Özlem Gürses sansürletmeden bu yazımı okuyun!
Özlem Gürses sansürletmeden bu yazımı okuyun!
Sevgili Keskin Kalem yoldaşları, sırdaşları…
Bazen çok huysuz, aksi ve gıcık olabiliyorum.
Aslında yaşın getirdiği tahammülsüzlük dışında, çekilmez bir insan olduğumu düşünmüyorum.
Ama geçen günlerde yaşanan bir olay, burada yazdıklarımın, gerçeklerin, bazıları için ne kadar çekilmez olduğunu bir kez daha gösterdi.
Medyada kulis yazmak zor iştir.
Genelde iftiraya tevessül edilir.
Ben bu pisliğe bulaşmadan, gerçekleri, kendi yorumumu katarak aktarmaya çalışıyorum.
Ama gerçekler malum, rahatsız edici.
Geçen haftalarda Özlem Gürses hakkında bir yazı yazdım.
Gülnaz Şırınga skandalının üzerine.
Çoook eskilerden verdiği bir röportajın üzerine kurdum yazımı.
Yani Sayın Gürses’in kendi ifadelerini temel aldım.
Gazetecilik demeyeyim de, ekran serüvenini anlattım.
Yazımın ana teması da ‘hak etmeden bir yerlere gelirsen, gazetecilik refleksin olmazsa, tabii Gülnaz Şırınga gibi bir skandala imza atarsın’ oldu.
Özlem Hanım yazıma alınmış belli ki, sansür yolunu tercih etmiş.
Gitmiş mahkemeye, ‘kişilik haklarıma saldırı var' diyerek tak diye başvuruda bulunmuş, şak diye haberi kaldırma kararını aldırmış.
Yüce Türk adaleti karşısında boynumuz kıldan ince.
Ama söylemeden edemeyeceğim:
Eskiden verdiğiniz o röportajı da kaldırtın bence.
Hem alınmanıza da gerek yok.
Türkiye basınında yalan haber yaparak terfi eden az sayıda isimden biri oldunuz.
Gülnaz Şırınga skandalının üzerine Halk TV’de haftasonu ana haber sunmaya başladınız.
İBB’den aldığınız destek de arttı.
Devir böyle, gazetecilik kimsenin umurunda değil…
Ama asıl dikkat çekici olan şu:
Gazeteciliğin kitabını yazdığını iddia eden, pek çok kişi Sayın Gürses’in programlarına çıkıyor.
Her gün yalan haberden, troll gazetecilikten şikayet eden,
sansürcü zihniyetle mücadele ettiğini iddia eden,
kendini ülkenin biricik gazetecileri sayan bu isimler, Halk TV ekranına çıkarken ne düşünüyor?
Yalan ama bizim mahallenin yalanı mı diyor?
Neden sessizler?
Ben anlamadım, anlayan beri gelsin.
Demirören çalışanlarının zam bekleyişi
Can okurlarım. Malum kendimce bir çabam var.
Emekçinin sesi olmak…
Medyada hep ‘ben çektim herkes çeksin’ kuralı işler.
Bense ‘ben çektim başkaları çekmesin’ diyorum.
Malum zamlar aldı başını yürüdü.
Maaşlar kuş gibi kaldı.
Medya emekçilerinin en büyük umudu yıllık zamlardı.
Bazı medya grupları yaptı, iyi de ettiler.
Yangına bir bardak suyla koşmak gibi ama hiç yoktan iyidir.
Demirören medya çalışanlarının gözü de yıllık zamda.
Şubat ayının sonuna gelindi hala ufukta zam görünmüyor.
Haliyle emekçinin gözü banka hesaplarında.
Bu yıl yoksa zam olmayacak mı diye kara kara düşünmekte…
'Zaten evden çalışıyoruz, şirkete masrafımız azaldı.Servis, yemek gideri azaldı.’ diyorlar.
Ha bir de ekliyorlar, geç de olsa internet faturaları ödenmeye başlanmış.
Bu yerinde.
Ama yine de dertleri büyük, ben de dillendireyim dedim.
Umarım Demirören yönetimi, emekçiyi yolda bırakmaz.
