06 Ara 2011 13:23 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 13:06

ONLAR EKRANLARIN KAVUKLU VE PİŞEKÂRLARI!

Radikal'in popüler kültür eleştirmeni Orhan Tekelioğlu "Derin Futbol" programı üzerinden ekranlarda "tartışmacı" rolü kesen "oyuncu"ları mercek altına aldı.


İşte Orhan Tekelioğlu’nun o yazısı...

Kavuklu ile pişekâr

Federasyonu alelâcele basın toplantısı yapmaya zorlayan bir haberle sarsıldı geçen hafta futbol camiası. İddiaya göre, iki federasyon görevlisi, şike skandalını soruşturmak için gelen UEFA müfettişine Fenerbahçe kulübünü jurnallemişlerdi. Pek ciddi bir çehreyle iddiayı ekranda ilk kez dile getiren Ahmet Çakar’ın hikaye etme tarzı, Türkiye televizyonun yerel bir özelliğine işaret ediyor olabilir. Önce Çakar’ın hikayeleme yöntemine bir bakalım. Hasbelkader o esnada ekranın karşısında olduğumdan Çakar’ın jest ve vurgularına da tanık oldum, zaten konuşmanın ayrıntıları biraz kısaltılmış da olsa gazetelerde yayımlandı. Sözünü ettiğim tarzı kavrayabilmek bakımından bir tiyatro eserinin “sahnelenmesi” gibi aktarılması gerektiğini düşünüyorum.

Ortaoyunu üslubu
İddianın sahnelendiği mekân Beyaz TV, programın ismiyse pek manidar, “derin devleti” çağrıştırıyor, ‘Derin Futbol’. Çakar’ın dışındaki tartışmacılardan biri Ömer Çavuşoğlu, diğeriyse artık soyismini kullanmayan, ekran şahsiyeti olarak daha da kolay hatırlanabilecek bir isme dönüşen Rasim Ozan!
Çakar, söze şöyle başlıyor: “Geçen hafta içi sabah 9’da cep telefonum acı acı çaldı (bu arada, cep telefonu eline alıyor, kulağına doğru götürüyor). İsviçre’de yaşayan yakın bir arkadaşım (Rasim Ozan’a dönüyor, seninle konuşmuştuk ya, İsviçre’de yaşayan, futbolla falan pek de ilgisi olmayan Ermeni arkadaşım), yan masada oturduğundan duyduğu, şahit olduğu bir yemeği anlatıyor. Oteli, otelin içindeki lokantanın ismini ve yenen menüyü açıklıyorum. Yer Lozan, arabayla yarım saatlik mesafedeki bu lüks otelin içindeki Japon restoranı (Fransızca olarak ismini söylüyor) da Lozan’ın en tanınmışlarından. Masadaki üç kişi, çoğunlukla Fransızca, bazen de İngilizce konuşuyorlar. Yan masada oturan arkadaşım yedikleri mönüyü de not etmiş.” Masadakiler tarif edilmeye başlanıyor. Birisi 1,95 boyunda, sivri burunlu kahverengi ayakkabı giyiyormuş! Coşuyor, adamın ismini, müfettişin nasıl telaffuz ettiğini defalarca söylüyor. Sonra, bu kişinin federasyon görevlisini nasıl kandırdığını anlatıyor. “Önce pek konuşmak istememişler. O da demiş ki, evladım Lütfü, sen yakışıklı (ne alâka?) bir Türksün, yaşın da müsait, önümüzdeki dönem UEFA’da görmek isteriz, artık bizdensin!” Stüdyodakiler kıkırdıyor, Çakar’ın çehresi abuslaşıyor, iyice asabileşiyor. Lafı uzattığımın farkındayım ama, aktardığım hikaye etme tarzında, ciddi bir iddianın, bir haberin aktarılmasından çok, ortaoyununa benzer bir kurgu, bir üslûp olarak belirginleşiyor. Çakar sadece bir örnek. Tartışma programları benzer tarzda konuşmayı adet hâline getirmiş, “tartışmacı” rolü yapan “oyuncu”larla dolu.

