Oray Eğin açık açık yazdı: Medyada "Evet"çi gibi görünen gizli hayırcılar kim?
Habertürk yazarı Oray Eğin'e göre Fatih Çekirge aslında neye "evet" dedi, İrfan Değirmenci neye "hayır" dedi.. "Evet"çi gibi görünen gizli hayırcılar kim?
Habertürk yazarı Oray Eğin'e göre, iktidarı destekleyen medya
içerisindeki 'gizli hayırcı' yazarlar kimler?
Oray Eğin birçok ismi işaret etti ama 3 ismi açık açık yazdı...
Kendisi ise "oy vermeyenler" kervanından...
Cemil Barlas’ın “Evet”, Emin Çölaşan’ın “Hayır” demesinin haber
bile olmayacağını belirten Oray Eğin, Fatih Çekirge'nin "evet"
diyerek aslında Hürriyet’in yayın yönetmenliğine “Evet” dediğini,
İrfan Değirmenci ise “Hayır” diyerek laik mahalleden puan
topladığını savundu.
Oray Eğin'e göre, "Gizli hayırcılar" ise Hürriyet yazarları
Akif Beki ve Abdülkadir Selvi ile
Sabah yazarı Engin Ardıç...
Oray Eğin, bu kanaate nasıl ulaştığını ise ayrıntılı yazdı...
İşte Oray Eğin'in bugünkü yazısı:
'EVET'Çİ MİYİM, 'HAYIR'CI MI?..
GAZETECİYİ tanımlayan bazı evrensel değerler var, objektiflik
kuşkusuz bunların başını çekiyor. Oysa objektiflikle ilgili bazı
iletişimciler Slavoj Zizek’in “fetişist inkâr olarak ideoloji” (bir
ideolojinin sınırlarını kabul edip yine de bağlı kalmak) kavramını
öne sürüyorlar. Gazeteciler de objektif olmadıklarını özünde
bilerek mümkün olduğu kadar objektifmiş gibi davranmaya
çalışıyorlar.
Ben mutlak bir objektifliğe hiç inanmadım: Çocuk tacizi, Nazizm,
denetimsiz silahlanma, evlilik eşitliği, iklim değişimi (özellikle
Türkiye’nin dışından tartışma konuları seçtim) konularında nasıl
objektif olunur? Sırf “Karşı tarafa da söz verelim” diye sayfaları
Nazilere mi açacağız?
Washington Post’u uzun yıllar yöneten Len Downie, tarafsız görünmek
adına hayatı boyunca hiçbir partiye oy vermemeyi savundu,
muhabirlerinden de aynı titizliği bekledi. Bu geleneği, Politico
kurucularından Mike Allen da ayrılana kadar sürdürdü.
Bizde ise gazetecilerin oy verip vermemesi tartışması bir yana,
gazeteciler oylarını açıklamayı bir âdet, hatta zorunluluk haline
getirdi. Çoğu zaman köşe yazarları oylarını açıklarken bunun
gerekçelerini bilgiye dayanarak değil, sloganlara sığınarak
yapıyor.
ŞAHSİ BEKLENTİLER
Cemil Barlas’ın “Evet”, Emin Çölaşan’ın “Hayır” demesi haber bile
değil. Ama hemen her zaman oy açıklamanın altında da bir niyet var:
Fatih Çekirge aslında Hürriyet’in yayın yönetmenliğine “Evet”
diyor, İrfan Değirmenci ise “Hayır” diyeceğini açıklamasıyla laik
mahalleden garanti birkaç puan topluyor.
Gazeteciler hakikaten oylarını merak eden çok ciddi bir kamuoyu
olduğunu ya da oylarının kamuoyunun tercihinde herhangi bir
değişikliğe neden olacağını mı düşünüyor? Bizi gazeteci yapan biraz
da şişkin egomuz işte.
Biz gazeteciler mesleği bir profesyoneller kulübü olarak görüp
dışarıdan kimselerin de aramıza girmesini pek istemeyiz, kulübe
kolay kolay da kimse kabul olmaz.
Kulüp üyeleri hemen her konuda olduğu gibi referandumdaki
tercihleri söz konusu olduğunda da kendilerini aşırı ciddiye
alıyor. Oysa tarih tecrübesi, toplum değişime hazırsa gazetecilerin
buna çok çok küçük bir katkı yaptığını gösteriyor: Walter Cronkite
istediği için Vietnam Savaşı bitmedi, zaten bu savaş bitmek
üzereydi.
