12 Tem 2012 14:13 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:54

ORHAN MİROĞLU'NDAN AKİT'E TEPKİ; ''VİCDANINIZ BİR KATİLDEN YANA MI?''

"Ey Akit 'i yönetenler, bu telaşınızın ve acelenizin sebebi ne ola ki?"

JİTEM’in infaz timleri, Akit ve Hamit Yıldırım

Musa Anter’i öldüren ve beni yaralayan Hamit Yıldırım’ın tutuklanmasından sonra önemli gelişmeler yaşandı ve gizli bir güç Hamit’i tahliye ettirmek için seferber oldu.

Yıldırım’ın yakalanması tamamen bir gazetecilik başarısıdır.

Hamit Yıldırım’ın Musa Abi’nin katili olduğunu, Şırnak’ta normal bir hayat yaşadığını, JİTEM’le işbirliğinin sürdüğünü, bölgede görev yapan valiler de, emniyetçiler de, siyasetçiler de, Şırnak halkı da biliyordu.

Savaşın gölgesine sığınmış bu adam ve yaşayıp gitmiş.

Hamit Yıldırım, bir dönemden geriye kalan kolektif bir hafızanın öznelerinden biri gibi duruyor.

Dıjwar kod adlı Yıldırım, herkesin bildiği, ama herkesin kendine ait gerekçelerle saklamaya çalıştığı, inkâr ettiği hakikatimizdir bizim.

Ve Hamit Yıldırım bu kirli savaştan geriye kalmış bir miras, ölümcül ve bedbaht bir miras aslında.

Onun yakalanmasıyla beraber ortaya çıkan gerçekler, PKK’yle savaş adı altında, bir toplumun sosyolojisiyle, geleceğiyle ve siyasi tercihleriyle, geleneksel ahlak normları ve onuruyla nasıl oynandığını ve hem devletin hem bu devletin yurttaşları olan insanların, kirli bir savaş oyununda hep beraber ödediği ağır bedelleri ve aslında hep beraber nasıl da kaybettiğini açıkça göstermesi bakımından son derece önemli bir gelişmedir.

Bir milat, bir araftır.

Hükümetler gelip gidiyor ama bölgede devletin ve siyasetin Kürt toplumuyla kurduğu ilişkiler değişmiyor..

Çünkü savaş sürüyor ve bu savaş sürdükçe, Hamit gibilerine bugün olduğu gibi yarın da ihtiyaç olacak.

Çünkü gelip geçmiş bütün hükümetler, maalesef bu kirli ilişkileri tasfiye etmeyi değil, korumayı tercih ediyor. Bu yüzden de Hamit Yıldırım Musa Anter’i Diyarbakır’da öldürüyor sonra da Şırnak’a gidip müreffeh bir yaşam sürüyor.

Evet bugün Ahmet Cem Ersever ve diğer JİTEM Komutanlarının kurduğu ve tamamen korucu aşiretleriyle PKK’nin samimi itirafçılarından oluşan ‘infaz timleri’ artık doksanlı yıllardaki gibi cinayet işleyemiyorlar. Bu özgürlüklerini önemli oranda kaybettiler. Ama bir zamanlar devletin onlara sunduğu imkânlarla, sorgusuz sualsiz, cinayet işleme özgürlüğünü fazlasıyla kullananlar Şırnak’ta ve başka yerlerde devletin asker sivil bürokrasisinin koruması altında yaşamaya devam ediyorlar.

Devletin onlara vefa borcu bitmedi.

Sıradan bir Kürt köylüsü olan Hamit’i ‘Dıjwar’ yapan gerçeğe aklımızı ve vicdanımızı bu kadar kapalı tutmasak, Hamit’in yakalanmasına belki bu kadar da Fransız kalmayacaktık!

Yıldırım’ın yakalanmasından sonra, bu haber nasıl bir haber merak eden olmadı pek. Abdurrahman Şimşek ve Ferhan Ünlü’yü meslektaşları kıskandı mı bilmiyorum, ama Akit ’in haberi herhalde bu kıskançlığın bir sonucu değildi.

Hamit’i adaletin elinden çekip almaya çalışanlara bilerek ama büyük bir katkıdır bu haber.

