Perihan Mağden'den olay yazı: Zavallı Münevver! Ve zavallı Cem! Yazık oldu ikisine de!
Taraf yazarı Perihan Mağden, sevgilisi Münevver Karabulut'u öldürdükten 4 yıl sonra kendisi de cezaevinde canına kıyan Cem Garipoğlu'nu yazdı.
Taraf yazarı Perihan Mağden, 2009 yılında sevgilisi Münevver
Karabulut'un kafasını keserek öldüren; 24 yıl hapse mahkum olan ve
geçtiğimiz hafta intihar eden Cem Garipoğlu'nu ve Karabulut'u
bugünkü köşesine taşıdı.
Garipoğlu için "acımayarak ona haksızlık yapmışım"
ifadelerini kullanan Mağden, iki genç için "İki
kuzuya da, çok yazık oldu! Zavallı Münevver! Ve zavallı Cem! Yazık
oldu ikisine de!" yorumunu yaptı.
İşte, Mağden'in bugünkü köşe yazısı:
Cem Garipoğlu’nun Türklük Halleri ve akıl sağlığıyla bu dünyaya
yerleşememe sınavı
Münevver Karabulut’un öldürülmesinden sonra, yani güzelim başının
bir gitar kılıfında, bedeninin bir bavulda bulunmasından--
Az buz lanet etmedim onu öldüren “zengin çocuğuna”, Cem
Garipoğlu’na!
Doğal olarak kendime Münevver’in annesi rolünü biçtim. Kurban oydu,
giden oydu! Buna karşılık imkânları hiç de kısıtlı olmayan ailesi
tarafından aylarca kaçırılan Cem’di.
“Cinayet mahalli” (ne kalpsiz kelimeler!) silinip yıkanılan, her
çeşit yardımla cezadan kaçırılan, ailesi tarafından (utanmadan
etmeden) korunup kollanan Cem’di!
Oysa şimdi intihar eden Cem Garipoğlu’nun ardından yas tutarken,
böylesine büyük bir azim ve kararlılıkla kendini öldürmeyi
“başaran” bu gencecik çocuk için üzülürken, içim acırken, sızlarken
bulmuşsam kendimi--
Yazmak istedim yani.
Biz Cem’e haksızlık yapmışız!
Avukatının başından beri dediği gibi, ruh sağlığının yerinde olup
olmamasını kat’i surette kâle almamışız, demek ki.
17 yaşında bir oğlanın (tamam gencecik, güzelim bir kızı öldürdü)
yanında yer almamız gerektiği kadar yer almamışız. İki kurbanın
olduğu bir hadiseyle karşı karşıya olduğumuzun--
Eğri oturup doğru konuşalım: Bu cinayet ABD’de işlenseydi, Cem (en
fazla) beş yıl üç ay falan akıl hastanesinde yatıp, “tedavisi
tamamlandı” kararıyla, şartlı olarak tahliye edilirdi.
Çok küçüktü âşık olduğu kızı öldürdüğünde. Ve Münevver’in
anneliğinden, kendini öldürmüş Cem’in anneliğine evrilirken
söyleyeceğim bir çift söz daha var: Cem Türkiye’ye, Türk
İlişkileri’ne, bu cangıldaki oyunlara hazır değildi.
Hazırlıksız yakalandığı bir oyunda/ hayatta, hem Münevver’i, hem
kendini yok etti.
Cem’in babası, TMSF mallarına el koyup da kendini hapiste bulunca ,
“Oğlum yurt dışında dil öğrensin, burada okumak yerine”, diye
ilginç bir karara varıyor. Yolluyorlar Cem’i.
Böylece Rusya’da Rusça, İspanya’da İspanyolca, Çin’de Çince filan
öğrenerek 12 yaşından 17 yaşına kadar yurt dışında dolaşan/ yaşayan
Cem, döndüğünde bu acayip Türkiye’ye, Türk Tipi İlişkiler’e hazır
mıdır sizce?
Yoksa alt üst mü olmuştur? Ne buralıdır, ne buradan değil.
Ne anlıyordur, ne de anlamadığının dahi ayırdına
varabiliyordur.
