26 Oca 2012 17:33 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:16

"ORADA İŞLER ÇOK TATLI GİTMİYORDU!" MEHMET ALTAN O SÜRECİ ANLATTI!

Mehmet Altan, Star gazetesinden kovulmasıyla sonuçlanan sürecin nasıl işlediğini anlattı.

Gazeteci-Yazar Mehmet Altan, hükümetin “müthiş bir biat kültürü ile sadece övgü ve alkış” istediğini belirtirken, Kürt sorunu konusunda ise “Din, ırk, mezhep üzerinden oyalıyor siyaset” dedi. Altan, “Çünkü rejimi değiştirmeye yönelik bir siyaset yok” eleştirisini yaptı.

Star Gazetesi'ndeki haftalık yazılarının sayısı 7'den 5'e düşürülen Mehmet Altan'ın, ANF'ye verdiği röportajdan sonra işine son verildi. Star Gazetesi yönetimi Altan'dan, "Amacım maksadımı aştı" şeklinde yazı yazmasını istedi. Yazmayı reddedince, işten çıkartıldı.

Bu noktaya gelinceye kadar Star Gazetesi'nde nasıl bir sonuç yaşandı? Liberal aydınlardan AKP'ye karşı yükselen eleştiriler ne anlama geliyor? Medya Uludere'de neden sustu? AKP yeni sivil ve demokratik bir anayasa yapabilecek mi? Altan Etkin Haber Ajansı’ndan Arzu Demir’e konuştu.

Star Gazetesi'nde yazılarınıza son verildi. Bu noktaya gelinceye kadar nasıl bir süreç yaşandı?
Gerçekten de bu bir süreçti. Orada işler çok tatlı gitmiyordu. Okur ya da medya bunları çok yakından izlemediği için kimi ayrıntıları da görmüyor. Ama hepsi arşivlerde var. Yazımın üstündeki "başyazı" ibaresi yeni mizanpajda kaldırıldı. Üstelik bana hiç söylenmedi. Birgün web sitesindeki yerimin değiştiğini gördüm. Gazetenin arşivlerine girilip bakıldığında yazılarımın anonslarının nasıl konulduğu da bir başka örnektir. Bir başka gün ilan nedeniyle yazılarımın 7'den 5'e ineceği söylendi. Aynı zamanda o gruba ait televizyona 3-4 yıldır çıkmıyorum. Bunları çok önemsemiyordum ama nereye, ne konuşacağım söz konusu edilince, işler çığrından çıktı. Nereye, nasıl konuşacağım konusunda bugüne kadar, askeri dönemlerde dahi görmediğim bir cüret, haddini aşan bir uslüp söz konusu oldu. Çünkü nihayetinde ben ilk yazısını 1968 yılında çok genç yaşta yayınlanmış, 30 yıllık hocalık yapan biriyim. Kime, nasıl konuşacağımı, en azından bu işi diğerlerinden daha fazla yapmam sebebiyle bilirim. O nedenle bu nezaketsizlik, bu uslüp ve bu hoyratlık işlerin sürdürülemeyeceğini çok net ve somut bir işaretiydi.

ANF'ye verdiğiniz röportajın bu süreci hızlandırdığını düşünüyor musunuz?
O röportaj, resmi sitem olan mehmetaltan.com'da duruyor. Benim nereye konuşacağımı, ne söyleyeceğimi başkası tayin edecekse yanmışız.

Röportajdan dolayı özür dilemeniz ya da benzeri bir şey istendi mi sizden?
O röportajdan dolayı, "maksadımı aşan şeyleri söyledim" şeklinde bir şey yazmam istendi.

'BUGÜNKÜ SİYASİ YAPI 12 EYLÜL VESAYESİTİNİN PARÇASI'

İfade ettiğiniz şekilde mi söylendi?
Maalesef. Bu cümle sonradan ifade edildi, ancak bana söylenen, böyle bir açıklama yapmamdı. Bu dehşet verici bir şey. Gazetenin içindeki bu özensizlik, hoyratlık yetmiyormuş gibi, "Ne söylediğini, nereye konuştuğunu bilmez. Ama tashih ettiririz" anlayışı var. Bu nezaketsizlik, hoyratlık, özensizlik - en kibar deyimiyle söylüyorum- işin nereye geldiğini gösteriyor.