Akit, inancı güçlü yurttaşlarımızın okuduğu bir gazete. Ama Akit’in vicdanı, 74 yaşında kurşunlanmış bir ihtiyardan, yani Apê Musa’dan yana değil, dedesi yaşındaki birini gözünü kırpmadan kurşuna dizen bir katil zanlısından yana kıpırdamış!

Ey Akit ’i yönetenler, bu telaşınızın ve acelenizin sebebi ne ola ki?

Avukatı bile daha mahkemeye bir dilekçe dahi vermemişken, siz bu Hamid’in Musa Anter’in katili olmadığını nasıl anladınız?

Vahi mi geldi size, ne oldu?

Herkes bilsin ki, Akit haberi yapmadan önce ne benimle, ne Rahşan, Dicle ve Anter Anter’le ne Hamit Yıldırım’ı, Ahmet Cem Ersever, Yeşil ve Ali Ozansoy’la beraber cinayetten bir yıl önce, 1991 yılında gidip Zaho’dan getiren; cinayetin işlendiği geceden sonra da Diyarbakır JİTEM merkezinde onu ilk gören, dinleyen ve dolayısıyla onu en iyi tanıyan kişi olan Abdulkadir Aygan’la konuşma gereği duymadan, Hamit Yıldırım’ın akrabalarıyla konuştu ve bir katil zanlısını suçsuz ilan etti. Bu haber, basın tarihine kara bir leke olarak geçecek.

Yıldırım’ın, Sosyalist Partisi il başkanı Ömer Güven’in öldürülmesi ve Güçlükonak katliamında da adının geçtiğini, bu konuda yapılmış suç duyurularını Akit bilmez mi ki?

Endişe içindeyim ve huzursuzum.

Bir dönemin aydınlanması ve hesabının sorulması için verilen mücadelenin, ortaya konulan çabaların bir kez daha boşa çıkacağından korkuyorum.

Bu korkum boşuna değil.

Musa Anter’le ilgili cinayet dosyasını en az yazdığım kitaplar kadar iyi biliyorum.

Yıldırım tutuklanmadan önce Diyarbakır’daydım ve savcılığa yeniden ifade verdim.

Dosyada neden şimdiye kadar bir ilerleme sağlanamadığını, cinayeti soruşturmakla görevli olanların aradan geçen yirmi yıla rağmen, dosyaya neden kayda değer bir tek bilgi, belge koyamadıklarını veya koymak istemediklerini çok iyi biliyorum. Zamanı geldiğinde mahkemede bunun da hesabını sorma fırsatı bulacağız elbette.

Madem Hamit Yıldırım’ı araştırıyorlardı, onun cinayetin işlendiği yılda veya öncesinde çekilmiş fotoğrafını bulmayı neden akıl edemediler?

Bir gazetecinin, Abdurrahman Şimşek’in bulduğu bir fotoğrafı koskoca devlet yirmi yıl neden bulamadı acaba?

Dosyaya bakan savcı 2009 yılında, Şırnak’taki savcılığa Hamit Yıldırım adıyla kaç kişinin korucu olarak görev yaptığını sormuştu.

Şırnak Jandarma Komutanı, bana gelen duyumlara göre, Hamit Yıldırım’ı makama çağırmış ve demiş ki, “seni soruşturuyorlar ama merak etme, kimse seni teşhis edemez!”

Ve Hamit Yıldırım’ı kimse teşhis edemesin diye, aynı askeri yetkili ne yapmış biliyor musunuz?

1981 doğumlu bir korucuyu bile arkadan, yandan, önden fotoğraflamış ve savcıya yollamış..

1981 doğumlu, yani cinayet tarihinde 10-11 yaşında olan biri Anter’i ve beni nasıl vurabilirdi?

Hamit Yıldırım’ı korumak isteyen herkese-onlar kendilerini biliyorlarseslenmek ve uyarmak istiyorum.

Bu uğursuz ve ahlaksızca çabadan vazgeçin, bu Hamit, Anter’i vuran Hamit değil, o öldü gibi yalanlarla, dezenfermasyonla, mahkemeyi etkilemeye çalışmayın.

Dosyadaki tanıklıklar, Hamit Yıldırım hakkında ortaya çıkan gerçekler, ‘JİTEMŞırnak Cumhuriyeti’nde yıllardır olup bitenler adil bir yargılama yapmaya yeterlidir.

Aradan çekilin ve bu davayı rahat bırakın.

Orhan MİROĞLU / TARAF