Orgeneral Hulusi Akar'dan "Komutanım sakin olun, sıkarım" diyen yaverine: Sık ulan sık!
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, 15 Temmuz gecesi tüm yaşadıklarını 6 sayfalık ifadesinde anlattı.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikâyetçi sıfatıyla verdiği ifadesinde, 15 Temmuz gecesi rehin alındığı karargah ve Akıncı Üssü’nde yaşadıklarını anlattı. Akar, ifadesinde “Bu yıl yapılacak Ağustos Şûrası’nda Silahlı Kuvvetler içerisindeki bu yapının alacağı ağır darbenin hazırlıkları yapılmaktaydı” dedi.
Akar, şöyle devam etti: “Şu an geldiğimiz noktada bu terör örgütünün bunu muhtemelen öngörerek, hiç kimsenin belki de tahayyül edemeyeceği gözü dönmüşlük ve alçaklıkla sivil insanları katletme, TBMM’yi bombalama, silah arkadaşları ve birliklerine taarruzda bulunma, emniyet birimlerini bombalama gibi akıl almaz eylemlere girişip, böyle bir darbe teşebbüsünde bulunduğunu düşünüyorum. Özellikle Güneydoğu’da mükemmel bir koordinasyonla büyük bir titizlikle başarılı sonuçlar elde etmekteyken Türkiye Cumhuriyeti hükümetine yönelik tertiplenen bu alçak darbe teşebbüsüyle tarihimize kara bir leke sürülmüştür.”
‘Üsse dön emri verdim’
Akar, 15 Temmuz’da 17.00-18.00 sıralarında makamında çalışırken, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in yanına gelerek, MİT’ten gelen bilgi ile akşam Kara Havacılık Okulu’ndan 3 helikopterin görevlendirilmesiyle bir faaliyet icra edileceği yönündeki istihbaratı ilettiğini kaydetti. Güler’in, bu bilgiyle ilgili görüşmek için MİT’ten bir heyetin yolda olduğunu söylediğini bildiren Akar, şunları anlattı:
“Ben, Yaşar Paşa ve Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak ile acilen tedbirleri tartışmaya başladık. Derhal havada bulunan askeri uçak ve helikopterlerin üslerine dönmesi, yeni kalkışlara da engel olunması emrimi komutanlara verdim. Gelen bilginin daha büyük bir planın parçası olabileceğini mütalaa ettik ve Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Metin Gürak’ı telefondan arayıp, Etimesgut Zırhlı Birlikler Tümeni’nden hiçbir tankın ve zırhlı aracın hiçbir sebeple birlik dışına çıkmasına müsaade edilmemesi yönünde tedbirler almasını emrettim.
‘Sen manyak mısın?’
Ben çalışmalarıma makamında devam ettim. Gelişmeleri takip ediyordum. Muhtemelen 21.00’e doğru kapı çaldı. ‘Gir’ dedim. Proje Yönetim Daire Başkanı Tümgeneral Mehmet Dişli’nin geldiğini gördüm. Dişli, heyecanlı ve geçmişte alışık olduğum ruh halinden farklı bir tarzda, ‘Komutanım operasyon başlıyor, herkesi alacağız, taburlar, tugaylar yola çıktı. Biraz sonra göreceksiniz’ gibi şeyler söyledi.”
“Ben ilk önce anlamlandıramadım. Ancak bunun bir kalkışma olarak ifade edebileceğim bir operasyon olduğunu anladım ve hiddetle ‘ne diyorsun ulan sen, ne operasyonu, sen manyak mısın, sakın ha’ şeklinde bağırdım.
İkinci başkanın, diğer komutanların nerede olduğunu sordum. Heyecanlanmayın, rahat olun, gelecekler gibi laflarla karşılık verdi. ‘Benim seninle, bir başkası ile böyle işlerin içerisinde olanlarla hiçbir işim olamaz. Sen benimle ne biçim konuşuyorsun? Kim bunlar? Siz kimsiniz?’ gibi soruları sürekli hiddetle sıralıyordum. ‘Gittikleri yolun yanlış olduğunu, büyük bir bataklığa battıklarını, cezasını çekeceklerini, hiç olmazsa bir erkeklik gösterip başkalarını bu işe bulaştırmadan ve ölüm kalım olmadan bu işi sonlandırmalarını, durdurmalarını’ söyledim. Fakat ikna edemedim.
