PELİN BATU: MUHSİN YAZICIOĞLU KÜLLİYATINI HATMETTİM!
Zor Yılların Kayıp Çocukları filminde ülkücü bir babanın kızını oynayan Pelin Batu Radikal'e konuştu.
12 Eylül darbesi döneminde ailesi darbe mağduru olan, bu anılarla
büyümek zorunda kalmış, şimdilerde 30’lu yaşlarını süren neslin
hikâyeleri, başrolünü Pelin Batu ve Tolga Güleç’in paylaştığı ‘Zor
Yılların Kayıp Çocukları’ adlı belgesel-filmde su yüzüne çıkıyor.
Filmde, sol örgüt üyesi annesini darbe döneminde hapishanede
kaybetmiş Onur ile babası Ülkü Ocakları’nda yetişmiş Zileyha
üzerinden, siyasi görüş farkı gözetmeksizin darbe mağdurlarının
çocuklarının travmaları yansıtılıyor. Yapımcılığını Bahçeşehir
Üniversitesi’nin; yönetmenliğini ise Bahçeşehir Üniversitesi
İletişim Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü öğretim görevlisi
Yrd. Doç. Dr. Erkan Büker’in üstlendiği, tamamı gerçek hikâyelerden
oluşan ‘Zor Yılların Kayıp Çocukları’ için Pelin Batu, “Filmimiz
olayı sağ- sol diye ayırarak ele almıyor, darbeyi taraf tutmadan
anlatıyoruz” diyor...
‘Zor Yılların Kayıp Çocukları’ nasıl geldi önünüze?
Bana son yıllarda tarihimizdeki en kötü şeyin ne olduğunu
soruyorlar, ben de darbeler diyorum. Bu konuyla özellikle alakadar
olduğum için projenin beyni olan İnci Taşdemir bana filmi
anlattığında tüylerim diken diken oldu. Senaryoyu okudum ve içinde
buldum kendimi.
Ülkücü bir babanın kızı Zileyha’yı oynuyorsunuz
filmde…
Evet, babası yıllarca ülkü ocaklarında
bulunmuş, hapis yapmış… Muhsin Yazıcıoğlu külliyatını hatmettim
film için. Zileyha, film boyunca didaktik bir şekilde sağ
felsefenin düşüncesini anlatmıyor ama en azından nasıl bir
zihniyetle büyüdüğünü anlamak için epey okudum. Bu kadın hayatta
kendini saklamış, hiç kimseye kendini göstermeyen, eşiyle bile
doğru dürüst diyalog kuramayan biri. Annesi-babası sağ ya da sol
taraftan fark etmez, şu ya da bu şekilde hapse girmiş insanların
pek çoğunda benzer anksiyeteler, uyku bozuklukları, dış dünyayla
iletişim sorunu var, bu kadın da tipik örneği. O yüzden ben “Aa bu
kadın türban takıyor, o yüzden şöyle oynayayım” demedim, benim için
önemli olan onun psikolojisiydi. Sağ, sol fark etmiyor; o
tıkanmışlık, kendini ifade edememe, ses bulamama sorunu herkeste
oluyor.
Darbeyle ilgili birçok film / dizi çekildi. Sizinkinin
farkı nedir?
‘Zor Yılların Kayıp Çocukları’ olayı sağ/sol, iyi takım / kötü
takım gibi ayırarak ele almıyor, ikisini de ele alıyor. Bizim
filmimizde takım tutma yok, “Bu iyi, bu kötü” demiyoruz.
Film için, darbenin kelebek etkisini anlatıyor diyoruz… Siz nasıl
anlatırsınız bu etkiyi bir tarihçi olarak?
Bazı
bilimsel çalışmalar, darbelerin etkisinin 20 sene sonra çıktığını
söyler. Bizde son 5-10 yıldır darbeyle en azından askeriyeyle
ilgili belli şeylerin sorgulanması ve didiklenmesi tesadüf olmasa
gerek... Bazı şeylerin oturması, belli çığlıkların çıkabilmesi için
zaman gerekiyor. İnsanlar şimdi şimdi konuşmaya başlıyor.
Anne-babaların daha fazla konuşması, yaşadıklarını anlatmaları
lazım. Özellikle bizimki gibi projelerle darbenin bizim neslimiz
üzerindeki etkisi tartışılır diye düşünüyorum.
