PANA FİLM'DEN YENİ BİR DİZİ! KOMİK MAHALLE DESTANI!
İzlerken tiryakilik yaratan televizyon dizileri listemize hüznüyle, neşesiyle ve bütün fırlamalığıyla yeni bir dizi daha ekleniyor.
Aktüel, bu sayısında Kadir Çöpdemir ve Hasan Kaçan’ı sıkıştırıp röportajlayan dergi “komik bir mahalle destanı” anlatıyor.
İzlerken tiryakilik yaratan televizyon dizileri listemize hüznüyle, neşesiyle ve bütün fırlamalığıyla yeni bir dizi daha ekleniyor. Hasan Kaçan ve Kadir Çöpdemir’in iki berber ortağını canlandırdığı “Halil İbrahim Sofrası” efsane dizi “Ekmek Teknesi” gibi komik bir mahalle destanı. Merakla beklenen dizinin oyuncuları Hasan Kaçan ve Kadir Çöpdemir, Aktüel Dergisi’ne hem dizinin hikâyesini hem de eski mahalle hikâyelerini anlattı.
Önümüzdeki günlerde TRT1 ekranlarında “Halil İbrahim Sofrası” adlı sıcacık bir mahalle dizisi başlayacak. Altı yıl önce efsane olan televizyon dizisi “Ekmek Teknesi”nin oyuncu, senarist ve yapımcı kadrosunun gerçekleştirdiği dizi bir kez daha memleketi gülmekten kırıp geçirmeye hazırlanıyor. Yapımcılığını Pana Film’in, yönetmenliğini Ahmet Katıksız’ın yaptığı “Halil İbrahim Sofrası”nın başrollerini ünlü mizah ustası Hasan Kaçan, Kadir Çöpdemir, Seray Gözler Yeniay, Ayçe Abana ve Ahmet Yenilmez paylaşıyor. Mahalle dizisi sever televizyon izleyicisi, Hasan Kaçan ve Kadir Çöpdemir’i bu sefer Ali ve Nuri adında iki ortak berber olarak izleyecekler.
• Yeni bir mahalle dizisiyle yeniden izleyicinin karşısına çıkıyorsunuz. Mahalle dizilerinde yer almaktan zevk alıyor musunuz?
Kadir Çöpdemir: İnsanların artık uzağındayken bir yandan da duyduğu ve dinlediği şeyler olması hasebiyle ilgisini çekiyor diye düşünüyorum mahalle ortamının, atmosferinin, ilişkilerin. Ben 43 yaşındayım ve mahallede büyüdüm. Mahalledeki abla, abi, amca, teyze, efendime söyleyeyim esnaf gibi unsurları yaşayarak ve hepsinin bir işlevi olduğunu bilerek, hepsiyle bir şekilde iletişimde bulunarak ve bütün bunlardan da tat alarak büyüdüm. Bu yüzden mahalle işleri çok içimi, gönlümü açıyor. Ekmek Teknesi de öyleydi, okuduğumda şu anki projemiz de öyle. İnsanın içini açıyor çünkü biz o kaynaktan geliyoruz.
• Eskiden bir mahalle dizisi izlerken sedece gülüp eğleniyorduk. Sonra özlememize neden oldu. Şimdi artık bilmeyene de öğretmeye başlıyor.
K.Ç.: Tabii aslında bir de böyle bir durum var. Bu kaçmış bir tren, artık mahallelerin olması mümkün değil. O diyalogların o insani ilişkilerin ve resimlerin de oluşması mümkün değil. Bence artık o tren kaçtı, o devir kapandı. Ama en azından görsel dünyada o çağrışımı yaratabilmek o atmosferi verebilmek de önemli diye düşünüyorum.
• Siz hangi mahallede büyüdünüz?
K.Ç.: Ben Eskişehir’de büyüdüm. Beş sokaktan oluşan genellikle şeker fabrikası çalışanlarının, emeklilerinin oturduğu tek katlı bahçeli evlerin olduğu Şekerevler Mahallesi’nde...
• Dizide bir berberi canlandırırken mutlaka mahallenizden bir kahraman geliyordur aklınıza.
