28 Haz 2012 08:59
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:51
ÖZKÖK'TEN GÜLEN'E YANIT; ''KUSURA BAKMAYIN HOCAM İKNA OLMADIM''
"Ağlayan Genelkurmay Başkanı yazımıza en güçlü itiraz, okyanus ötesinden geldi."
Kusura bakmayın Hocam ikna olmadım
TAHMİN etmeliydim.
Gazetecilik tecrübem bana, ilk güçlü itirazın, kendisi de çok ağlayan birinden geleceğini söylemeliydi.
Demek ki reflekslerimiz yavaşlamış.
* * *
Ağlayan Genelkurmay Başkanı yazımıza en güçlü itiraz, okyanus ötesinden geldi.
Fethullah Gülen Hoca, adresinin ben olduğumu çok güçlü biçimde hissettirerek, sesleniyor:
Diyor ki:
“A be birader sen annen baban öldüğünde ağlamadın mı?”
Adresin “sen” olduğunu nereden çıkardın diye sorarsanız, çok açık:
İmzasından.
Ben yazımda “Kardeşim” diye, İzmir Kahramanlar’dan yazıyorum.
O, “Birader” diye hitap ederek, aynı şehrin Karabağlar’ından sesleniyor.
Devam ediyor:
“Birader bir insan kalbinin gereği olan, kalbinin gereğini solukluyorken niye onu tan u teşnide tabi tutuyorsun, neden yadırgıyorsun onu.”
Bu sesleniş, alelade bir köşeden gelseydi; sinek vızıltısı muamelesi yapıp yolumuza devam edebileceğimiz bir gaipten gelseydi...
Diyoruz ya, yürür geçerdik.
Ama o seslenişin sahibi, Fethullah Hoca gibi saygı duyduğumuz bir şahsiyet.
O nedenle görmezden gelmeyi terbiyesizlik addederiz.
Adını “polemik” gibi, ne onun ne de kendimizin şahsına layık göremeyeceğimiz bir kelime ile ifade etmeden...
Nefsimizi Hoca’ya olan saygımıza amade kılarak, kalbimizin gereğini solukladığımızı ifade etmeyi bir mecburiyet kabul ederiz.
* * *
Diyeceğimiz elbette şundan ibarettir:
- “Hocam annem hayatta, beş vakit namazında iyi bir mümindir. Babam rahmetli olduğunda ağladım. Çok ağladım. Hâlâ da ağlarım.”
- “Siz de ağlıyorsunuz. Bakarsınız, Allah hangimize önce Hak yolunu emrederse, geride kalanımız öteki için de birkaç damla gözyaşı dökebilir. En azından ben bunu yaparım.”
Ben ağlayayım, siz ağlayın...
Genelkurmay Başkanımız da ağlasın.
Ama kameraların önünde değil.
Neden mi...
Bu ülkeden her gün şehit cenazesi kalkıyor.
Peki öyleyse komutan ne yapacak?
Her gün genç bir musalla taşının, taze bir mezarın önünde, başını öne eğecek, gözyaşı mı dökecek?
Yoksa, birine bahşettiği gözyaşlarını, ötekinden esirgeyecek mi...
* * *
Hocam...
Komutanlar ağlamaz mı?
Ağlar elbet...
Ama onu, gözyaşından önce başka bir nöbet bekler:
Onun adı, “gözyaşını durdurmak”tır.
Unutmayın ki, cenaze başındaki bir komutanın gözyaşları, kimine, sadece insani duyguları anlatır; kimine de bir devletin derin çaresizliğini...
Biri bağrımızı yakar, öteki moralimizi yıkar...
* * *
O yüzden diyorum ki, şehit töreni başındaki komutandan beklediğimiz hal ve tavır fotoğrafı şudur:
Gizli gözyaşı, aleni metanet ve duruş...
Hocam, size saygım büyüktür...
Ama ne sizin gözyaşlarınız ve kalbinizin soluklanması...
Ne de sevgili ve rahmetli babamın cenazesi başındaki kendi gözyaşlarım, sel olup, bu inancı alıp götüremez.
* * *
Yine de yazımın, Türk ordusu ile aranızda bir muhabbet bağının kurulmasına vesile olmasına bütün kalbim ve samimiyetimle sevindim.
