15 Mayıs 2013 10:09 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 15:10

ORAYA ÖCALAN'IN DUBLÖRÜNÜ KOYDUK!

Abdullah Öcalan ile birlikte 1998 yılı sonunda Roma'da yaşanan ‘Apo krizi'nin diğer kahramanı dönemin İtalya Başbakanı Massimo D'Alema, 15 yıllık suskunluğunu bozdu.

Hürriyet’ten Reha Erus’a konuşan İtalyan siyasetçi D’Alema özetle şunları söyledi:
“Bence bu ‘ziyaret’ bazı güçlerin bilinçli kurgusuydu. Almanya iadesini istemekten vazgeçince elimizde kaldı. Öcalan, Roma’da 66 gün kalmadı. Daha önce terk etti. Yerine villaya dublörünü koyduk. Clinton, ‘Apo’yu Türkiye’ye verin’ dedi. ‘Hayır’ dedim.”

Türkler ona öfkelerinden soyadından benzerlikle “Dallama”yı yakıştırdılar. PKK lideri Abdullah Öcalan yüzünden Türkiye ile yaşadığı büyük krizde çok yıprandı. Belki bu yüzden başbakanlığı bile kısa sürdü. Solcu Demokrat Parti’nin akil adamlarından olan bir ara adı cumhurbaşkanlığı adaylığı için de geçen Massimo D’Alema, 12 Kasım 1998’de başlayan “Apo, Roma’da” vakasını 15 yıl sonra Hürriyet gazetesine anlatmayı kabul etti.

Sayın Başkan o dönemdeki 66 gün sizin için hiç de kolay geçmedi. Öcalan’ın Roma’ya geleceğinden ne zaman ve nasıl haberiniz oldu?
Öncelikle tam 66 gün değil. Öcalan’ı birkaç gün öncesinde gönderdik. Ama medyanın yoğun ve ısrarlı ilgisini atlatmak için bizim gizli servisler kendisine tıpa tıp benzeyen bir dublörünü buldu. Villaya onu yerleştirdik. Ortalığı biraz daha sakinleştirip zamanı gelince de gidiyor numarasını yaptık.

Ya gelişi?

Uçağı havadaymış. Koalisyon ortaklarından Yeni Komünist Partisi lideri Fausto Bertinotti telefonla aradı “Bizim Ramon Mantovani, Kürt lideri getiriyor. Etkinliklere katılacakmış” dedi. O dönemde birçok değişik partili Apo’yu İtalya’ya davet etmek ve Kürt sorununa çare aramak için imza topluyordu. Emniyet Müdürünü aradım. Hakkında Almanya’nın Karlsruhe kenti savcılığından cinayetten tutuklama kararı ve iade isteği varmış onu öğrendim. Havalimanı polisini aradım ve gözaltına alınmasını istedim. Alındı da.

Ama Almanya oyunbozanlık etti. Tabii ilk tepki Türkiye’den geldi. Öcalan’ın hemen iadesini istedi. Olağanüstü bir durum değerlendirme zirvesi yaptık. Anayasaya göre idam cezasının hâlâ yürürlükte olduğu bir ülkeye iade edemezdik. Sonra Almanya Başbakanı Gerhard Schröder aradı. İade isteğinden vazgeçtiklerini söyledi. Gerekçe olarak “Burada çok Kürt ve milliyetçi Türk var. Apo’yu getirtip yargılarsak ülkemizde duruma hakim olamayız. Büyük olaylar yaşanır” dedi. İşte Almanya’nın bizi yarı yolda bırakmasıyla asıl kriz o an patlak verdi. “Serseri Mayın”ı ne yapacaktık?

O zaman da “Sanık”, “Konuk” oldu

Problem büyüktü. Siyasi sığınma hakkı veremezdik. Siyasi sığınma hakkı İtalya’da partiler tarafından değil hakimler kurulunca oy birliği ile verilebilir. Bu karar mekanizması da yıllarca sürebilir. Diğer yandan Türkiye’ye iadesi de söz konusu değildi. Almanya bizi ters yatırmıştı. Böylece Öcalan’ın “sanık” durumu sona eriyordu. Cezaevinden çıkartmak gerekiyordu. Roma ise Öcalan’ın Kürt yandaşları ile dolup taşıyordu. Zor bir durumdu. Komünist Partisi onu Infernetto semtinde bir villaya yerleştirdi. O artık “Sakıncalı” bir konuktu”.

Türkiye ile ilişkiler çıkmaza girdi.
Türkiye sürekli nota üzerine nota gönderiyor, biz ise çözüm çareleri arıyorduk. Devreye o dönemin ABD Başkanı Bill Clinton girdi. Bana telefon etti. “Öcalan bir teröristtir. Türkiye’ye iade edin” isteğinde bulundu. Ben de kendisine bunun imkânı olmayacağını, geçmişte bir katili sırf idam cezası var diye ABD’ye iade etmediğimizi anımsattım. Sanırım tatmin olmamıştı.

