13 Ara 2010 09:55
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:52
PATRON ''BÖYLE YAZ'' DEMİŞ OLSA BİLE BUNLARI YAZARKEN İNSANIN YÜZÜ KIZARIR!
Fehmi Koru, dün kaleme aldığı köşe yazısından dolayı Ahmet Hakan'ı fena benzetti.
’Bizimki’ bakın ne yazıyor
Kendisinden ’sığıntı’ diye söz eden ben olduğuma göre yeni durumunu da ilk ben duyurmalıyım: Aydın Doğan Grubu gazetelerinde yazan, televizyonlarında program yapanların sözcüsü ’Bizimki’ oldu.
Gazete değiştirmelere karşı değilim; insan fikrini de kampını da değiştirebilir. Ancak kamp değiştirdikten kısa süre sonra ’sözcülük’ mertebesine çıkacak yetkinliğe kavuşan birine nâdiren rastlanır. ’Bizimki’ yalnızca itibarsızlaşan ’eski sözcü’nün görevini devralmakla kalmadı, bir de yeni görev üstlendi: Geldiği kesimi bir blok halinde gösterip kamuoyu nezdinde itibardan düşürmek...
Öğrenci hareketlerine can kurtaran simidi gibi yapışmış bulunuyor; bir yandan ’sözcülük konumunu pekiştirmek’ bir yandan da gerçekleri saptırmak için...
Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran öğrenci hareketlerine en sağduyulu yaklaşan haber ve yazıları Yeni Şafak’ta okudum ben. Zaman’da da, Star’da da, ne bileyim Sabah’ta da göğsümü kabartan pek çok sağlıklı ve dengeli değerlendirme çıktı.
Hürriyet’in sözcülüğüne atanan ’Bizimki’ ise herkesi ve her gazeteyi okurlarına benzeş gösterme gayretinde.
Bakın neler yazıyor: "Gazetelerini okuyorum, televizyonlarını seyrediyorum. / Midem bulanıyor. / İki tane üst üste ’Dramamine’ alıyorum, bana mısın demiyor.’Nasıl oldu da böyle oldular?’ diyorum. / ’Bunu da mı yapacaklardı?’ diyorum. ’Ben nasıl bunların içinde kalmışım?’ diyorum. Diyorum da diyorum."
Devam ediyor: "Kısacası... Vıcık vıcık bir ’sağcı dil’ var ekranlarında ve sayfalarında... Hepsi tıpkı 70’lerin Tercüman Gazetesi gibi ’Kızıl komünistlere karşı omuz omuza’ vaziyeti almış. Ortalığı öyle bir ’polis vazife ve salahiyetleri savunuculuğu’ kaplamış ki, her köşeden bir cop fırlıyor. Hepsi jöleli olmuş bir anda, hepsi kravatlı... Düzenden, intizamdan başka söz bilmiyorlar. Hepsi bir ’monşer’ edasıyla ’Hak tabii ki aranmalı ama her şeyin bir kuralı, kaidesi var’ diyor. Sanki ortada ’polis kuvvetleri’ ile ’öğrenci kuvvetleri’ diye iki silahlı güç varmış gibi, ’İyi ama öğrenciler de polise vurdular, polis ne yapsın? Tabii ki o da sinirlenip birkaç tane çakacak’ diye yorum yapıyorlar. ’Yumurta atmak’ konusunda öylesine orantısız bir dil kullanıyorlar ki, sanki ’yumurta atmak’ ile ’makineli tüfekle taramak’ arasında bir fark yokmuş gibi bir sonuç çıkıyor."
Edasını görüyorsunuz. "Gazeteleri, televizyonları" diyor, kimbilir kaç kez "Hepsi" parantezi içerisine alıyor çok renkli gazeteleri, televizyonları...
"Hepsi" diye yazdığında gazetesi okurlarının kendisini artık ’farklı’ saydıklarını düşünüyor olmalı. "Hepsi" bütünü içerisinde kendisinin de algılandığını fark etmiyor.
Peki kendisini nasıl tanımlıyor ’Bizimki’?
Şöyle: "Ne iktidar yanlısıyım, ne de iktidar karşıtı... / Ne muhalefet yanlısıyım, ne de muhalefet karşıtı... / Tek referansım var: Demokrasi... / Tek ölçüm var: Hakkaniyet... / Tek dayanağım var: Vicdan..."
