Oray Eğin'den çok konuşulacak Oya Aydoğan yazısı: Eşcinsellerin ikonuydu!
Hayatını kaybeden ünlü sanatçı Oya Aydoğan'ın arkasından Oray Eğin çok konuşulacak bir yazı yazdı.
Geçen gün kaybettiğimiz Oya Aydoğan sanat dünyasını yasa boğdu. Oya
Aydoğan sadece sahne ve sinemada adını duyuran ünlü bir sanatçı
değil, aynı zamanda eşcinseller açısından da bir ikondu.
Oray Eğin, ünlülerin yakın arkadaşı anlamında kullanılan "Oya
olmak" kavramını eşcinsellerin kendi aralarında kullandığı dile
yerleştiren Oya Aydoğan’ın ardından Ekranella’ya yazdı…
İşte Oray Eğin’in yazısı:
"Oya Aydoğan bir efsaneydi; efsane tabirinin cömertçe kullanıldığı
bu dönemde tırnaklarıyla kazıyarak hak etmişti bu tahtı. Aydoğan’ın
bir başka özelliği de ‘Oya olmak’ tabirini gündelik dile (özellikle
de gay lingo’suna) katmasıydı–ünlülerin en yakınında bulunan sadık
arkadaşlarına verilen isim. Bülent Ersoy’un Oya’sı Oya Aydoğan’dı.
Ne ilginç değil mi, Nükhet Duru’nun da bir Oya’sı vardı ve adı Oya
Germen!
Hatırlıyorum, yıllar önce Ercan Arıklı’nın yayıncısı olduğu Vizyon
dergisinde Muammer Brav onunla bir söyleşi yapmıştı. İçinde
gaylerin sık sık kullandığı lubunya, madilik gibi kelimeler de
geçen ‘gullüm’ bir söyleşiydi. Rahmetli Arıklı yazıyı okuyup
“Yavrucuğum bu kelimeler ne demek?” diye şaşırmıştı. Oya Aydoğan
aynı zamanda bir gay kraliçesiydi; ticari kazanç uğruna gay
kraliçeliğini profesyonel olarak seçenlerden çok daha önce
‘lubunyaların’ gönlünü kazanmıştı.
10 seneden fazla olmuş herhalde, dipfrizden bu eski yazımı buldum.
Çetin Altan gibi ‘40 sene önceki bir yazı’ notuyla Oya Aydoğan’ın
anısına yayımlıyorum ama… Bir yandan da Oya olmakla ilgili bir kere
söz alınır sanki…
Kusurlarıyla, eksikleriyle bir yazı, ama hatırlamak için.
***
Bazıları: Gidemez tek başına filme, oturamaz restoranda tek kişilik
masada, yalnız tatile de çıkamazlar, alışverişe de. Halbuki
yalnızlık önemli bir meziyettir, ayrı bir yetenek gerektirir.
Kahramancadır: Gitmek bir Japon restoranına tek başına, herkesin
çiftleştiği, çift olarak gezdiği ve sadece çift olarak kendini
tanımlayabildiği bir dünyada. Oysa vardır bir kadeh şarap içip bir
cafe köşesinde kitap okumanın, hatta saatlerce okumanın ayrı bir
keyfi.
Yine de tek başına hayatı sürdürmenin bazı engelleri de vardır.
Kendinin dışarıdan nasıl göründüğünü gözünde canlandırma hali. Bu
durum içinden çıkılmaz bir kendi-kendini-bedbahtlama hali değildir
de nedir?
Halbuki ne gerekir insanın tek başına bir hayat sürdürebilmesi
için. Fazla da değildir tek başınaların hayattan beklentileri; illa
boynu bükük-gözü yaşlı-tek başına olunacak değil.
Ya da Bülent Ersoy. Yapamazsanız hiçbir şeyi bir başınıza,
istemezsiniz. Açar telefonu –acil durum– çağırırsınız Oya
Aydoğan’ı. Başınız mı ağrıdı, ara Oya’yı. Cam mı kırıldı, Oya
bilir. Sokağa mı çıkılacak, gelsin Oya. Sinirler mi bozuldu,
Oya’dan çıkar hıncını. Canın mı sıkılıyor, söyle Oya toplasın gay
arkadaşları muhabbete. Konser mi var, kuliste yanında Oya olsun da
enerji versin. Oya Aydoğan yoksa başka bir “Oya.”