Salağa yatan
Ortaoyununun olmazsa olmazı “doğaçlamacı” karakteri ve tabii ki elit-halk (fakir- zengin anlamında değil, merkez-çevre kültürlerin çatışması anlamında) zıtlaşmasıdır. Karagöz ve Hacivat’ın tiyatrodaki karşılığı olan ortaoyununda bir yanda pişekâr gibi bazen “salağa yatan”, bazen kışkırtan, aslında adamına göre şerbet veren, her devre uyum sağlayan ve “halkın gözünden” tarif bulan bir “seçkin” tipi varken, onun karşısına biraz dangıl dungul da olsa, özünde halkın sağduyusuna sahip, içten pazarlıklı olmayan dobra bir komik, yani kavuklu bulunur. Şurası unutulmamalı ki, her ikisi de şehrin insanıdır ve komedinin anlatısı günlük hayattan alıntılarla süslenir. Şimdi, tekrar ‘Derin Futbol’daki anlatıya dönelim. Ahmet Çakar’ın ekrandaki rolü komik olmadan “eğlenceli” olabilme durumuna dayanıyor. Örneğin, dile getirdiği çok ciddi iddiayı anlatırken meseleyle alâkasız o kadar çok detayı (ince burunlu ayakkabılar, ismin telaffuzu, mönüdeki yemekler, omuza pat pat vuran el vb.) anlatıyor ki, olayın ciddiyetinden çok “anlatılma hâli” (ekran çekiciliği) öne çıkıyor. Öte yandan, sistemin çalışması için bir pişekâra, yani kavukluyu kışkırtacak birine ihtiyaç var ve ‘Derin Futbol’un bu konudaki yıldızı şüphesiz Rasim Ozan Kütahyalı. Zamanı geldiğinde Çakar’ı fişekliyor, ortamı pişiriveriyor. Öyle bir “komple” ekran kişiliğine sahip ki Kütahyalı, ekrandaki istikbalini ne kavuklu ne de pişekâr tipi sınırlayabilir, Rasim Ozan’ın ekran ömrü ya çok uzun ya da kısacık, göreceğiz zaten. Pişekâr ya da kavukluya benzer ekran şahsiyetleri periyodik olarak tartışma programlarına katılıyorlar yıllardır, tabii ki hepsinin bir kullanma süresi var ve rolleri eskiyince (hünerleri kanıksanıp suratları eskiyince) ekrandan tekaüt oluyor.

Okumuş ama halk çocuğu
Yine de hakkını teslim etmeliyiz, Ahmet Çakar’da önemli bir fark var. Dikkat edin, her kim (izleyicileri kastediyorum) Çakar’dan söz ederse, söz birliği etmişlercesine, konuşmanın bir yerine bu ekran şahsiyetinin aynı zamanda “doktor” olduğunu, biraz da şaşırarak ilâve ediyorlar. Geleneksel ortaoyununun dönüştüğü, gelenekten koptuğu yer tam da bu ayrıntıda gizli. İzleyici, Çakar’ı geleneksel bir kavuklu karakterine haiz, kaba saba da olsam, ben dobrayım ve halkı temsil ederim duygusundan çok, “halkının değerlerine dönmüş”, ona benzemiş bir eliti izler gibi algılıyor. Adam okumuş, para kazanan bir mesleğe (doktorluğa) sahip olmuş ama aynen bizim gibi “sinkaflı” konuşabiliyor, tepesi atabiliyor, gerekirse karşısındakini stüdyonun dışına “kavgaya” çağırabiliyor.
Demek ki, durumu tersten de okuyabiliriz. Bu dönüşmüş, postmodernleşmiş kavuklunun en önemli hasleti, eğitim gibi nedenlerle halkın “değerlerinden” bir süre uzaklaşmış da olsa, sonunda “ona” dönebilmesi, yani aynen bir “mahallemizin çocuğu” gibi ekranda oynayabilmesi. Sadece ekrandaki futbol programlarında değil, siyasi tartışma programlarında da, ortaoyunundan devşirilmiş kahramanlardan mebzul miktarda bulunmuyor mu? Ustaca “oynanan” (oynanmıyormuş gibi) asabiyet, babalanma ve gerektiğinde espri ve hazırcevaplıkla ekran çekiminin oluştuğunu fark etmeden siyasette galip olunmuyor. Kılıçdaroğlu’nun ekranda bir “halk çocuğundan” çok evkafta memur gibi görünmesi sempati uyandırabiliyor belki ama bir empati oluşturamadığı aşikâr.