‘Etkisiz hale getirdiler’
Kendisi, benim hiddetli karşı çıkmama rağmen sakin görünerek, ‘komutanım bu iş bitti ve herkes yola çıktı’ diyordu. Odanın içine hızla ve aniden girmeye kalkıştıklarını fark edince ayağa kalktım ve o esnada Levent Türkkan, ‘komutanım otur, kalkma, sakin olun, zorluk çıkarmayın’ şeklinde bağırdı. Beni birisi iterek sandalyeye oturmamı sağladı ve o esnada arkadan bir başkası, elinde el havlusu tarzında bir şeyle hem ağzımı hem burnumu kapatarak, nefes almamı engelledi. Bu esnada kolunu boğazıma doladı, sıktı, askeri kıyafete ait ip türü bir cismin boğazıma sürtünmesiyle o anda nefes almakta güçlük çektiğim için debelenirken ve ellerimle burnumu açmaya çalışırken, bir başkası plastik kelepçeyi bileklerime taktı.”
“Bağırmamı engellemek istedikleri açıktı. Bu mücadele sırasında kelepçenin bileklerime verdiği acı nedeniyle yeniden bağırmaya başladım. Çıkartmalarını söyledim ve hatta ayağa kalktım. O esnada Levent Türkkan’ın elinde tabanca ile, ‘komutanım sakin olun, vururum, sıkarım’ gibi şeyler söylediğini işittim. Hatta ben bir iki adım daha atıp, kendisine, ‘sık ulan’ diye bağırdım. Gözlerinde sıkmakla sıkmamak arasındaki robotik tereddüdü gördüm. Bu arada elimi sıkan kelepçeleri açmalarını istedim. Tahminen Dişli’nin onayıyla bir komando bıçağı çıkarttılar. Kör bir bıçaktı. Askerlerden biri kelepçeyi kesmeye çalıştı. Fakat bir süre daha açamadılar. Bu şekilde arkamda biri olacak şekilde oturtarak beni etkisiz hale getirdiler. Dışarıdan alçak uçuş yapan uçak ve silah sesleri işitmeye başladım. Bir müddet sonra lavaboya gitmek istediğimi söyledim. Benimle birlikte geldiklerini görünce, ‘terbiyesizler, ahlaksızlar’ diye bağırdım.
Abdullah Astsubay ve Serdar Yüzbaşı hiç etrafımdan ayrılmıyorlardı. Boğaz köprüsünde askerin yolu kestiği görüntüler ve buna ilişkin haber TV’de yayınlanmaya başladı. Hepsi gayet soğukkanlı, konuşmayıp, yorum yapmayacak tarzda beklediler. Ve bir müddet sonra ‘gidiyoruz’ deyip, beni aldılar. Kapıdan çıktığımda tam teçhizatlı, ürkütücü bir yüz ifadesiyle Kurmay Albay Fırat Alakuş dikkatimi çekti. Fuaye alanında ve katta da tertibat almışlardı. Merdivenlerden beni indirdiler. Bir askerin önümde namlusu bana doğrultulmuş tam otomatik silah ile geri geri gitmesi dikkat çekiciydi. Yine ‘ne yapıyorsun lan’ diye sinirlendim.”
“Atatürk heykelinin olduğu yerde helikoptere bindirdiler. Helikopterdeki silahlı askerlerin namlusu üzerime dönüktü. Dişli de helikopterdeydi. Akıncı Üssü’ne getirdiklerini söylediler. Sivil, askeri kıyafetli pek çok silahlı bekliyordu. Üs komutanının odasına götürdüler. Tümgeneral Kubilay Selçuk ayakta bekliyordu. Bir kanepeye oturttular. Bir ara Orgeneral Akın Öztürk yanıma geldi. Üzerinde tişört ve pantolon vardı. Tek başına benim yanıma gelmişti. Hem bu durum nedeniyle hem de onu gördüğüm için çok şaşırdım ve burada ne yaptığını sordum.
Yanında eşi ve Kara Kuvvetleri Komutanı ile birlikte İzmir’den komutanlığa ait bir uçakla geldiğini, üsteki lojmanda oturan kızının evinde iken Abidin Ünal’ın telefonla araması üzerine, üsten birilerinin uçaklar kaldırdığını ve bu hususa göz kulak olması gerektiğini belirttiği için buraya geldiğini anlattı. Hatta bu hususu söylediğini anlatmaya çalıştığını ancak dinlemediklerini söyledi. Ona da olayın başından beri konuştuklarımı söyledim. Tuğamiral Ömer Harmancık ve Tuğgeneral Hakan Evrim’i gördüm. Yaptıklarının yanlış olduğunu, akıllarını kaybettiklerini, bu devirde böyle bir şey olamayacağını bağırdım. ‘Suriye’yi, Mısır’ı görmüyor musunuz? Bu tür olayların ülkemizi yıllarca ne kadar geriye götürdüğünü bilmiyor musunuz’ mealinde sözler sarf ettim. Umurlarında olmadı.”
‘Başınız, kıçınız kim?’