Oya Aydoğanlık bir meslek, konum, mertebe, hatta bir kurumsallık:
Her an el altında hazır ve nazır bir kurtarıcıdır “Oya.” Yer yer
jestler de yapılır tabii: Oya Aydoğan konsere Viyana’ya gidiyor
diyelim (şaka değil, gerçekten çıkıyor böyle Avrupa fetihlerine
zaman zaman) o zaman da Bülent Ersoy ona eşlik ediyor. Bir tür
karşılıklı dayanışma hali.
Oya Aydoğan’ın gerçeği her zaman Bülent Ersoy’un yanındadır ama
kendi kendine de bir imge, bir muhteşem-kahraman kadın kimliği inşa
etmiştir. Fransız Lisesi’nden mezun olma başarısını (tek ennn büyük
zafer) tekrarlar durur mesela mümkün mertebe. Tek bir iyi filmi
yoktur, ama hayatımızda da hep vardır. Onun samimiyetidir zaten
bizi çeken; güldüren, bağlayan ve bir şekilde Oya’ya kendimizi
teslim etmemizi sağlayan. Ve tabii araları açılsa da zaman zaman
Bülent Ersoy’un ondan bir türlü vazgeçemesinin sebebi: Ancak bir
Oya yalnızlık yeteneksizini girdaptan kurtabilecek kadar
mücadelecidir çünkü.
Var mıdır Oya Aydoğanlık mesleğinde bir emek sömürüsü, bir baskı
peki? Elbette ama iki tarafın da görmezden geldiği, sessiz anlaşma
sayesinde telaffuz edilmez dertler. “Oya” (bu mesleği icra
edenlerin kısaca adı) her zaman efendisine bağlı, saygılı, emrine
amade olma durumunda. Mecbur değildir. Ama eğer reddederse
Bülent’in şerrinden, şiddetinden, öfkesinden, hatta bunalımından
kurtulamaz. Kurtulmak da istemez aslında, Oya’nın da hoşuna gider
bu durum.
“Oya”nın iyileri yanında yer alacakları kişilerin zaaflarından zevk
almaz, kendilerini efendileriyle tanımlamaz.
“Oya”yı yanlış yorumlayanlar, kendilerine bilmeden Oya Aydoğan
tutma amacıyla yola çıkanlar yanılırlar: “Oya”lığı çanta taşımak,
evi derleyip toplamak, davetlerde eşlik etmek diye yorumlarlar.
Yanlarındaki Oya’nın parlamasını istemezler. Silik karakterlerle
döşerler çevrelerini. Onların Oya’sı biraz sivrilmeye, kendi
kendine bir şey yapmaya çalışınca da yok etme mekanizmaları devreye
girer, gönderirler, yeni bir Oya yaratmaya çalışırlar.
Gönül Yazar da kendince Oya sahiplerindendir mesela. Davetlerde
yanında habire “vokalistiyle” dolaşır; sanki orada aniden konser
verecekmiş gibi. Ya da Haldun Dormen’i bir yerde görse insan hemen
öğrencisiyle de tanışır; bitmek bilmez bir tiyatro eğitiminin
devamı. Ajda Pekkan da yanında yönetmen Ayşe Ersayın olmadan adım
atmaz, atamaz ki; ne zaman klip çekecekleri belli olmayacağı
için.
Hiçbiri Oya Aydoğan gibi değildir ama; gerçek Oya’nın enerjisi,
kuvveti, imgesi, etkisi yoktur. Aşkta da, işte de, sokakta da,
rüyada da, sofrada da – kızdığında, sevindiğinde, ağladığında,
ihtiyacın olduğunda, delirdiğinde, bağırmak üzereyken yalnızlık
yeteneksizinin karşısında daima bir Oya vardır ve Xanax etkisi
yapan bir kadındır."
Yazının tamamı için
tıklayın...