Ben, yarım yüzyıldır buradayım; her gün tökezliyorum, her gün cinai
hislere kapılıyorum, her gün bu denli çok yalan söyleyen ve tüm bu
yalanları zevk alarak, iştahla, neşe içinde söyleyen insanlara
karşı kendimi çaresiz ve kuşatılmış hissediyorum.
İntihardan sonra, Münevver Karabulut’un ailesi Cem’in kendini
öldürdüğüne inanmıyor, “Parası var, başkasının cesedini
gömmüşlerdir onun yerine” şüphesiyle avukatlarını yolluyor.
Soruşturma, kanıt talep ediyor.
Hakikat şu ki; Münevver’in ailesi intikama doymuyor.
Giden çocuğunun yerini hiçbir şey dolduramaz, muhakkak. Bitmek
tükenmek bilmez bir intikam hissi de öyle.
Ben Münevver’in annesi olsam, mahkemede Cem’in üstüne atlayıp
gebertmek isterim onu! diye düşündüm kaç kez. Hakikaten. Ellerimle
boğuvermek, oracıkta!
Tüm daha sonra gelen dinlerin kırpıp apartıp kendi kitaplarına
devşirdiği Eski Ahit’te (namı diğer: Tevrat) “Vengeance is mine
saith the Lord”, diye bir satır var.
Nasıl “Önce söz vardı”, Eski Ahit’tense, sık sık kendime
hatırlatmak zorunda hissettiğim “Tanrı, intikam bana aittir! dedi”
lafı da, Tevrat’tan işte.
Şimdi, hiçbir ön hazırlığının olmadığı bir Yalanlarla Yaşayanlar
toplumunda, delice âşık olduğu gencecik bir kızın hayatını
sonlandıran Cem Garipoğlu “vakasında” bu sözün yerine geldiğini
görüyoruz.
Çünkü Cem’in vicdanı vardı. Çünkü Cem’in kalbi vardı. Çünkü böyle
bir “suçun” yükünü kaldıramadı.
Mahkemede ilk belirdiği andan itibaren “Pişmanım!” dedi.
Münevver’in bir teğmenle mesajlaşmasını yakalamıştı. Bebek
Starbucks’ta tanıştığı fakir kızı Münevver’in, takma tırnakları
vardı. Münevver bakireydi. Münevver’e 30 kişilik bir doğum günü
partisi düzenlemişti. Sabah akşam mesajlaşıyorlardı. Münevver o gün
okul çıkışı evine gelmişti. Daha önce de bir kez ona “Sen erkek
misin?” demişti. Yine demişti.
Münevver’in ailesi ısrarla istediği için (bunu özellikle
belirtiyor) cezaevine giden avukatları, “Kalınca kitap poşeti diye
tabir edilen bir poşetin üzerinden 3 defa çamaşır ipini dolamak
suretiyle, 2 defa da düğümleyip sıkmak suretiyle bu intiharın vuku
bulduğu, ilk izlenimlerin bu yönde olduğu açıkça beyan edildi”
avukat Türkçesiyle (yalnızca Hukuk İnsanlarının anladığı özel bir
dil) Cem’in nasıl amansız bir kararlılıkla kendini öldürdüğünü
tasvir ediyor.
Yüzme bilen birinin kendini denizde boğması kadar zor bir yolla/
yöntemle, kendini öldürmüş bu çocuğun ardından, içimin sızlamasına
mani olamıyorum.
Gözü karardı, Münevver’i öldürdü.
O kadar utandı, suçluluk duydu ki; kendini öldürdü.
Cem, burada büyümüş olsaydı daha hazırlıklı yakalanırdı.
Demek istediğim, hem bu. Hem de, ona acımayarak haksızlık
yapmışım.
Bu, haksızlığı bir nebze olsun telafi etme ihtiyacı/ yazısı.
İki kuzuya da, çok yazık oldu!
Türk Tipi İlişkiler cangılında, kurban edildiler.
Bu acayip, karmakarışık toplumun sunduğu hayat kâbusunda yollarını
kaybedip yok olup gittiler.
Zavallı Münevver! Ve zavallı Cem! Yazık oldu ikisine de.