“Tuğamiral Ömer Harmancık, elinde iki yapraktan oluşan bir metni önce okudu ve ardından bana uzatarak, ‘komutanım, siz şunu bir okuyun ve bunu imzalayıp televizyonda okursanız her şey çok güzel olacak, herkesi alıyoruz, herkesi getiriyoruz’ dedi. Şiddetle ve hiddetle reddettim. Onlara ‘Kendinizi ne zannediyorsunuz? Siz kimsiniz? Topladığınızı söylediğiniz 2. Başkan, kuvvet komutanları nerede? Bakanlar nerede? Elinizde kim varsa getirin. Sizin başınız, kıçınız kim?’ diye bağırdım.
Evrim, ‘dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fetullah Gülen ile görüştürürüz’ gibi bir şey söyledi.
‘Ben kimseyle görüşmem’ diyerek tersledim. Akın Öztürk dışındakiler odayı terk etti. Bana kendisini dinlemedikleri gibi şeyler söylüyordu. Tutulduğum yerde belli bir süre daha geçmişti ki TV kapandı. TV, 2-3 saat sonra açıldığında ekranda TBMM’nin, emniyet binalarının bombalandığı yazıyordu. Zaten sürekli uçak sesleri de devam ediyordu. Sinirlendim, bağırıp çağırmaya başladım. Bunun üzerine geldiklerinde Ömer, ölümü göze aldıklarını söyledi. Hepsi robot gibiydi. Bir zaman sonra Mehmet Dişli yanıma uğradığında aynı şeyleri söyledim. Ancak kendisini dinlemediklerini belirtti.”
Personelle ilgili şüpheler gelişmişti
“Ayrıca 2. Başkanımla beraber çevremizdeki personellerin bir kısmının bu örgütle bağlantılı oldukları hususunda şüphelerimiz gelişmişti. Şura’da çok ciddi adımlar atacaktık. Bu yapılanmanın içinde olan, şahsıma, milletime, silah arkadaşlarıma, emniyet mensubu kardeşlerime, devlet kurumlarına, Türk tarihine, medeniyetimize bu derece zarar veren her kişiden ayrı ayrı şikayetçiyim. TSK’nın, şehitlerimizin ve gazilerimizin kanı ve teri pahasına büyük kahramanlık ve fedakarlıkla kazandığı haklı itibarına bir günde kara bir leke süren bu hainlerin yaptıkları asla unutulmayacak ve inanıyorum ki hak ettikleri cezayı en ağır şekilde alacaklardır.”
‘Odam, başkası için hazırlanmış’
“Olayların ardından karargâha 2. Başkanım Orgeneral Yaşar Güler benden bir gün önce gelmişti. Bana anlattığı bir gariplik ki makamımda incelemelerde tespit etmiş olabilir. Odamın gayet toplu ve düzenli olduğu hususudur. Oysa ben çalışmaktayken odadan şiddet kullanılarak ve zorla götürülmüştüm. Makam ve dinlenme odasında masa, sehpa, etajer üzerinde Kitap, kırtasiye, malzemeler, çikolata, yiyecek, içecek, gazete kupürleri, hediyelik eşyalar nedeniyle normalde kalabalık görünmesine rağmen çok sade ve düzenli bulunmuş. Yalnız bazı eşyaların kaybolduğu, iki biblonun yerlerinin değiştirildiği anlaşılmıştır. Nitekim Sayın Devlet Bahçeli tarafından hediye edilen ve odamda hatıra maksatlı duran tabanca ve beni götürdüklerinde emir subayı odasında kaldığını düşündüğüm şahsi cep telefonum halen bulunamamıştır. Bu husus bende makamın bir başkası için hazırlanmış olduğu kanaatini doğurmuştur. Makamımda rutin çalışmalar sırasında çekilmiş bir kısım fotoğrafları sunuyorum.”
TSK’nın itibarına bir günde kara leke
“Tüm bu yaşananlar Türkiye’nin ve özelde TSK’nın paralel yapı olarak da adlandırılan teröristlerle mücadele etme azim ve kararlılığının ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Bu darbe teşebbüsünü planlayanlar, uygulamaya koyanların bu örgüt mensupları olduğuna inanıyorum. Bu çılgınlığa girişmelerinde Ağustos Şûrası’nda bu örgütün büyük bir darbe yiyeceğini anlamasının en önemli etken olduğunu düşünüyorum.”