O röportajda sadece "askeri vesayet yok, siyasi vesayet de var" dedim. Çünkü bugünkü siyaset kurumunu 12 Eylül oluşturmuştur. Siyasi yapı, 12 Eylül vesayetinin bir parçasıdır. Siyasetçilerin ihtiyacı olanları konuşuyoruz ama toplumumuzun ihtiyacı olanları konuşmuyoruz. Bugün siyasi olarak var olan bütün partilerin varlıkları 12 Eylül hukukuna bağlıdır. 12 Eylül hukuku siyasi partiler yasasını oluşturmuş, seçim yine 12 Eylül'ün seçim yasasına göredir. Meclis iç tüzüğü ve seçim barajı da öyledir. 12 Eylül zihniyetini ve siyaset kurumunu oluşturan zihniyeti değiştirmeden siyasi vesayet ortadan kalkmaz. Bir kere parti içi demokrasi, çoğulculuk yok. Oradan nasıl bir çoğulculuğu topluma çıkartacaksınız. O nedenle tek adamlar dönemi, üç dört partinin liderleri üzerinden bir rejim oluşuyor. Bu beyanatımı da açıkladım. Bunun da altını çizeyim.

'ELEŞTİREMEDİĞİN ADAMI ÖVMEYE DALKAVUKLUK DENİR'

Medyayı da konuşmak istiyoruz sizinle. Uludere Katliamı'nı medya neden görmedi?
Bu yeni dönemde yazılamayanlar yavaş yavaş bir liste oluşturmaya başladı. Uludere, şike, maaşların geçirilme uslubu, aynı zamanda Deniz Feneri. Bütün mesele bizim arzu ettiğimiz çoğulcu bir toplum. Onun kuralı da evrensel düzeyde hukukun ilkelerinin belirlemesi. Siz Siyasetin çıkarlarına göre hareket etmeye başladığınız vakit orada özgürlük kalmıyor. Muazzam bir biyat. Mesele şimdi ne? Siz geldiniz benimle konuşuyorsunuz. Neden? Çünkü ben şu anda işsizim. Peki ne yapıyorum ben? Bir ömür yaptığım gibi yazı yazıp, yazıyı gazeteye gönderiyordum. Gazeteye de gitmiyordum. Geri kalmış ülke sen işini çok özenli yapmaya çalışırken, senin başına iş gelmesidir. Normalde bin yıldır ne söylüyorsam, aynı istikamette günlük olayları yorumlayan ve o ilkeler üstünden hareket eden birisiyim. Ama o benim başıma çeşitli şekillerde işler getirmeye sebep oluyorsa, o geri kalmış bir ülkedir zaten. Ben herhangi bilinmeyen, genç, yeni çıkmış birisi değilim. 35 kitabım var, yüz yıldır bu işi yapıyorum, ilkelerim var, ilkeler üstünden hayata bakışım belli. Uludere meselesinde de aynı ilkeler üzerinden bakıyorum. Dersim'de özür dilendiği vakit Başbakan'ı çok alkışlarım ama bir aydır Uludere'de ne oluyor, ne bitiyor bunun üstü örtülü kalıyorsa, bunu da eleştiririm, bu çok doğal. Ama siyaset yedikçe iştahı artan bir canavar gibi eleştiriden nefret ediyor, müthiş bir biat kültürü ile sadece övgü ve alkış istiyor. Aynı zamanda da Türkiye öyle bir geleneğe sahip ki! Birisini eleştiremiyorsan övme, eleştiremediğin adamı övmeye dalkavukluk denir çünkü.

'TÜRKİYE'DE SİSTEM DEĞİŞMİYOR'

İşlerin bu noktaya geleceğini tahmin ediyor muydunuz?
Burası Türkiye. Gelmezse değişir dönüşür. Niye bir türlü dönüşemiyor. Turgut bey zamanında hepimizin alkışladığı, heyecanlandığı, Türkiye'nin bir daha geri dönmeyeceğini düşündüğümüz çok önemli hamleler oldu. Sonra 28 Şubat ile karşılaştık. Burada, sistem değişmiyor. Siyaset kendi ikbalini, kendi egosunu, kendi çıkarını, kendi siyasi iktidarda kalma meselesini her şeyin önünde telakki ediyor ve bütün siyasetini buna göre yapıyor. Yani, değişim siyaseti noktasına Türkiye gelmedi. Ne demek değişim siyaseti? İspanya'da çok güzel bir örneği var;Suárez. Franco faşizminden ülkeyi devraldı, 5 yılda AB ü yesi yaptı ve siyaseti bıraktı. Siyaset meslek haline geldiği vakit, ilke kayboluyor ve devlet seni esir alıyor. Siyaset meslek haline gelmemeli. Değişimi gerçekleştirmeye yönelik bir araç olarak algılanmalı. Çünkü siyasetten para kazanmaya başlayanlar sınıf da atlıyorlar.