Sokak ağzıyla köşe yazılır mı Sevilay Hanım?
Sevgili yoldaşlar, malum köşe yazarlığı bizim medyanın en arzulanan işlerinden biridir.
Eskiden çok da prestijli bir işti.
Bazı köşeler vardı ki Türkiye’de siyasete, düşünce dünyasına yön verirdi.
Ama şimdi öyle mi?
Kahvehane sohbetlerinden hallice, ya da PR şirketlerine teslim olmuş köşeler sarmış dört bir yanı.
Diyeceksiniz ki, nereden aklına geldi şimdi bu bre deli Keskin.
Geçen gün bir arkadaşım, merkez medyamızın en önemli yayın kuruluşlarından birinden bir köşeyi attı bana.
‘Allah aşkına şu üsluba bak’ diyerek de bir not düşmüş.
Açtım baktım, yazık bu ülkenin gazeteciliğine dedim.
Habertürk yazarı Sevilay Yılman’dan bahsediyorum.
Yılman’ın televizyonda, ya da sosyal medya paylaşımlarındaki hali tavrı malum.
Yeaaaaa, yaaaaaa, bacımmm, kardeşimmmm, haksız mıyım gibi kahvehane sohbeti tavrı biliniyor.
Fakat bunu yazılı mecraya, köşeye taşımak nedir?
Köşe yazarlığı çok ciddi bir iştir ve bu ciddi iş ehil olmayanların elinde bir paçavraya dönüşmektedir.
Üslubu geçtim, deprem gibi bir konuda kaleme aldığı köşesinin çıkış noktası ne bilimsel bir araştırma, ne bir resmi açıklama…
Bilin bakalım ne?
Arkadaşının baktırdığı fal!
Üstelik deprem ölçümünde büyüklükle şiddet arasındaki farkı bilmeyen Yılman, faldan bilimsel ahkam kesmeye hızlı bir geçiş yapmış.
Şu üslubu, konuya girişi, hali, tavrı siz dostlarımın takdirine sunuyorum:
‘Bu köşeyi okuyanlar astrolojiye merakımı iyi bilir.
Arkadaşlarım da öyle.
O nedenle de bu konu ile alakalı yeni keşiflerinde, yeni bir şey duyduklarında, öğrendiklerinde filan mutlaka beni de haberdar ederler.
Bir arkadaşım kamuoyunda adı sanı pek duyulmamış bir astroloji uzmanından danışmanlık almış.
Korku ve telaşla aradı.
Efendim o astrolog demiş ki; ”Yazın bir kenara…Gezegenlerin söylediğine göre önümüzdeki yıllarda İstanbul’da çok büyük bir deprem yaşanacak. 6.8 şiddeti civarında olacağını tahmin ediyorum…
….“Pes” dedim bu haberi okuyunca.
Hakikaten de; “Pes!”
Samimiyetle söylüyorum…’
Sevilay Hanım’ın üslubuyla söyleyeyim:
Ben de pes diyorum!
Bu köşeleri açanlara, bu kadar prestijli bir işi ayaklara düşürenlere, gazeteleri kahvehanelere çevirenlere…
Pes ki ne pes…
Sayın Yılman’ın alamet-i farikası nedir diye soran çok oluyor.
Ben biliyorum.
Daha önce de çok yazdım.
Patronlarını da buradan uyardım.
Sanırım işkembe-i kübra’dan attığımı düşünüyorlar ki, devam ediyorlar.
Başlarına gelince anlarlar.
Sevilay hanımın yazı tarzıyla yazalım da kayda geçsin
"Caart cart cart" diye konu yarılınca anlarsınız...
Hadi biraz Sevilay tavrı ile "biraz daha ipucu verim mi YEĞEN?.”
Yaniiiiiii
Bu yazıdaki tavrın medya “borsa" değeri pek bir fazla.. Ama bildiğiniz borsa değil.
Siz bilirsiniz artık...
Anlayan anladı...
Anlaşılmazsa biraz daha açık yazarım.
Benden bu kadar.. Sağlıcakla kalın!
KESKİN KALEM