22 Eki 2016 09:17
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 21:37
PEN Başkanı: Avrupa Türk gazetecilere kucak açmalı!
PEN Almanya Başkanı Josef Haslinger, Avrupa'nın Türkiye'de tutuklu bulunan yazarlar için daha fazla çaba göstermesini istedi
Türkiye'de basın ve ifade özgürlüğünün durumu, tutuklu yazar ve gazetecilere ilişkin gelişmeler bu yıl Frankfurt Kitap Fuarı'nda da ele alındı. Fuarda, ifade ve basın özgürlüğüyle ilgili çok sayıda etkinlik düzenlenirken, bu etkinliklerden birkaçı doğrudan Türkiye'deki sorunlara odaklandı.
"Türkiye ve Avrupa: İfade ve Sanat Özgürlüğü Ne Durumda?” başlığıyla düzenlenen etkinlikte, Uluslararası Yazarlar Birliği PEN'in Almanya Başkanı Josef Haslinger, Avrupa'nın Türkiye'deki muhalefet ve tutuklu gazeteciler için sesini daha fazla yükseltmesi gerektiğini vurguladı. Etkinliğe, Haslinger'in yanısıra PEN Almanya Genel Sekreteri Regula Venske, bu sene Erdem Gül ile birlikte PEN'in Hermann Kesten ödülüne layık görülen gazeteci Can Dündar ve Welt-N24 Grubu Türkiye Temsilcisi Deniz Yücel de katıldı.
PEN Almanya Başkanı Josef Haslinger, Frankfurt Kitap Fuarı'nda Deutsche Welle Türkçe'nin sorularını yanıtladı:
Frankfurt Kitap Fuarı'nda Türkiye'deki düşünce ve basın özgürlüğü konusunu ele almak sizin için neden önemliydi?
Hâlihazırda milyonlarca Türk Almanya'da yaşadığı için Türkiye'nin bize çok yakın bir ülke olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de olanlar yurttaşlarımızı etkilediğinden bizi de etkilemiş oluyor. Türkiye'nin Almanya ile sahip olduğu girift ve köklü ilişkiler, Türkiye'deki durumun nasıl gelişme göstereceği sorusunu bizim için önemli kılıyor. Türkiye esasında bizlerin İslam dünyasına erişim yolumuzu açacak bir ülke konumuna sahip. Bizim hiçbir şekilde başa çıkamadığımız, hukukî sistemleri Ortaçağ'dan kalma, yazarların dinden döndükleri suçlamasıyla idam cezasına çarptırıldığı İslamî köktendincilik ülkelerine bir geçit işlevi görebilir Türkiye. Zira Türkiye bu ülkelerden çok farklı. Bu yüzden biz burada, Almanya'da Türkiye için sesimizi yükseltmek için çok özel nedenlere sahibiz ve böyle bir gereklilik de sözkonusu.
Kısa süre önce "Freewords Turkey” adında bir dilekçe kampanyası başlattınız.Bununla ilgili amacınız neydi?
Sanıyorum, Alman Yayıncılar Birliği ve Sınır Tanımayan Gazeteciler ile birlikte, Almanya çapında kitabevlerinde ve yayınevleri vasıtasıyla dağıtılmak üzere toplamda 16 bin gibi yüksek bir miktarda kartpostal bastırdık. Sonra bu kartpostallar, Berlin'deki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi'ne gönderildi. Üzerlerinde ise tek bir şey yazıyordu: "Sayın Büyükelçi, gazetecilik suç değildir, Can Dündar ve Erdem Gül için özgürlük talep ediyorum!” Bu, özel olarak bu iki gazeteci için mücadele niteliği taşıyan bir eylemdi.
Can Dündar ve Erdem Gül şu anda özgürler ama Aslı Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu pek çok yazar hapiste. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Durum günden güne kötüleşiyor. Savcının müebbet istediğini duyunca insan kendine bu iş nasıl iş diye soruyor! Bu insanlar nasıl düşman hâline getirilebiliyor? Muhalefet sürekli yeni bir düşman tanımlamak için araçsallaştırılıyor ve halk kesintisiz olarak devletin tehlike ve saldırı altında olduğuna inandırılıyor. Ama hakikatte bu, yerleşikleşmiş otoriter bir rejimin gaddar bir güç politikası.