Öcalan Roma’dan gitmeye nasıl razı edildi.
1999’a girmiştik. Öcalan’ı gitmeye razı etmeye çalışıyorduk. Villasının etrafında bizimkiler dahil her ülkeden gizli servisler cirit atıyordu. Kurmayları ve Komünist Partisi ile görüşmeler sürerken devreye Yunanistan Dışişleri Bakanı Pangalos girmiş “Bize gel” demiş. Kimsenin dikkatini çekmeden kendisini Roma’dan uzaklaştıracak uçağa teslim ettik. Birkaç gün daha oyalandıktan sonra gittiğini resmen açıkladık.

Böyle yakalanmıştı
9 Ekim 1998 : Türkiye’nin son bir yıl içinde artan baskıları üzerine Suriye Yönetimi, yıllarca evsahipliği yaptığı Abdullah Öcalan’ı ülkeyi terketmeye zorladı.
4 Kasım 1998: Yunanistan’ın iltica talebini kabul etmemesi üzerine Rusya’ya geçen Öcalan, burada da iltica talebinde bulundu.
12 Kasım 1998: Rus parlamentosunun alt kanadı talebi kabul etse de Moskova Yönetimi nihai izni vermeyince Öcalan yine sahte pasaportla bu kez İtalya’nın başkenti Roma’ya gitti. İtalyan yetkililer Öcalan’ı bir villaya yerleştirince Türkiye’de infial oluştu. Ankara iadesini istedi.
16 Ocak 1999: Gizlice yeniden Rusya’ya giden Öcalan, burada bir kez daha umduğunu bulamadı./_np/4955/20154955.gif
29 Ocak 1999: Özel uçakla tekrar Yunanistan’a geçti.
31 Ocak 1999: Hollanda’ya gitmek istedi, izin alamadı.
1 Şubat 1999: Yunanistan’dan bu kez Belarus’a geçmeye çalıştı, başarısız olup Atina’ya döndü.
2 Şubat 1999: Kenya’ya hareket etti. Burada Yunanistan’ın Nairobi Büyükelçiliği rezidansına yerleştirildi.
5-14 Şubat 1999: Türkiye’nin Öcalan’ı gizli operasyonla teslim almak için oluşturduğu 7 kişilik hazırlıkları tamamlayıp Nairobi’ye hareket etti.
15 Şubat 1999: Büyükelçilikten ayrılması yönündeki baskılara direndi. Hollanda’ya gidebileceği söylenen Öcalan, bu ülkeye gideceğini sanırken akşam yakalandı.
16 Şubat 1999: 6.5 saatlik uçak yolculuğunun ardından 03.30’da ağzındaki ve gözlerindeki bant açıldığında Öcalan, İmralı’ya götürülmek üzere İstanbul’a inmişti.

Juventus maçı için Fatih Terim araya girdi

Türkiye’de İtalya’ya karşı eylemler dışında mallarına da ambargo başlatılmıştı.
Ankara’dan gelen haberler çok kötüydü. Elçiliğimiz abluka altına alınmıştı. Evet İtalyan malları boykot ediliyordu. En büyük zarar da “Blue Stream” (Mavi Akım) boru hattı için yaşanabilirdi. Rusya’dan doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya getirtilmesi. Bence Blue Stream projesini baltalamak isteyen güçler kurgularında Öcalan silahını kullandılar.

Bir de o sırada Galatasaray–Juventus şampiyonlar ligi maçı var.

Türkiye’de İtalya’ya karşı yoğun bir öfke yaşanıyor. O sırada bu maç oynanacak. Juventus Kulübü can güvenliğini hem bizden, hem de UEFA’dan istiyor. Araya Galatasaray’ın o dönemdeki antrenörü Fatih Terim girdi, ben de yine o dönemin Dış Ticaret Bakanı Pier Luigi Bersani’yi iki ülke arasında aracı yaptım ve maç kazasız belasız oynandı.

AB’de Türkiye’nin lobisini yaptım

Türkler size pek hoş bakmadılar.
Biliyorum. Ama sonradan ben Türkiye’nin AB’ye üye olması için İngiltere, İspanya ve İsveç’le birlikte büyük bir lobi kurdum ve liderliğini üstlendim. Türkiye inanılmaz büyümekte olan bir ülke. Türkiye diğer İslam ülkelerine demokratikleşmede örnek olmuş ve olmaktadır. Türkiye bölgesi olduğu kadar dünyada da artık söz sahibi olabiliyor.

Neden hâlâ AB kapısında bekletiliyor?
Sorumluları Merkel ve Sarkozy’dir. Bu ülkelerin başında bizim gibi solcular olsaydı iş çabuklaşırdı inanın.

Kürt açılımına nasıl bakıyorsunuz?

Bu güzel bir değişim. Kürt toplumu bunu yıllardır özlüyordu. PKK’nın çekilmesi de “Barış” için çok önemli. Huzur bir ülke için en önemli unsur. Biz bu süreci İtalyan solcuları olarak candan destekliyor ve Ankara’yı kutluyoruz.