‘Tank, top ne varsa geri çekin’
“TV görüntülerinde Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Sayın Başbakanımız ile bazı bakanların beyanları, olaylardaki gelişmelerde halkın darbe teşebbüsüne canları pahasına direnişi, ilerleyen saatlerde bazı askerlerin teslim olmaları ya da vatandaş yahut polislerce kontrol altına alınmaları gibi gelişmeleri takip edince yanımda bulunan bu 4 kişinin genel görünüşleri, tavırları değişmeye başladı. Gözlerinde umutsuzluğu fark ettim, moralleri iyice bozulmaya başlamıştı. ‘Yeteri kadar batağa battınız. Hiç olmazsa bir erkeklik gösterip burada kesin. Diğer insanların ölmelerini engelleyin. Gün aydınlanmadan ortalıktaki tank, top vesaire ne varsa çekin. Yeteri kadar rezil ettiniz, daha fazla rezil etmeyin. Balkan Savaşı’ndan beter ettiniz. Silahlı Kuvvetlerin tarihine leke sürdünüz. Gideceğiniz tek yer Cumhuriyet savcısı, askeri savcı ve inzibattır. Gidip teslim olun. Beni de gönderin’ şeklinde daha da hiddetli ve yüksek sesle birkaç kez haykırdım. Hiç cevap vermediler.
Darbeci hainlerin morallerinin zaman ilerledikçe çöktüğünü gözlemliyordum. Önce Boğaz Köprüsü’nden teslim olan tankçılara ilişkin görüntüler, ancak çok daha önemlisi Sayın Cumhurbaşkanımızın Atatürk Havalimanı’nda canlı yayında toplanan kalabalığa hitabı, darbeci hainlerin bütün ümitlerini sanırım yok etti. Bu noktada artık yapacakları bir şey de kalmadığını, yine hem silahlı kuvvetlere hem Türk tarihine bundan büyük kötülük yapılamayacağını, battıklarını, hiç olmazsa gençleri, masum insanları düşünmelerini, hava bombardımanını bitirmelerini, kara birliklerini kışlalarına döndürmelerini, artık sesimin çıkabildiği en şiddetli tonda ve hiddetlice suratlarına haykırıyordum. Karşımda Kubilay ve Mehmet’i hatırlıyorum. Sinmiş vaziyetteydiler. Hâlâ hiçbir yorum yapmıyorlardı. Ama gözlerinde korku ve endişe görülüyordu.”
‘Öztürk de gelmek istedi’
“Saat sanırım 08.30-09.00 sıraları olmuştu. Beni Başbakanımız yahut Cumhurbaşkanımız ile görüştürmelerini söyleyerek teşebbüsü sona erdireceklerini, adalete teslim olacaklarını ve dışarıdaki tüm askeri unsurları kışlalarına çekeceklerini belirtsem daha fazla zaiyata meydan vermeden bu işi bitirmenin mümkün olacağını anlattım. Zira artık üs dışarıdan bombalanıyordu. Giderek işin içinden çıkılmaz hale gelebilirdi.
Kendileri bu noktada artık bir şey başaramayacaklarını sanırım gördüler ve ‘sizi görüştüreceğiz’ dediler. Bir cep telefonu getirip Sayın Başbakan ile görüştürdüler. Durumu anlattım. Telefonla konuşurken orada bulunan tüm bu hainlerin gözlerinin içine baka baka Sayın Başbakanımıza ‘Hiçbir pazarlık söz konusu olmayacak, askeri savcı, cumhuriyet savcısı, polis ve inzibata teslim olacaklar’ dedim. Benzeri şekilde MİT Müsteşarını aradım ve bilgi verdim. Akın Öztürk Paşa benim götürüleceğim anlaşılınca, ‘komutanım ben de sizinle geleyim’ diye söyledi.”
‘Durumu bir yerlere iletti’
“Ben pozisyonu itibarıyla ve gece boyunca şahsıyla yaşadığım izlenimler karşısında bunun uygun olmayacağını düşündüm ve ‘sen burada kal, kızının evi burada’ dedim. Fakat sürekli ısrar ediyordu. Onu üs binasında bırakıp çıktık. Araçla helikopter pistine gittik. Orada pek çok helikopter vardı. Biri üsten kalkan helikopterlere ateş edilebileceğini, ‘Genelkurmay Başkanı’nın içerisinde olduğunun belirtilmesi gerekir’ gibi bir şey söylendi. Hatta ben Dişli’ye, ‘sen kal’ dediğim halde, ‘ben telefon ile irtibat kuracağım’ dedi.
Helikopter hareket ederken telefon ile son durumu bir yerlere iletti. Helikopter havadayken de bir yerlerle irtibat halindeydi. Sonuçta Çankaya Köşkü’nde Başbakanlığa iniş yaptık. Başbakanlık Müsteşarı bizi karşıladı. Ben ve peşimde Mehmet Dişli geldi. Açıkçası arkamdan gelenleri kontrol etmedim. Başbakanlık binasına girdik. Bu şekilde ben de hürriyetime kavuştum. Müsteşar Bey ile baş başayken bana peşimden gelenin kim olduğunu sordu. Ben de yaşadığım olayları kısaca özetledim ve Mehmet Dişli’nin gözaltına alınmasının uygun olacağını değerlendirdim.”