Avrupa'dan beklentileriniz neler?
Avrupa, bu yazarları alıp konuk etmek, onlara yardım etmek, onları desteklemek zorunda, tehlike altında tutuklu bulunan insanlar için protestoda bulunmak zorunda. Bu tür durumlarda bulunan kişilere bir çeşit acil durum vizesi verilip iltica hakkı tanınmalı. Muhalefet ile birlikte çalışmak için çok daha fazlası yapılmalı. Avrupa, insan haklarının Türkiye’de nasıl ayaklar altına alındığını izlemeyi bırakıp, şu esnada yaşamakta olduğumuz sıkıntılı durum çerçevesinde mültecileri birkaç milyar euro karşılığında bizden bir kol mesafesi uzakta tutan Erdoğan'a karşı insan haklarının korunmasında ısrar etmek zorunda.
Paneldeki konuşmanızda muhatabınızın Cumhurbaşkanı Erdoğan değil, Avrupa hükümetleri olduğunu söylediniz. Bununla tam olarak ne demek istediniz?
PEN Almanya'nın ne dediğinin Erdoğan'ın pek umrunda olmadığını düşünüyorum. Zira kendisi, PEN'in desteklediği herkesi düşman olarak görüyor. Herhalde bizi de dostundan çok düşmanı olarak görüyordur. Ama Erdoğan ile yaptığımız mülteci anlaşması çerçevesinde öz ilkelerimizden vazgeçmemeye dikkat etmeliyiz. Ancak şu ana kadar yaptığımız maalesef bu. Eğer mültecileri otoriter bir rejime toplu biçimde satıyorsak, bu mültecilerin toplu satışından başka hiçbir şey değildir. Nitekim bu kendi yasalarımızla çelişki gösterir, yani bireysel iltica hakkıyla.
Peki siz PEN olarak ne talep ediyorsunuz?
Biz PEN olarak, insan haklarına sadık kalınmasından başka bir şey istemiyoruz. En yüksek insan haklarından biri, insanın düşüncesini ifade etme, gerçeği söyleme hakkı ve bir gazeteci olarak düşündüklerini, deneyimlediklerini ve ne gözlemlediklerini yazabilme özgürlüğüdür.
"Türkiye ve Avrupa: İfade ve Sanat Özgürlüğü Ne Durumda?” başlığıyla düzenlenen etkinlikte, Uluslararası Yazarlar Birliği PEN'in Almanya Başkanı Josef Haslinger, Avrupa'nın Türkiye'deki muhalefet ve tutuklu gazeteciler için sesini daha fazla yükseltmesi gerektiğini vurguladı. Etkinliğe, Haslinger'in yanısıra PEN Almanya Genel Sekreteri Regula Venske, bu sene Erdem Gül ile birlikte PEN'in Hermann Kesten ödülüne layık görülen gazeteci Can Dündar ve Welt-N24 Grubu Türkiye Temsilcisi Deniz Yücel de katıldı.
PEN Almanya Başkanı Josef Haslinger, Frankfurt Kitap Fuarı'nda Deutsche Welle Türkçe'nin sorularını yanıtladı:
Frankfurt Kitap Fuarı'nda Türkiye'deki düşünce ve basın özgürlüğü konusunu ele almak sizin için neden önemliydi?
Hâlihazırda milyonlarca Türk Almanya'da yaşadığı için Türkiye'nin bize çok yakın bir ülke olduğunu düşünüyorum. Türkiye'de olanlar yurttaşlarımızı etkilediğinden bizi de etkilemiş oluyor. Türkiye'nin Almanya ile sahip olduğu girift ve köklü ilişkiler, Türkiye'deki durumun nasıl gelişme göstereceği sorusunu bizim için önemli kılıyor. Türkiye esasında bizlerin İslam dünyasına erişim yolumuzu açacak bir ülke konumuna sahip. Bizim hiçbir şekilde başa çıkamadığımız, hukukî sistemleri Ortaçağ'dan kalma, yazarların dinden döndükleri suçlamasıyla idam cezasına çarptırıldığı İslamî köktendincilik ülkelerine bir geçit işlevi görebilir Türkiye. Zira Türkiye bu ülkelerden çok farklı. Bu yüzden biz burada, Almanya'da Türkiye için sesimizi yükseltmek için çok özel nedenlere sahibiz ve böyle bir gereklilik de sözkonusu.