Kendi mesleklerinde bulamadıkları olağanüstü imkanları siyasette bulmaya başladıklarında bir daha siyasetten ayrılmıyorlar ve bir ömür orada kalma arzusu depreşiyor. Ve halk siyasetçi zümresini ve üstelik bugünkü yapısı itibariyle 12 Eylül'ün bir cüzü, bir parçası olan siyasi sistemi değerlendirmiyor. Siyasetçinin saraydaki duruşunu ve siyasetin saraya girme çabasıyla yapıldığını gözden kaçırdığı zaman neden 12 Eylül'ün oluşturduğu siyaset düzeninin değişmediğini de anlamak mümkün değil.

Son dönemde 'Yetmez Ama Evet'çilerin itirazları eleştirileri yükseldi. Neden şimdi?
Şimdi burada bir mesele var, bunu da aşmak mümkün değil. Ben 1993'de 2. Cumhuriyet'teydim. Yani bu Cumhuriyetin demokratikleşmesi, Kemalizm yerine demokrasinin oluşması. İlkelerin üstünden hayata bakan biriyim. Ak Parti o ilkelere yakın durduğu zaman desteklerim, o ilkelerden uzaklaştığı zaman desteğimi çekerim. Biz herhangi bir partiye endeksli olarak varlığı sürdüren insanlar değiliz ki!

Bu sorumu sadece sizin üzerinizden sormuyorum. Genel olarak liberal aydınlarda eleştiriler geliyor...
Türkiye değişsin istiyoruz. Birisi değişime yaklaştığı vakit de...

AKP'nin tutumu sizde hayal kırıklığı yarattı mı?
Hayalkırıklığı ne yaratacak!

Ancak beklentiniz karşılanmadı...
Tabi. Toplumsal gelişme böyle bir şey. Çok büyük imkan vardı yapılamadı. O anlamda hayıflanma nedeni ama siyasetçi, siyaset denilen bir şey var.

'AKP devletleşti ya da devlet AKP'lileşti' yorumları da yapılıyor. Siz ne diyorsunuz bu konuda?
Devlet kavramını algılamak önemli bir şey. Devlet kilit noktadaki bir takım insanların siyasetçiye iktidara yakın ya da uzak olmasına göre şekillenecek bir şey değil. Devlet ele geçirildiği anda devlet olmaktan çıkar. devlet ele geçirilemeyecek bir hukuksal yaşayan organizmadır, herkese eşit mesafededir. Genelkurmay, istihbarat bana yakın ya da uzak diyerek devlet anlayışını darlaştırıp, sığlaştırdığın vakit hiçbir şeyi kontrol edemezsin. Çünkü kontrol etmeye çalıştığın şey; zaten kontrol edilemez bir şey. Peki ne kontrol edecek devleti? Evrensel temel hukuk kuralları kontrol edecek. Zaten devleti yönetmek bir yere ayar vermek değil, bu toplumun temel hak ve özgürlüklerini sağlamaktır.

'STATÜKOLAŞMAYA DOĞRU GİDİYOR'

AKP'yi bugünkü siyasetiyle nasıl bir kavrama oturtuyorsunuz?
Muhafazakarlaşmayla demokratikleşme dengesini tutturamayan, ilk baştaki dönüşümcü rejim tarafından "tü kaka" ilan edilen, muhalif duruşunu yitirmeye başlayan ve insanlar üzerinden devlete hakim olduğunu düşünen, cami- kışla rövanşını aşamamış, muhafazakarlaşma ile demokratikleşme dengesini kaçırmış, ileriye doğru reformcu bir noktaya değil, statükolaşmaya doğru çok hızlı bir şekilde hareket eden bir parti olarak görüyorum.

'EN ÖNEMLİ YASA ŞİKE YASASI MI?'

Bir yazınızda benim özlediğim Türkiye bu değil diye belirtmiştiniz.
Evet. Örneğin Uludere. 30 gün oldu. Şike Yasası. Toplumun vicdanının kabul edileceği bir şey mi? Kürtlerin alfesinin serbest bırakılması, Alevilerin cemevleri, Rumların ruhban okulları sorunu bekleyip duruyor. En önemlisi 12 Eylül Anayasası duruyor. Şimdi en önemli mesele şike yasası mı? Şikeyi yasalaştırarak meşrulaştırmak mı? Niye her şeyden önce bu? Bu zaten büyük bir kırılma gösteriyor. Arkasından Hrant Dink'in mahkemesinin sonucu. Denktaş'ın ölümünü bahane edip özel harbe yapılan güzelleme. Bunların bizi iyi bir yere götürmeyeceğini çığlık çığlığa bağırıyorum ama bunun karşılığı bir şekilde başka türlü geliyor.

