi gazeteciler yer alıyor.
Neyse, beğenelim veya beğenmeyelim; çalışma bir dönem gazetecilerin yaşadıklarını anlatması bakımından önemli. Üstelik Türk medyasının bu tarz çalışmalara çok da alışık olmaması belgeseli daha dikkate değer bulduruyor. Burada en ilginç olan şu ki; bir dönem gazetecilere yapılan baskıları anlatma derdindeki bir belgesel o dönemin özelliklerinin her yönüyle tartışılmasına vesile olması gerekirken daha çok o belgeselde yer alan kimi isimler üzerinden tartışılması. Bu yönüyle konu hemen “medyanın magazi”ne çekilmiş bile diyebiliriz sanırım!
Bu tartışmalarda şayet dikkatimden başka kaçan olmadıysa (Ki o zaman o arkadaşlardan özür dilerim) Tuğçe Tatari, Ahmet Şık ve Mine Söğüt’ün (Dolayısıyla Fatih Altaylı’nın cevabını) okuyabildim. Her biri kendilerine göre haklı eleştiri noktaları tespit etmişler. Daha çok bazı isimlere yönelik itirazlar yoğunlaşmış görünüyor. (Derya Sazak, Fatih Altaylı gibi) Kimi Tatari gibi “mağduriyet eşleşmesi” demiş kimi Ahmet Şık gibi “işsiz bırakılan gazetecilerle çeşitli bahanelerle bu kararı uygulayanların aynı belgeselde” yer almasından rahatsız olmuş. (Ben en çok da Şık’ın "Her şeyden önce medyaya yönelik baskı, sansür, daha ahlaksızca olanı otosansür Türkiye'ye AKP faşizmiyle ya da Recep Tayyip Erdoğan iktidarıyla gelmedi. Hep vardı" hatırlatmasını beğendim.) Kimi de Söğüt gibi belgeselin içinde “mağdur kimliğiyle duran kişilerin bir kısmına ve onların kendi durumlarını anlatırken kullandığı dile” isyan etmiş.
Öyle veya böyle olay kısaca “o olmasaydı, bu olmasaydı” noktasında düğümlenmiş. (Ben ise en çok Derya Sazak’ın Aydın Doğan’ın kendisine aldığı 700 bin dolarlık evi “Yüksek bir rakam” olarak görmeyen bakışına güldüm.) Bence buralar “bireysel deneyimler” açısından önemli ve anlamlı ama sonuçta bir dönemin “Toplumsal deneyim”i açısından o kadar da üzerinde durulmaması gereken noktalar olabilir. Çünkü bu dönem herkesi bir yerlere savurdu ki buna geçmiş “günahları” olan kişilerde dahildir.
Bu durum bazı kişileri ve tutumları aklamasa veya eleştiriden muaf kılmasa bile bir belgesel kapsamında görüş bildirme, deneyim ve gözlem aktarmada söz söyleme hakları olmadığını göstermez. Sonuçta bu bir belgeseldir ve dini bir cemaate “İmanı ve ahlakından şüphe duyulmayan üye” kaydı yapılmamaktadır. Herkesin yaşananlardan ve yaşadıklarından (Dolayısıyla yaşattıklarından!) kendisine pay çıkarttıklarını tahmin ve temenni ediyorum. Yok çıkartmamış veya çıkartamamışlar ise gerçekten “Çok çiğ imişler” diyeceğim. O yüzden üzerinde fazla duramıyorum!
Sonuçta şu veya bu statüdeki medya mensupları bir dönem başlarından geçenleri, kendi gözlem ve etki sahasında şahit oldukları olay ve kanaatlerini aktarmışlardır. Burada kimilerine göre pratikte “defolu” isim veya şahıslar olabilir. Bunlar bir ara “Sarı öküz’ü verelim kurtulalım” mantığına kapılmış da olabilirler. (Kaldı ki şu “Sarı öküz” meselesi kişilerden çok tüm medyanın “ortak günahı”dır) Bir sel basması yaşanmış ve belli ki herkesi önüne katmıştır!
Sonuçta herkes kendi konum ve cephesinden -şu veya bu dozda- sorun yaşamıştır. Bence burada asıl nokta “Medyanın üzerideki siyasi baskı”dır. Çünkü insanları yalpalamaya, saçmalamaya (Şahısların bütün kişisel hata ve müsaitlik potansiyellerine rağmen) vb iten asıl işin “baskı” ve ”korku” boyutudur. Baskı ve korku “çürütücü” bir işlev görmüş veya arttırmıştır. Şayet bu baskı ve korku atmosferi olmasaydı –muhtemelen ve en azından- o insanlar da bu kadar çuvallamayacaklardı. Tabii kişiliği tümden bozuklar varsa bilemem!
“İstenmeyen kişiler” her dönem vardır ve şu veya bu iktidara göre değişmez. Onların özellikleri bellidir. Her dönem ve nereden gelirse baskılara boyun eğmemek, iktidara yaranma çabası içine girmemek, arkadaşlarını ve meslektaşlarını satmamak, güç karşısında yavşamamak, vb.
BİR DE “PERSONA GRATA”LAR VAR!
Peki o halde “Persona Grata” yani “istenen kişi” ya da “Muteber kişi” kimdir? Onların özellikleri de bellidir.
1) Hangi dönem ve hangi parti olursa olsun iktidarla iyi geçinen, onun dümen suyunda hareket eden, en azından “dikine gitmeyen” kişidir.
2) Lakin bu da yetmeyebilir. Onun için “Kraldan fazla kralcı” tutum alan, bir otorite kendisine emretmese bile o otoritenin hassasiyetlerini “öncelikli” kabul edip, ona göre davranan kişidir.
3) Her daim tavrını güç ve güçlüden yana saptayan, gücün beklentilerini şiar edinen, güce tapınan ve gücün çıkarlarını kollayan kişidir.
4) Yalakalıkta sınır tanımayan, göze girmek için türlü taklalar atan, kendini sanki bir emir komuta zincirinin bir parçası gibi hisseden ve pazarlayan kişidir.
5) Arkadaşlarını, meslektaşlarını anında “satabilme” yeteneğine (Bu beceri her kula nasip olmaz!) sahip olan kişidir.
6) Doğrudan “Yukarıdan” veya “medya komiserleri” aracılığıyla gelecek emirlere göre sayfaları, manşetleri dizayn eden, ekranları düzenleyen kişi olmak. ,
Bütün bunlara istiyorsanız kendi maddelerinizi ekleyebilirsiniz. Ancak unutulmamalı ki
“İstenmeyenler”le “istenen”lerin hızla yer değiştirebileceği (Veya karışabileceği!) kaygan bir konjonktürde yaşıyoruz. Hatta herkesin eteklerindeki taşı dökeceği hatta “günah çıkartacağı” bir dönem hızla medyanın kapısını çalabilir. Kimbilir o zamanda belki birileri çıkıp “istenen kişiler”in belgeselini yapar!...
06.05.2015.
[email protected]