Kısa süre önce "Freewords Turkey” adında bir dilekçe kampanyası başlattınız.Bununla ilgili amacınız neydi?
Sanıyorum, Alman Yayıncılar Birliği ve Sınır Tanımayan Gazeteciler ile birlikte, Almanya çapında kitabevlerinde ve yayınevleri vasıtasıyla dağıtılmak üzere toplamda 16 bin gibi yüksek bir miktarda kartpostal bastırdık. Sonra bu kartpostallar, Berlin'deki Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi'ne gönderildi. Üzerlerinde ise tek bir şey yazıyordu: "Sayın Büyükelçi, gazetecilik suç değildir, Can Dündar ve Erdem Gül için özgürlük talep ediyorum!” Bu, özel olarak bu iki gazeteci için mücadele niteliği taşıyan bir eylemdi.
Can Dündar ve Erdem Gül şu anda özgürler ama Aslı Erdoğan'ın da aralarında bulunduğu pek çok yazar hapiste. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Durum günden güne kötüleşiyor. Savcının müebbet istediğini duyunca insan kendine bu iş nasıl iş diye soruyor! Bu insanlar nasıl düşman hâline getirilebiliyor? Muhalefet sürekli yeni bir düşman tanımlamak için araçsallaştırılıyor ve halk kesintisiz olarak devletin tehlike ve saldırı altında olduğuna inandırılıyor. Ama hakikatte bu, yerleşikleşmiş otoriter bir rejimin gaddar bir güç politikası.
Avrupa'dan beklentileriniz neler?
Avrupa, bu yazarları alıp konuk etmek, onlara yardım etmek, onları desteklemek zorunda, tehlike altında tutuklu bulunan insanlar için protestoda bulunmak zorunda. Bu tür durumlarda bulunan kişilere bir çeşit acil durum vizesi verilip iltica hakkı tanınmalı. Muhalefet ile birlikte çalışmak için çok daha fazlası yapılmalı. Avrupa, insan haklarının Türkiye’de nasıl ayaklar altına alındığını izlemeyi bırakıp, şu esnada yaşamakta olduğumuz sıkıntılı durum çerçevesinde mültecileri birkaç milyar euro karşılığında bizden bir kol mesafesi uzakta tutan Erdoğan'a karşı insan haklarının korunmasında ısrar etmek zorunda.
Paneldeki konuşmanızda muhatabınızın Cumhurbaşkanı Erdoğan değil, Avrupa hükümetleri olduğunu söylediniz. Bununla tam olarak ne demek istediniz?
PEN Almanya'nın ne dediğinin Erdoğan'ın pek umrunda olmadığını düşünüyorum. Zira kendisi, PEN'in desteklediği herkesi düşman olarak görüyor. Herhalde bizi de dostundan çok düşmanı olarak görüyordur. Ama Erdoğan ile yaptığımız mülteci anlaşması çerçevesinde öz ilkelerimizden vazgeçmemeye dikkat etmeliyiz. Ancak şu ana kadar yaptığımız maalesef bu. Eğer mültecileri otoriter bir rejime toplu biçimde satıyorsak, bu mültecilerin toplu satışından başka hiçbir şey değildir. Nitekim bu kendi yasalarımızla çelişki gösterir, yani bireysel iltica hakkıyla.
Peki siz PEN olarak ne talep ediyorsunuz?
Biz PEN olarak, insan haklarına sadık kalınmasından başka bir şey istemiyoruz. En yüksek insan haklarından biri, insanın düşüncesini ifade etme, gerçeği söyleme hakkı ve bir gazeteci olarak düşündüklerini, deneyimlediklerini ve ne gözlemlediklerini yazabilme özgürlüğüdür.