Demek ki gözyaşları ortak hissiyatı anlatan bir gönül nehrine dönüşmüş...
Ertuğrul ÖZKÖK / HÜRRİYET
TAHMİN etmeliydim.
Gazetecilik tecrübem bana, ilk güçlü itirazın, kendisi de çok ağlayan birinden geleceğini söylemeliydi.
Demek ki reflekslerimiz yavaşlamış.
* * *
Ağlayan Genelkurmay Başkanı yazımıza en güçlü itiraz, okyanus ötesinden geldi.
Fethullah Gülen Hoca, adresinin ben olduğumu çok güçlü biçimde hissettirerek, sesleniyor:
Diyor ki:
“A be birader sen annen baban öldüğünde ağlamadın mı?”
Adresin “sen” olduğunu nereden çıkardın diye sorarsanız, çok açık:
İmzasından.
Ben yazımda “Kardeşim” diye, İzmir Kahramanlar’dan yazıyorum.
O, “Birader” diye hitap ederek, aynı şehrin Karabağlar’ından sesleniyor.
Devam ediyor:
“Birader bir insan kalbinin gereği olan, kalbinin gereğini solukluyorken niye onu tan u teşnide tabi tutuyorsun, neden yadırgıyorsun onu.”
Bu sesleniş, alelade bir köşeden gelseydi; sinek vızıltısı muamelesi yapıp yolumuza devam edebileceğimiz bir gaipten gelseydi...
Diyoruz ya, yürür geçerdik.
Ama o seslenişin sahibi, Fethullah Hoca gibi saygı duyduğumuz bir şahsiyet.
O nedenle görmezden gelmeyi terbiyesizlik addederiz.
Adını “polemik” gibi, ne onun ne de kendimizin şahsına layık göremeyeceğimiz bir kelime ile ifade etmeden...
Nefsimizi Hoca’ya olan saygımıza amade kılarak, kalbimizin gereğini solukladığımızı ifade etmeyi bir mecburiyet kabul ederiz.
* * *
Diyeceğimiz elbette şundan ibarettir:
- “Hocam annem hayatta, beş vakit namazında iyi bir mümindir. Babam rahmetli olduğunda ağladım. Çok ağladım. Hâlâ da ağlarım.”
- “Siz de ağlıyorsunuz. Bakarsınız, Allah hangimize önce Hak yolunu emrederse, geride kalanımız öteki için de birkaç damla gözyaşı dökebilir. En azından ben bunu yaparım.”
Ben ağlayayım, siz ağlayın...
Genelkurmay Başkanımız da ağlasın.
Ama kameraların önünde değil.
Neden mi...
Bu ülkeden her gün şehit cenazesi kalkıyor.
Peki öyleyse komutan ne yapacak?
Her gün genç bir musalla taşının, taze bir mezarın önünde, başını öne eğecek, gözyaşı mı dökecek?
Yoksa, birine bahşettiği gözyaşlarını, ötekinden esirgeyecek mi...
* * *
Hocam...
Komutanlar ağlamaz mı?
Ağlar elbet...
Ama onu, gözyaşından önce başka bir nöbet bekler:
Onun adı, “gözyaşını durdurmak”tır.
Unutmayın ki, cenaze başındaki bir komutanın gözyaşları, kimine, sadece insani duyguları anlatır; kimine de bir devletin derin çaresizliğini...
Biri bağrımızı yakar, öteki moralimizi yıkar...
* * *
O yüzden diyorum ki, şehit töreni başındaki komutandan beklediğimiz hal ve tavır fotoğrafı şudur:
Gizli gözyaşı, aleni metanet ve duruş...
Hocam, size saygım büyüktür...
Ama ne sizin gözyaşlarınız ve kalbinizin soluklanması...
Ne de sevgili ve rahmetli babamın cenazesi başındaki kendi gözyaşlarım, sel olup, bu inancı alıp götüremez.
* * *
Yine de yazımın, Türk ordusu ile aranızda bir muhabbet bağının kurulmasına vesile olmasına bütün kalbim ve samimiyetimle sevindim.
Demek ki gözyaşları ortak hissiyatı anlatan bir gönül nehrine dönüşmüş...
Ertuğrul ÖZKÖK / HÜRRİYET
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|