K.Ç.: Çok… Bak bir şey söyleyeyim ben 1983 yılında girdim üniversiteye. Çocukluğum Eskişehir’de geçti. Yaşıyorsa Allah uzun ömür versin, rahmetli olduysa Allah rahmet eylesin,
bizim mahallede Kaptan Berber vardı. Babam elimden tutup beni ona ilk götürdüğünde hayal meyal hatırlıyorum, koltuklarına çocuklar için bir tahta koyarlardı, ben öyle başladım. Düşün, üniversiteyi kazandım, İstanbul’a geldim, abartmıyorum neredeyse üniversite bitene kadar İstanbul’da tıraş olmadım, Eskişehir’e gittikçe Kaptan Berber’e tıraş oldum. Çünkü o berber bence, Hasan Abi daha iyi bilir, o anlatır şimdi, berber sadece eliyle tıraş etmez, diliyle de tıraş eder. Bir muhabbet erbabıdır, onun muhabbetine varsıl olduktan sonra artık bırakamazsın. Kaptan Abi, kulakları çınlasın inşallah yaşıyordur, öyle muhabbetli bir adamdır ki bırakamadım adamı. Yine Hasan Abi daha iyi bilecek de, berberlerin de acayip formatları vardır. Ooo bak berberlerin şahı da geldi. Hasan Abi, diyorum ki “berber sırf eliyle değil diliyle de tıraş eder” değil mi?
Hasan Kaçan: Onu ikimiz yapacağız.
K.Ç.: Yok abi normal hayatta diyorum.
H.K.: Hee… Bizim Halil İbrahim Sofrası’nda diliyle tıraş eden Nuri. Çünkü bunların ikisi bir vücut gibi aslında, yıllarca hiç birbirlerinden ayrılmamış… Ali ve Nuri iki ortak.
BERBER BABANIN HASAN KAÇAN’A NASİHATI
• Sizin babanız da bir berberdi. Berber önlüğünü giyince kendinizi nasıl hissettiniz?
H.K: Çok enteresan bir şey söyleyeyim sana. Geçen gün dizi için fragman çekilirken, berber kıyafeti giydim saçları geri taradım. Zaten bembeyaz olmuş saçlar... Aynaya bir baktım, Berber Ali… Ulan dedim babama ne çok benziyorum ya. E tabii ki benzeyeceksin, gelmişsin 52 yaşına, o yaştaki berber Ali’ye benziyorum. Ve şunu hatırladım; yıllar önce ben karikatür çiziyorum, bir taraftan akademiye gidiyorum, bir taraftan da kaleci olmaya çalışıyorum… Üç hedefim var ve hedefe doğru yürüyorum. Bir gün babam dedi ki “şu makası elinden bırakma”, “şu tıraş etmeyi unutma”... Çünkü küçükken babam bana sakal tıraşı yapmayı öğretti, dedi ki “Saç tıraşını da öğren”… “Baba” dedim, “Ben akademiye gidiyorum, karikatürcü oldum”... Dedi ki “Bak bu meslek altın bileziktir, bir gün işine yarar. Şu meslek senin cebinde bulunsun da”… Sonra bir döndüm baktım evet, bugün berberlik yapıyorum. Aklıma gelince tüylerim diken diken oldu. Demek ki rahmetli pederin bize “bir gün senin işine yarar, lazım olur” dediği şey bak bugün geldi Halil İbrahim
Sofrası’nda bizi buldu.
• Dizinin adı neden “Halil İbrahim Sofrası” oldu?
H.K.: Nedeni de şu; Ali’nin babasının Halil, Nuri’nin babasının ismi de İbrahim. Halil ve İbrahim ustalar, çocuklarının da berber olmasını istemişler, onların da ortak olmasından büyük keyif almışlar. Halil Usta’yla İbrahim Usta mirası bunlara bırakmış. Ama aralarında çatlaklar baş gösterecek. Bir de cuma namazına giden esnaf döndüğünde ya aç kalır, ya bir şey varsa nefsini körletir, ya da işi gücü bırakıp lokantaya gidip bir iki saatini harcamak zorunda kalır. Bizim Dolapdere’de pratik bir şey bulmuşlar, mahallede millet Cuma’ya gittiğinde hemen pazar tezgâhlarından bir masa kuruluyor. Üzerine gazeteler seriliyor. Allah ne verdiyse kalfalar, çıraklar, yengeler, bacılar, kızlar çoluk çocuk sofrayı hazırlıyor. Birdenbire insanlar hazır sofraya geliyorlar. Ama ille de Cuma’ya giden değil. Giden gitmeyen, yoldan geçen geçmeyen herkesin nasiplendiği bir Halil İbrahim Sofrası vardı. Biraz oradan aklımızda kalmış. O yüzden adını Halil İbrahim Sofrası koyduk. Biz o geleneği devam ettiriyoruz.
• Nasıl bir hikâye izleyeceğiz?