Darbenin en kuvvetli etkilerinden birinin, bir neslin
apolitize edilmesi olduğu söylenir hep…
Özellikle
babyboomer yani 1950’den sonraki nesil çocuklarını farklı
yetiştirmişler. 68 kuşağını düşünün, düşünceleri için savaşan,
belli idealleri olan bir nesil. Sonrasında 80’lerde ülke sağ/ sol
diye bölündü. Helikopter etkisi diye bir etki var, fiziksel olarak
bir helikopteri düşünün, aile helikopteri sembolize ediyor,
çocuklar da sanki onların keskin kanatları altında, tüm
yaklaşanlardan korunuyor- darbe sonrası nesil böyle bir nesil, o
yüzden çoğu apolitik, o yüzden, aileleri gibi idealleri,
koşullanmaları yok... Aileler, kendi savaşlarından uzak tutuyorlar
çocuklarını çünkü pek çok aile şunu söylüyor: “Biz savaştık da ne
oldu? Hiçbir şey değişmedi, boşu boşuna o kadar genç öldü”. Bu da
meydanlara çıkmadan kendi küçük kuyularında kaybolmuş bir nesli
beraberinde getiriyor. O yüzden de ister istemez apolitik
oluyorlar, hayat onu getiriyor. Ama coğrafyamız o kadar çalkantılı
ki, ne kadar apolitik olurlarsa olsunlar, meydanlar ister istemez
dolacak, doluyor. Bazı protestolarda, körler ve sağırlar birbirini
ağırlar gözleminde bulunuyorum çünkü artık yıllardır nükleer enerji
karşıtı yürüyüşleri, 3. köprü protestoları olsun, hep aynı
kişilerle mücadele ediyoruz. İnsanlar nefes alamayacak hale
gelince, buna bir lüks olarak bakmayınca, doğal bir tepki
büyüyecek.
Darbelerin etkisinin 20 sene sonra çıktığından bahsettiniz.
Yargılama 22 yıl sonra, Nisan 2012’de başladı, samimi mi sizce bu
süreç?
Hayır ama yine de iyi ki var. Herkes farklı bir
şey söyleyebilir ama şu veya bu nedenle en azından yüzleşmek ve
bunun kötü bir şey olduğunun sürekli hatırlatılması bence sağlıklı.
Hiç olmamış gibi davranmak çok şizofren bir toplum doğurur. Ama
hukukun içinde o kadar soru işareti var ki, bu iş bir şova mı
dönüşecek diye sormadan edemiyor insan.
Sizin nasıl bir beklentiniz var?
Kenan Evren
caddelerinin isminin değiştirilmesi ya da heykellerin kaldırılması
filan başladı ama o dönemin belli simgelerini indirmek zihniyeti
bitirmiyor. Sen bir darbeci zihniyeti yok edip kendi darbeci
zihniyetini koyuyorsan o zaman ne fark ediyor ki? Sadece üniforma
değişmiş oluyor, forma yerine lacivert takım elbise geliyor. Tarihi
hiç bilmeyen, darbe dönemine fi tarihiymiş gibi bakan çocukların
bazı şeylerin farkında olması için evet, bu tür yargılamalar etkili
olacaktır ama aynı şeylerin yapılmaması gerekiyor farklı
kostümlerle.
Babanızın mesleği nedeniyle evde darbe konuşulmuştur
muhakkak…
Tabii ki, onlar hep “Siz çok şanslısınız”
derlerdi. Evinde Nâzım Hikmet kitapları saklayan ya da babasının
bahçesine kutular içinde şiir kitapları ‘eken’ insanların
hikâyesini duyarak büyüdüm. Annem de babam da hep sol tarafta
durduğu için onların arkadaşlarının hikâyelerini de dinledim, bu
yüzden tepkiliydim olan bitene, askere karşı bir antipatiyle
büyüdüm.
Bu antipati devam ediyor mu?
Asker olsun,
polis olsun, gücünü halka karşı kullanan, halkın seçimini göz ardı
edip birer makine gibi davranan herhangi bir oluşuma karşı
antipatim devam ediyor. Bugün, askeri vesayetin bitmesinden
bahsediyoruz ve demokrasi adına buna seviniyoruz, öyle değil mi?
Ama birini yok edip yerine kendi ordularınızı geçirince, pek bir
şey değişmiş olmuyor. Üniformalar, hakiden maviye değişiyor,
insanlar yine biber gazı yiyip şaibeli şekillerde içeri
tıkılıyor…
Üniformalar hakiden maviye geçti dediniz, askeri vesayet
bitti mi sizce?
Bitti ya da bitmedi demek şu an zor
ama şu kesin ki ülkemizde askerin ehemmiyeti asla bitmeyecek. Köklü
bir organizasyon, ekonomik bir güç, jeo-politik konumlanmamızdan
dolayı askeriye her zaman aktör olmak durumunda ve tarihten gelen
belli gelenekler var. Ama dünya ve biz çok hızlı değişiyoruz, bu
değişimde asker kendini yenileyip, bir kesim için garantör, başka
bir kesim için öcü rolünden kurtulur mu, bu biraz da Ortadoğu ,
Kürt meselesi, ekonomik çıkarlara bağlı.
Yabancı arkadaşlarınızla konuştunuz mu, onlar nasıl görüyor
darbeyi?
“Bir değil, iki değil, üç değil, on senede
bir darbe olmuş. Bu toplum nasıl bir toplumdur?” diye soruyorlar.
Garipsiyorlar, “Başından bu kadar darbe geçmiş bir ülkenin
toplumunda bir tuhaflık vardır” diyorlar. Netekim, var…
Radikal