’Hakkaniyet’ ve ’vicdan’ sözcükleri ile alıntıladığım ’hepsi’ ağırlıklı cümleleri birbirine taban tabana zıt; ama o bunu bile anlayabilecek durumda değil. Eskiden şimdi yazdığı gazeteyi okurken bulantıyı kessin diye ilâç alırmış, şimdi iki tane alıyormuş aynı ilâçtan... Belki de algılama sorunu o ilâçlar yüzdendir...
Artık "Biz" diye yazıp söz edebileceği bir noktaya gelmiş. ’Nirvana’ mertebesine erdiğinin göstergesi: "Biz burada iktidar düşmanlığı yapmıyoruz; ’Ülke karışsın, anarşi çıksın’ diye çırpınmıyoruz" diyor ve ekliyor: "Biz muhalefet partisi falan da değiliz. Tuzak kurmuyoruz, düşmanlık yapmıyoruz... Biz burada sadece gazetecilik yapıyoruz. Belki bazen büyüterek dozu kaçırıyoruz, bazen küçülterek... Ama sonuçta yaptığımızın adı gazeteciliktir."
Gülünesi bir iddia bu. Yalnız kendisini uzun zaman öncesinden tanıyanlar değil, yazdığı gazetenin okurları da okuyunca hayli gülmüşlerdir. Yazının sonuna yerleştirdiği dilek ve temennisiyse ancak gülme efekti eşliğinde okunabilecek gibi.
Şu noktada arka plandaki gülüşleri hissetmenizi tavsiye ederim: "Kısacası... Başbakan bize ’malum medya’ demekten vazgeçmeli... Çünkü... Bu ülkede ’Her konuda, her şart altında Başbakan’a destek medya olmak’ ile ’malum medya’ olmak arasında bir yer var... Ve işte bizim yerimiz tam da orası..."
Hadi canım sen de...
Neredeyse bütün hayatları büyük bir yanlışın peşinde geçmiş, hiçbir zaman doğruyu yakalayamamış bir ekip ’gazetecilik’ yapma iddiasını elinde tutabilir mi hiç? Dünyanın gittiği istikameti okuyamıyor, Türkiye’nin o dünya içerisindeki yerini değerlendiremiyor, hâlâ olmayacak dualara "Amin" demeye devam ediyorlar...
’Gazetecilik’ bu mudur? Patron "Böyle yaz" demiş olsa bile bunları yazarken insanın yüzü kızarır.
Biri ’Bizimki’ne şu gerçeği söylemeli: Hakkaniyet ve vicdanın bulunmadığı yerde gazetecilik de olmaz...
Taha Kıvanç/Yeni Şafak
Kendisinden ’sığıntı’ diye söz eden ben olduğuma göre yeni durumunu da ilk ben duyurmalıyım: Aydın Doğan Grubu gazetelerinde yazan, televizyonlarında program yapanların sözcüsü ’Bizimki’ oldu.
Gazete değiştirmelere karşı değilim; insan fikrini de kampını da değiştirebilir. Ancak kamp değiştirdikten kısa süre sonra ’sözcülük’ mertebesine çıkacak yetkinliğe kavuşan birine nâdiren rastlanır. ’Bizimki’ yalnızca itibarsızlaşan ’eski sözcü’nün görevini devralmakla kalmadı, bir de yeni görev üstlendi: Geldiği kesimi bir blok halinde gösterip kamuoyu nezdinde itibardan düşürmek...
Öğrenci hareketlerine can kurtaran simidi gibi yapışmış bulunuyor; bir yandan ’sözcülük konumunu pekiştirmek’ bir yandan da gerçekleri saptırmak için...
Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran öğrenci hareketlerine en sağduyulu yaklaşan haber ve yazıları Yeni Şafak’ta okudum ben. Zaman’da da, Star’da da, ne bileyim Sabah’ta da göğsümü kabartan pek çok sağlıklı ve dengeli değerlendirme çıktı.
Hürriyet’in sözcülüğüne atanan ’Bizimki’ ise herkesi ve her gazeteyi okurlarına benzeş gösterme gayretinde.
Bakın neler yazıyor: "Gazetelerini okuyorum, televizyonlarını seyrediyorum. / Midem bulanıyor. / İki tane üst üste ’Dramamine’ alıyorum, bana mısın demiyor.’Nasıl oldu da böyle oldular?’ diyorum. / ’Bunu da mı yapacaklardı?’ diyorum. ’Ben nasıl bunların içinde kalmışım?’ diyorum. Diyorum da diyorum."
