"OYSA NE HAYALLERLE GİTMİŞTİM İRAN'A!" BİR GÖZALTI HİKAYESİ!
Gazete Habertürk yazarı Güntay Şimşek, İran'da neden gözaltına alındığını ve o anlarda neler yaşadığını yazdı..
Her şeyin bir ilki olur misali, ben de yurtdışında ilk gözaltını tatmış oldum. Ancak sebepsiz, gereksiz ve anlamı olmayan bir hadise yaşadım. Halbuki İran seyahatine ne hayallerle çıkmış, İran devletinin davetlisi olarak gideceğim için de bu tarz sorunlar yaşayacağımı aklımın ucundan dahi geçirmemiştim. Ama İran’ın bizim buradan gördüğümüz gibi bir ülke olmadığını da basit bir olay yaşayarak daha iyi anlamış oldum. Bu birincisi…
Diğer taraftan İran’a gitmeden önce İran İstanbul Başkonsolosu ile tanışıp, gezimiz hakkında bilgilendirildik. Konsolosun, ülkesinin tanıtımı için yapacağımız ziyaretin önemine vurgu yapması sebebiyle de gönül rahatlığıyla yola koyuldum. İran’da karşılaştığım manzaradan anladım ki, tek İran yok. Devrim sonrası İran’ın geleceği üzerine kafa yoran üç ana gurubun ortaya çıkmış olması da bu tarz hadiselerin ana sebebi…
İran’da sürekli bir rekabet var. İslam ideolojisi, milli çıkarlar ve hizipçi politikalar birbiriyle yarışıyor. Ray Takeyh, İran üzerine kaleme aldığı kitabında bu tabloyu çok iyi ortaya koyuyor. Ray Takeyh’ten söz açmışken onun kitabı yüzünden de havalimanı güvenlik kontrolünde ecel terleri döktüğümü hatırlatmış olayım. Bir gözaltı olayı yaşayınca güvenlik kontrollerinde mecburen tedirgin oldum.
Elimde Türkçe bir kitap ve kapağında kocaman İran yazısı olunca, polisler dikkatini iki kat daha artırıyor. Kitabı çantaya koyunca sorun çıkmıyor. Şimdi bu işin mantığı var mı?
Gözaltı olayına gelince…
Türkiye’den 5 gazeteci yola çıktık. Ben ve kameramanım dışındaki diğer 3 arkadaş yazılı basın mensubuydu. Dolayısıyla kamerayla gitmenin de iki kat daha zor bir iş olduğunu gördüm. Yanımıza bir rehber ve eline devletin davetlisi olduğumuza dair bir yazı verilmesine rağmen birçok yerde çekim yapamadık.
Planlanan seyahatimiz, Tahran, İsfahan ve Şiraz’ı kapsıyordu. Gezimiz, İran’ı farklı açıdan gözlem yapmamıza fırsat verecek şekilde dizayn edilmiş olduğundan yanıma fotoğraf çekmek için Nikon 700 model, büyük bir profesyonel makine aldım. Nerden bilebilirdim ki, objektifinin büyüklüğü de sorun olacak?
Birinci gün Tahran’ı dolaşıp, gezimiz hakkında İran Turizm Direktörlüğü tarafından bilgilendirildik. Hatta burada oldukça iyi ağırlandık. İkinci gün öğleden sonra ise İsfahan’a geçmek üzere iç hatlar için tahsis edilmiş Mehrabad Havalimanı’na geçtik. Havalimanlarının düzenli, temiz, ferah hali dikkatimi çekti. Rehberimize fotoğraf çekmek istediğimi belirttim, sorun olmayacağını söyledi. Ben de etraftan görüntü almaya başladım. Kameramanın da bir şeyler çekmesi gerektiğini söyledim, ancak onun için izin çıkmadı. Dolayısıyla çekim yapamadık.
Derken uçuş saatimiz geldi. Uçağa binmek üzere aprona çıktık, otobüse bindik. Uçağın altına geldik. Uçağa binerken bir kare de burada almak isteyince, başımıza iş aldık. Kısa süre içinde koyu yeşil elbiseli polisler yanımızda beliriverdi. Ne çektiğimi sordular, gösterdim. Sorun olacaksa silebileceğimi ilettim. Telsizle birileriyle konuştular. Tam ikna olduklarını zannettiğim anda başka polisler geldi. Rehberimiz zaten devredeydi. Hatta çantasında bizim resmi davetli olduğumuza dair dokümanı çıkardı, belgeler gösterdi. Birilerini aradı, ancak netice alamadı.
Bu arada uçağın pilotu aşağı indi, yanıma gelip beni teselli etmeye çalıştı. ‘Normal bir prosedür, merak etme şimdi beraber uçarız’ sözleriyle sohbete koyuldu. Diğer yanda rehberimizle birlikte polislere bir şeyler anlattı, ama onu da dinlemediler. Derken uçak yarım saat rötar yaptı. Bu arada bagajım uçaktan indirildi. Pasaportum alındı. Ve bir araca bindirilerek, sivil ve resmi kıyafetli iki polis eşliğinde havalimanında, terminalin alt katında bir yere götürüldüm. İçeriye her polisin de alınmadığı, gelenlerin kamerayla takip edildiği bir odada sorguya alındım.
İlk soru; Müslüman mısın?
Evet.
İkinci soru; Şii misin?
Hayır, Sünni’yim.
Bu cevap üzerine nüfus cüzdanım ve basın kartımı istediler. Çıkarmaya çalışırken elimden çantayı alıp biraz karıştırdılar. Bilgisayarımı açtırdılar. Fotoğraf makinem uçağın altında el koydukları için zaten kendilerindeydi. Çektiğim fotoğrafları incelediler. Bilgisayardaki fotoğraflara bakmak istediler. Açıp önlerine koydum. New York dosyası ilgilerini çekmiş olmalı ki ilk olarak Newyork’ta çektiğim fotoğrafları incelediler. Sonra beklemeye başladık. Bu arada bazen telsizle, bazen telefonla bazen de kapının önüne gelen birileriyle konuştular.
Arada bana dönüp alakasız sorular sordular. Bilgisayarımı inceleyen polise ismini sordum. Bir düşündü, sonra gülerek ‘Ali’ dedi. Hâlbuki tüm polisler ona ‘Davut’ diye hitap ediyordu.
Uçağımız İran saatiyle 15.30’da kalkacaktı. Benim yüzümden 16.00’da hareket edebildi. Basit bir olay için saat 15.00 sularında makineme ve pasaportuma el kondu. Ve ancak saat 21.00’de İsfahan’a uçmama izin verildi. Çektiğim hiçbir fotoğrafa ise dokunulmadı.
Uçağa binmeden önce ise sorgulama yapan ekip, beni başka sivil giyimli iki polise teslim etti. Bu iki kişiden daha otoriter olan, Türkçe olarak, ‘Seni bağışladık. Problem yok. İsfahan’a gideceksin. Orada havalimanında seni rehberiniz karşılayacak’ diyerek biletimi elime verdi.
Bu adrenalinle İran’da programıma devam ettim…
Güntay Şimşek / Habertürk