Medya
11 Mar 2010 09:21 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:09

"PAŞALAR EŞLERİ KADAR OLAMADI!.." CAN ATAKLI GENELKURMAY'I KIZDIRACAK!..

Acaba başta Başbuğ'un eşi olmak üzere subay eşleri, kocalarının cesaret edemediği bir eylemi mi gerçekleştiriyor...

Paşalar da eşleri kadar cesur olabilirdi

Dünya Kadınlar Günü nedeniyle bir grup kadın Ankara’da Anıtkabir’i ziyaret etti. Kadınların başında Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un eşi Sevil Başbuğ ve çok sayıda subay eşi vardı.

Sevil Başbuğ ziyaretten sonra Atatürk özel defterini gözyaşlarını tutamayarak imzalarken “Bizi bu günlere sen getirdin” diyordu. Haberi izlerken düşündüm ve “Acaba başta Başbuğ’un eşi olmak üzere subay eşleri, kocalarının cesaret edemediği bir eylemi mi gerçekleştiriyor” dedim kendi kendime.

Sonra bir şey daha geldi aklıma. Yine “Acaba” dedim kendi kendime “Kocalarının yüzü olmadığı için, eşler mi bir anlamda günah çıkartıyorlar?”

Çünkü, o generaller arkadaşlarının birer birer evlerinden alınmalarına, aranmalarına, poliste hiç gereği olmadığı halde günlerce küçük bir odada tutulmalarına, savcının karşısında ifade vermek için saatlerce beklemesine ve sonunda tutuklanmalarına karşı hiç sesini çıkaramadı. Şimdi, sanıyorum bazılarınız hemen “Ama hukuk var, herkes eşit, yargıya güvenelim” gibi sözler söylüyordur bu satırları okurken. Kesinlikle katılıyorum ama ben Türkiye’nin en önemli kurumunun bu kadar hassas bir konudaki tavrından söz ediyorum. Elbette hukuk önünde herkes eşit ve konuyu yargının hassas kollarına bırakmak gerek. Ancak bütün bunların imzasız ihbar mektuplarıyla, ne oldukları bilinmeyen gizli tanıklarla, telefon ve ortam dinlenmeleriyle başlamış olması, askerin neredeyse bütün sırlarının işportaya düşmesi, aklına esen herkesin askere hakareti adeta adet haline getirmesi askerleri hiç mi rahatsız etmiyor?

Bir genelkurmay başkanının, eğer gerçekten bir darbe teşebbüsü varsa, bunu çok üst düzeyde konuşup bir kerede halledebilecek ve en ağır cezaların verilmesini sağlayacak kadar gücü ve itibarı yok mu?

Anladığım kadarıyla eşler generallerimizden daha erkek çıktı. Dünya Kadınlar Günü’ne damgalarını vurdular.

***

DSP de çok iddialı

DSP Genel Başkanı Masum Türker’le konuştum. Her ne kadar erken seçim olmayacağı yolunda beyanlar varsa da Türkiye’nin artık bir seçim ortamına girdiğini belirterek “DSP bu seçimde ne yapmayı düşünüyor?” diye sordum.

Türker sorumdan “bir ittifak arayıp aramadıklarını merak ettiğimi” anlayarak “Hemen söyleyeyim, belki sessiz ama çok hızlı gidiyoruz, kimseyle birlikte olmaya niyetimiz yok, çünkü DSP’nin yüzde 14’lere çıkabileceğini görüyoruz” dedi.

Türker “yüzde 14” deyince “Bu hiçbir araştırmada çıkmadığı gibi yakınlarına bile gelmiyor, siz nasıl buluyorsunuz bu oranı” dedim. Masum Türker “bir kere” dedi ve “Türkiye’nin her il ve ilçesinde varız. Pek çok saygın isim partiye geri döndü, sokak sokak çalışıyoruz ve halkın ilgisini görüyoruz” diye ekledi.