Önümüzdeki referandum sürecinde de kampanyalar daha yeni başlamış
olmasına rağmen seçmen çoktan kararını verdi gözlemlediğim
kadarıyla. Bu aşamada bizim vereceğimiz oyun ya da bu oyu
açıklamanın şahsi beklentilerimizden başka bir faydası olacağını da
düşünmüyorum.
GİZLİ HAYIRCILAR
AKİF BEKİ: Bir önceki referandumda “Yetmez ama
evet...” dediği için pişman olduğunu yazdı dün. Meğerse o da
kandırılmış. Yazının geri kalanında da “Baskı altında hissetmeyin,
ister ‘Evet’ ister ‘Hayır’ deyin ama düşünerek oy verin” diyor.
Niyet okuması yapmak istemem, ama satır arası okumaya bayılıyorum.
Bana bu yazıdan sanki gizli “Hayır”cı gibi geldi, ne dersiniz?
ABDÜLKADİR SELVİ: Herkes onu hükümetin
Hürriyet’teki temsilcisi sanıyor ama Selvi gerçek gazeteci,
gazeteci olduğu için de duramıyor, can sıkma uğruna satır
aralarında haber veriyor. Bir süredir “Evet” oylarının garanti
olmadığını yazıyor; Başbakan Binali Yıldırım’ın da dikkatini çekmiş
ki telefonla arayıp “Ben öyle düşünmüyorum” demiş. Benimki bu sefer
satır arası okuma değil, düpedüz bir bahis. Acaba çaktırmadan
“Hayır” der mi?
ENGİN ARDIÇ: O, köşesinden “Yetmez ama evet”çi
olduğunu yazdı ama herhangi bir ideolojisi ve duruşu olmadığı için
her satırı gibi buna da biraz tedbirli yaklaşmak gerek. İşin bir de
pratik bir tarafı var. Zaten evinden çıkmıyor, bir pazar günü hele
hele oy vermek için çıkacağını hiç sanmam. Köşede yazar o ayrı.
ŞEFFAFLIK ADINA OY BEYANIM
YAŞIM ortaya çıkacak ama, 20 yılı geçti bu mesleği yapıyorum, hemen
hemen hiç oy vermedim.
İstanbul’da Beşiktaş İlçesi’nde oturuyordum zaten, oy versem de
fark etmeyecekti. Ama bir keresinde sırf şu an FETÖ’cülükten
soruşturma altında olan CHP’li Murat Hazinedar seçilmesin diye Can
Ataklı’ya oy verdim.
Seçim gecesi sandıktan çıkan ilk oyları görünce o 200 kişiyi eve
çağırıp bir parti vermeyi bile düşündüm. Çok eskiden Cihangir’in
gazına gelip ÖDP’ye, bir de Selahattin Demirtaş’a oy vermişliğim
var. Hevesimi aldım sanırım.
Bunun dışında genel olarak oy kullanmıyorum. Zaten hayatımı Groucho
Marx’ın “Benim gibi birini kabul edebilen hiçbir kulübe üye olmam”
ilkesine bağlı yaşadım hep...
Oy vermenin özellikle herkesin birbirini bir kutuya sokmaya
çalıştığı Türkiye’de bir stigma’ya dönüşmesinden rahatsızım.
DEŞİFRE MERAKI
Benimle aynı hissiyatı paylaşan başka gazeteciler de var.
Washington Post yazarı Chris Cillizza, “Kendimi savunmak zorunda
kalmamak için oy vermiyorum” diyor. “Hemen herkes yazdığın
satırlardan dolayı senin tarafını deşifre etmeye çalışıyor. En ufak
bir satır bile ipucu olabilir, siyasi düşüncelerin hakkında bir şey
demeyen cümlelerin bile. ‘Geçen seçimde kime oy verdin?’ diye
soruyorlar. Söylemezsen bunu kendi partilerinin rakibine oy
verdiğinin onayı olarak yorumluyorlar.”
Her şey bir yana, gazetecilerin vereceği oyun ne rakamsal ne de
sembolik bir anlamı var. Asli görevimiz oy beyanı değil, bilinçli
seçmen oluşmasına katkıda bulunmak.