H.K.: Şimdi öyle bir şey olacak ki; Ali’yle Nuri’nin aralarındaki çatlaktan dolayı belki de Halil İbrahim Sofrası da sallanmaya başlayacak. Onun sallanması demek aslında mahallenin sallanması demek. Dolayısıyla oradaki drama da matraklığa da didişmeye de bütün aile gibi mahalle de katılacak. Hem hüznünü yaşayacağız, hem keyfini çıkartacağız, hem de bol bol güleceğiz.
"ERKEKTE ÖZELLİK KADINDA GÜZELLİK"
• Ali’ye göre Nuri nasıl biri?
H.K.: Gerçek bir hayat adamı, yaşamayı seven, yemeyi içmeyi seven, güzele bakmayı seven… Kendine göre bir felsefesi var. Hayatla ilgili bir sözü de var: “Erkekte özellik kadında güzellik” diyor. Hayat felsefesi de bu. Berber Ali ise Allah ne verdiyse geçinen, hesabını bilmeyen biri. Bu ayrılıkta biri kusurlu biri kusursuz; biri üçkâğıt yaptı biri yapmadı gibi değil aslında. Sonradan bakıyoruz ki Nuri’nin bir bakış açısı var, Ali’nin bir bakış açısı var. Şimdi Ali diyor ki “Nuri beni kazıkladı, benden habersiz iş çevirdi”... Ama Nuri’ye sorarsanız “Ali bu işlerden hiç anlamaz, parayı pulu bilmez, cebine demeti koysanız bankaya gidene kadar üç beş kişiye dağıtır, zaten para mara kalmaz”... Dolayısıyla “ben ona iyilik yaptım” düşüncesinde. Buradan başlayıp birbirini takip eden hadiseler silsilesi meraklandıra meraklandıra devam edecek.
• Dizinin mutfağında hangi isimler var?
H.K.: İyi bir senaryo grubumuz var, benim işim proje tasarım. Ama bunun altını çok iyi oluşturan çok iyi bir ekip var. Senaryo danışma grubunda başta Raci Şaşmaz olmak üzere Bahadır Özdener ve Cüneyt Aysan var. Bir de senaryoyu vücuda getiren arkadaşlarımız var. Ali Demirel, Emre Özdur ve Volkan Sümbül… Bunlar hikâyeyi vücuda getiriyor, biz de toplanıp o hikâyeyi nostalji süzgecinden geçiriyoruz.
• Fragmanda Ali ve Nuri haricinde berber dükkânına çay yerine suyla gelen bir tipleme daha var. O mahallede kime tekabül ediyor?
H.K.: Ahmet Yenilmez, “Kömür Baba” diye bir karakteri oynuyor. O da bizim mahallenin meczubu, senin dediğin işte o. Öfkeli, matrak bir adam ama ne olduğunu bilmiyoruz, garip bir şey. Öğreten adam, mahallenin dini büyüğü gibi ama öyle bir şey yok. Ahmet Yenilmez de çok iyi bir oyuncu. Geçen gün Sinop’a gitmiş mesela, orada bir adamla karşılaşmış… Haydaa, onunla da bir sürü şey paylaşıyoruz. Nasıl hatıralarımızı insanlara anlatıyorsak bir de birbirimizin başından geçenleri de kendi kendimizle paylaşıyoruz aslında, o sofra ortaklaşa kuruluyor.
K.Ç.: Bazı durumlar vardır hayatta, sen çok güzel bir yerdesindir. Dünya şehrinde keyfin tıkırındadır, tatildesindir. Ulan bir noktaya gelirsin ki; şurada demli bir çay olacaktı dersin. Her şey var ama sen çayı özlersin. Bizim bu dizi de insanı çok rahatlatan, ferahlatan, aslında çok karmaşık olmayan bir dizi. Entrika yok, atlamalı, zıplamalı, uçmalı, kaçmalı bir şey değil.
• İnsan dizideki dükkânın önünü, masayı, üzerindeki tavlayı görünce, çalıştığı işe ara verip biraz öyle bir yerde olmak istiyor.
K.Ç.: İstemez mi, o mekân, sıcak bir havada esen yel gibi gelir insana. Bu röportajı okuyan insan için söylüyorum, baksınlar diziye o yeli hissedecekler. Bak 40 derece olacakmış İstanbul. O 40 derecede, yüzde 80 nemde böyle bir yel etkisi yapacağız.
H.K.: Şöyle diyelim biz ona; biz mutfaktan güzel kokuların geldiğini duyduk. Güzel bir şeyler geliyor burnumuza. Genelde de mutfaktan güzel kokular geliyorsa masaya da güzel yemek gelir. Biz kokuyu aldık, hoşumuza da gitti.
Röportaj: Emre Ünsallı