Ben de “Bunları her parti söylüyor, sizin bu iddianız nasıl gerçekleşecek?” diye üsteleyince Türker cevapladı:

“1999’da yüzde 22 oy aldık. Ama bir seçim sonrası yüzde 2’ye indik. Oyların büyük bölümü AKP’ye gitti. Şimdi AKP’ye giden oylar pişmanlık duyuyor, bunların çoğunun bize döneceğini görüyoruz. Çünkü kimsenin haberi yok belki ama gençlik kollarımız, kadın kollarımız faaliyete geçti ve çok çalışıyorlar, tabandan aldığımız bilgi de bu yönde.”

***

Kızsam ırkçı diyecekler

Sevan Nişanyan, Ermeni asıllı bir Türk vatandaşı. Tabii Türk vatandaşı tanımından çok rahatsız olduğunu tahmin ediyorum, tercihi Türkiye vatandaşı tanımının kullanılmasından yanadır. Olabilir, kendi düşüncesi böyledir. Şimdi bu kişi Zülfü Livaneli’nin Veda filmi üzerine görüşlerinin sorulması üzerine aynen şu cevabı veriyor: “Zülfü Bey’in yaptığı çağını kapatmış, yalan ve efsaneyle örülmüş bir hikâyeyi canlandırma çabasından ibarettir. Elbette yönetmen bir hikâyeyi istediği gibi yorumlayabilir ama Livaneli’nin yaptığı akıntıya kürek çekmekten ibarettir, haybeye bir uğraştır.” (Star Gazetesi, 9 Mart 2010.)

Bu kişinin “yalan ve efsaneyle örülmüş hikâye” dediği Atatürk’ün yaşam öyküsü. Şu işe bakın ki bir Ermeni vatandaş Atatürk’e, Cumhuriyet’e, kuruluş ilkelerine her fırsatta saldıracak ama örneğin ben çıkıp da “Git işine be” dersem “Vay ırkçı” diye üzerime saldıracaklar. Hiçbir şeye yanmıyorum ama hain eller tarafından katledilen Hrant Dink için neredeyse tüm ülke tek vücut olmuşken, bu adamın çıkıp da Atatürk’e, kurduğu Cumhuriyet’e, bu ülkenin temiz kalpli insanına bu kadar aşağılayıcı biçimde saldırmasına, üstelik buna da demokrasi, fikir özgürlüğü denmesine çok yanıyorum.

***

İslamiyet’e hizmet

Başbakan Erdoğan’a, Suudi Arabistan’ın Nobel’i denilen “Kral Faysal ödülü” verildi. Ödül el yazması sertifika, 24 ayar değerinde hatıra madalyası, 200 gram altın madalyon ve 200 bin dolar paradan oluşuyor. Yanılmıyorsam Erdoğan 200 bin doları hayır işleri için harcayacak, diğerlerini ise hatıra olarak saklayacak. Ödülün verilme gerekçesi ise “Erdoğan’ın İslamiyet’e yaptığı hizmet” olarak açıklandı.

Merakım şu: Erdoğan bu kadar önemli bir ödülü alacak kadar İslamiyet’e ne hizmet yaptı? Gerçi ödül töreni konuşmalarında Orta Doğu barışı için sürdürülen çabalar vurgulandı ama bunların direkt İslamiyet’e hizmet ile ilgisi pek yok. Biz Erdoğan’ı Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olarak biliyoruz, demek ki Suudi Arabistan’dan bakınca aynı Erdoğan “İslam’a hizmet eden bir lider” olarak görünüyormuş. Ya da Türkiye’nin hızla dönüştürüldüğünün Suudi Arabistan’dan gelen mesajıdır bu belki de.

***

Turizm Bakanı’na göre ideolojik dönemler bitmiş ve yaşayan tek “izm” turizm olacakmış. Haklı, zira artık Kemalizm’e turist gibi bakıyoruz! (Gani Yıldız)

Can Ataklı/Vatan