Yeni Anayasa tartışmaları yapılıyor. Bu tartışmalardan sivil ve demokratik bir anayasa çıkar mı?
Siyasi Partiler Yasası'nı konuşmadan Anayasa'yı konuşmak toplumu oyalamak anlamına geliyor. Kim değişterecek bu anayasayı? Siyaset kurumu. Siyaset kurumunu oluşturan ne; 12 Eylül. 12 Eylül'ün yasalarına göre oluşmuş bir siyaset kurumunun 12 Eylül anayasını değiştirmesi mümkün mü? Madem bu kadar değişiklik arzusu var, neden çok basit değişiklikler yapılmıyor. YAŞ'ta oturma düzeni değişiyor. Önemli ama YAŞ'ı da değiştirmek lazım. Yüksek Askeri Şura Yasası'nın devam ettiği yerde oturma düzeninin değişmesi propanganda vesilesi. Geriye dönüş olacak diye korkuyorum. Yani rövanşist davranırsan, demokrasiye götürmezsen, bunun da rövanşı gelir.

'ÖZAL DÖNEMİNDE DE SİSTEM DEĞİŞMEDİ'

Kürt meselesini de konuşalım...
Kürt meselesi. Din, ırk, mezhep üzerinden oyalıyor siyaset. 2010 yılında AİHM'de en çok mahkum olmuş ülkeyiz. Hukuk konuşmadığı, siyaset hukuku dönüştürmediği vakit -devletin yapısı mevzuat noktasında radikal bir şekilde değişmediği vakit- Türkiye'nin sorunları aşılamaz. Aynı mevzuat duruyor. Turgut Özal dönemininde zaten en büyük eksikliği bu oldu. Sistem değişmedi. Değişen ne? Bir takım adımlar atılıyor. Bunları olumlu buluyoruz. Ama sonunda ne oluyor? İşte Hrant Dink cinayetinden çıka çıka "örgüt yoktur" fikri çıkıyor. Uludere'de çocukları F-16 füzeleri parçalıyor ve 30 gündür sonucunu öğrenemiyoruz. Şike her şeyden ağır basıyor. Parlamento en fazla onlara kulak kabartıyor. Çünkü rejimi değiştirmeye yönelik bir siyaset yok.

'BU CUMHURİYETİN VATANDAŞI YOK'

Siyasi ve iktisadi liberalizm kitlelere çözüm olabilecek mi?
Siyasi ve iktisadi liberalizm dediğimiz şey; insanı devletten daha öncelikli sayan bir anlayış. Türkiye, ne sosyalizm, ne Marksizm ne de liberalizm üretti. Bu toplumdaki en derin düşünce milliyetçilik. Kürt meselesi ile ilgili soruda uzatmamak için girmedim. Siyaset nereden oy alıyor? Din, ırk, mezhep deyince oy alıyorsun. Bunun üzerinden siyaset Türkiye'nin bölünmesine ve Kürt sorununun çözülememesine neden oluyor. Bunu Kürt ve Türk siyaseti için söylüyorum. Mesele burada nedir? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Kürtlerin de vatandaşı olacak büyük bir değişeme uğraması. Bu bir hukuksal devrimdir. Bu cumhuriyetin vatandaşı yok. Hukuk kavgası üzerinden ifade edilmiyor, ırk ve din üstünden bir kavga olarak ifade ediliyor. Çünkü ırk ve din kavgası oy getiriyor. Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri çözüldüğü vakit, zaten demokratik bir cumhuriyete dönüşmüş olacak. Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürtlerin de devleti olması. Ama bundan nemalananlar buna karşı. "Kürt açılımı, Alevi açılımı, Roman açılımı" diye bir şey olur mu? Aynı zamanda bu kavga yönetme kavgası.

Az önceki soruya dönersek...
Liberalizm, "İnsan herşeyden önemlidir" der. Havel, Çek Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı'yken, "İnsanlar sınırlardan önemlidir" dedi. Bu yeni asrın en önemli anlayış sloganıdır. İkinci en önemli konu; beni kimin yönettiği değil, nasıl yönettiğidir. Her kesimin siyasetçisi, tek şey konuşuyor: Kim yönetecek? Benim derdim kimin yöneteceği kavgası değil. Onun için siyasetçinin aleti olmam. Tek hedefim var; yönetilenlerin yaşam kalitesi, standardı. Yönetilenler ne olacak? İkitelli'de kapalı arabayla işe götürülürken ölen 8 kadın, Afşin-Elbistan'da cesetleri toprak olan madenciler, Van'dan İstanbul'a getirilirken yanan mahkumlar, gelir dağılımında en alttaki kesimler, Türkiye'de bölgesel adaletsizlik, kadın-erkek eşitsizliği. İnsan üzerinden hayata bakmanın egemenliği. Liberalizm dediğiniz şey; insanı kutsamaktır. Bunu eleştirenlerin tek bir hedefi var, devlet ve yönetme arzusu.