Devam ediyor: "Kısacası... Vıcık vıcık bir ’sağcı dil’ var ekranlarında ve sayfalarında... Hepsi tıpkı 70’lerin Tercüman Gazetesi gibi ’Kızıl komünistlere karşı omuz omuza’ vaziyeti almış. Ortalığı öyle bir ’polis vazife ve salahiyetleri savunuculuğu’ kaplamış ki, her köşeden bir cop fırlıyor. Hepsi jöleli olmuş bir anda, hepsi kravatlı... Düzenden, intizamdan başka söz bilmiyorlar. Hepsi bir ’monşer’ edasıyla ’Hak tabii ki aranmalı ama her şeyin bir kuralı, kaidesi var’ diyor. Sanki ortada ’polis kuvvetleri’ ile ’öğrenci kuvvetleri’ diye iki silahlı güç varmış gibi, ’İyi ama öğrenciler de polise vurdular, polis ne yapsın? Tabii ki o da sinirlenip birkaç tane çakacak’ diye yorum yapıyorlar. ’Yumurta atmak’ konusunda öylesine orantısız bir dil kullanıyorlar ki, sanki ’yumurta atmak’ ile ’makineli tüfekle taramak’ arasında bir fark yokmuş gibi bir sonuç çıkıyor."
Edasını görüyorsunuz. "Gazeteleri, televizyonları" diyor, kimbilir kaç kez "Hepsi" parantezi içerisine alıyor çok renkli gazeteleri, televizyonları...
"Hepsi" diye yazdığında gazetesi okurlarının kendisini artık ’farklı’ saydıklarını düşünüyor olmalı. "Hepsi" bütünü içerisinde kendisinin de algılandığını fark etmiyor.
Peki kendisini nasıl tanımlıyor ’Bizimki’?
Şöyle: "Ne iktidar yanlısıyım, ne de iktidar karşıtı... / Ne muhalefet yanlısıyım, ne de muhalefet karşıtı... / Tek referansım var: Demokrasi... / Tek ölçüm var: Hakkaniyet... / Tek dayanağım var: Vicdan..."
’Hakkaniyet’ ve ’vicdan’ sözcükleri ile alıntıladığım ’hepsi’ ağırlıklı cümleleri birbirine taban tabana zıt; ama o bunu bile anlayabilecek durumda değil. Eskiden şimdi yazdığı gazeteyi okurken bulantıyı kessin diye ilâç alırmış, şimdi iki tane alıyormuş aynı ilâçtan... Belki de algılama sorunu o ilâçlar yüzdendir...
Artık "Biz" diye yazıp söz edebileceği bir noktaya gelmiş. ’Nirvana’ mertebesine erdiğinin göstergesi: "Biz burada iktidar düşmanlığı yapmıyoruz; ’Ülke karışsın, anarşi çıksın’ diye çırpınmıyoruz" diyor ve ekliyor: "Biz muhalefet partisi falan da değiliz. Tuzak kurmuyoruz, düşmanlık yapmıyoruz... Biz burada sadece gazetecilik yapıyoruz. Belki bazen büyüterek dozu kaçırıyoruz, bazen küçülterek... Ama sonuçta yaptığımızın adı gazeteciliktir."
Gülünesi bir iddia bu. Yalnız kendisini uzun zaman öncesinden tanıyanlar değil, yazdığı gazetenin okurları da okuyunca hayli gülmüşlerdir. Yazının sonuna yerleştirdiği dilek ve temennisiyse ancak gülme efekti eşliğinde okunabilecek gibi.
Şu noktada arka plandaki gülüşleri hissetmenizi tavsiye ederim: "Kısacası... Başbakan bize ’malum medya’ demekten vazgeçmeli... Çünkü... Bu ülkede ’Her konuda, her şart altında Başbakan’a destek medya olmak’ ile ’malum medya’ olmak arasında bir yer var... Ve işte bizim yerimiz tam da orası..."
Hadi canım sen de...
Neredeyse bütün hayatları büyük bir yanlışın peşinde geçmiş, hiçbir zaman doğruyu yakalayamamış bir ekip ’gazetecilik’ yapma iddiasını elinde tutabilir mi hiç? Dünyanın gittiği istikameti okuyamıyor, Türkiye’nin o dünya içerisindeki yerini değerlendiremiyor, hâlâ olmayacak dualara "Amin" demeye devam ediyorlar...
’Gazetecilik’ bu mudur? Patron "Böyle yaz" demiş olsa bile bunları yazarken insanın yüzü kızarır.
Biri ’Bizimki’ne şu gerçeği söylemeli: Hakkaniyet ve vicdanın bulunmadığı yerde gazetecilik de olmaz...
Taha Kıvanç/Yeni Şafak