22 Haz 2011 15:30 Son Güncelleme: 23 Kas 2018 12:29

"ÖLÜM YENİ BİR BAŞLANGIÇTIR!" CEVHER KANTARCI ARKADAŞI BEHİÇ KILIÇ'I YAZDI!

Dün hayata gözlerini yuman usta gazeteci Yeni Çağ gazetesi yazarı Behiç Kılıç'ı arkadaşı Cevher Kantarcı yazdı.

Dün, interneti açtım..

Malum önce Google çıkıyor adamın karşısına..

Baktım, Google’ın logosu olarak çok güzel bir grafik hazırlanmış..

Güneş, çiçekler, gülen böcekler, mutlu resmedilmiş çılgınca..

Üzerine tıkladım..

Meğer 21 Haziran olduğu için, Yaz mevsiminin başlangıç günü şerefine hazırlamışlar grafiği..

Yüce Allah, 2011 Yazını da görmeyi nasip etmiş bize..

Duygulandım..

Geçmiş yazları, geçen Yazlarda göçüp, artık bu alemde bir daha göremeyeceğimiz dostları, daha eskileri, daha da eskileri düşündüm..

Google’ın verdiği duygusallıktan sonra, internette gezinmeye başladım..

Basından önemli haberleri başarıyla duyuran Medya Radar’a geldiğimde, dondum kaldım!

Meslektaşım ve arkadaşım Behiç Kılıç, vefat etmişti!

Az önceki duygusallığım, yerini donuk bir şaşkınlığa bıraktı!

2011 Yaz mevsiminin ilk gününün ancak yarısı nasip edilmiş Behiç’e..

Hemen Behiç’in cebini aradım, karşıma onun öğrencilerinden Hadi Özışık çıktı.. Şaşkınlık içindeydi..

Behiç’in kızı Pınar’la konuştum, “Ah Cevher amcam” dedi ve gözyaşlarını tutamadı..

Behiç’le, özellikle Haldun Simavi’nin Günaydın’ında çalışırken, çok matrak günlerimiz oldu..

Pek çok kimse onu faşist olarak niteler ama o sinirli yapısının ve kocaman gövdesinin altında, çok ince mizahın hâkim olduğu, çok duygusal bir ruh hali yatardı!

Özellikle polis adliye muhabirlerinin babasıydı, bu mesleğe işinin ehli, canavar gibi muhabirler yetiştirmişti!

Çocuklar yanlış bir iş yaptıklarında acayip sinirlenirdi, berbat fırça atardı!

Fırçayı yiyen açısından durum parlak değildi ama fırça törenini seyreden bizler, o fırçadaki mizaha gülerken, kasıklarımıza kramplar girerdi..

Hele bir gün Sabri Morova’ya attığı bir fırçayı burada yazamam.. Yalnız o fırça tarihe geçecek kadar mizah doluydu!

Ciddi hata yapan muhabirleri o sinirle işten kovar, iki gün sonra yufka yüreği dayanamaz, hemen tekrar işe alırdı!

Kendisiyle dalga geçecek kadar, ruh haliyle barışıktı..

Milliyetçiydi ama milliyetçilik adına yapılan yanlışlarla, vahim hatalarla da dalga geçmekten çekinmezdi!

Bir gün Cağaloğlu’ndaki Milliyet Yayınları’ndan bir kitap alıp, gazeteye dönmüştüm..

Kitabın adını sordu, “Tarihi değiştiren 100 büyük yanlış” dedim..

İstanbul’un özellikle 1950’lerden sonra giderek bozulmasına çok kızardı, hemen espriyi patlattı:

“Ver bakayım, bizim İstanbul’u fethetmemizi de koymuşlar mı o 100 büyük yanlışın içine?”

İkimiz de hayli kiloluyduk!

Beraber yediğimiz yemekler ve porsiyon miktarı, hep ilgi çeker, espri konusu olurdu!

Bir gün zayıflamaya karar verdik ve Muzaffer Kuşhan’ın o zaman Şişli’de bulunan muayenehanesine gittik..

Önceleri verilen rejime uyduk, Muzaffer Kuşhan gitmeye başlayan kilolarımızdan memnundu ve bize bir spor salonuna gitmemizi önerdi..

Biz de Bakırköy’deki Namık Ekin Spor Salonu’na başladık!

Orası da iyi gidiyordu, daha da zayıflıyorduk!

Bir gün, spor salonundan çıkınca Behiç’in gözü kebapçıya takıldı ve fikrini açıkladı:

“Muhterem, bu Muzaffer Kuşhan bize akşamları bir parça et, iki dilim ekmek, salata ve yoğurt vermedi mi? Şimdi biz etin kıyma olarak hamurun üzerine konduğu lahmacundan yersek, yoğurt yerine de ayran içersek, aynı şey olmuyor mu? İçine koyacağımız soğanlar, maydanozlar da salata yerine geçer!”

Derhal kabul ettim, kebapçıya daldık..

Lahmacun, kısa süre sonra Adana’ya, yoğurtlu kebaba terfi etti.. Sonra “Bir defayla bir olmaz” diyerek, kaymaklı künefe de menüye eklendi..

Ve kontrol için çıktık Muzaffer Kuşhan’ın karşısına..

İkimizi de tarttı ve sordu:

“Sadece dediklerimi yiyorsunuz değil mi?”

“Elbette ikimiz de!”

Muzaffer Kuşhan gide gele aramızda doğan esprili samimiyete güvenerek kükredi:

“Ulan ayılar! Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz! Tartı mı bozuldu, sizin rejim mi?”

Bize öyle bir ceza rejimi verdi ki, bizim zayıflama hikâyesi orada bitti, kutlamak için soluğu Samatya Develi’de aldık!

Garson, içinden bazılarını beğenmemiz için tepsiyi getirip uzattı!

Behiç’ten cevap:

“Tepside ne varsa indir masaya!”

İşte o güle oynaya yenen aşırı yemekler, Behiç’i düne kadar taşıyabildi!

Önce şeker hastalığı korkutucu bir düzeyde ortaya çıktı, takmadı sonuçta ayak parmaklarından birini kestiler..

O acılı haliyle bile gülerek bana dedi ki:

“Muhterem artık tek toynaklı hayvanlar sınıfına girdim”

Sonra şeker hastalığı böbreklerini bitirdi, diyalize mahkum oldu..

Ve dün kalbi durdu!

Behiç’le birbirimize hep “Muhterem” diye hitap ederdik..

Sekiz yıldan beri de birbirimizi görmemiştik..

Ülkesini, eşi Peyman’ı, kızı Pınar’ı ve gazeteciliği çok severdi..

Peyman’ın kansere yakalanmasından sonra, onu sağlığına kavuşturmak için, çok büyük fedakarlıklar yaptı..

Behiç’in arkasından sevgiyle ananlar olacağı gibi, bazıları da siyasi görüşlerinden dolayı pek olumlu konuşmayacaklardı muhakkak!

Keşke çok eskide olduğu gibi, ters görüşte olanların kâğıt üzerinde birbirlerini yedikleri ama arkadaşlıklarını da sürdürdükleri olgun devirlerde yaşasaydık!

Muhterem, 60 yaşında öte ve gerçek âleme göçtü..

“Aramızdan erken ayrıldı” falan gibi saçma laflar etmeyeceğim..

Ömür süresini Allah belirler ve buradaki süre bittiğinde, bu hayattan öbür âleme geçilip, yeni yaşama başlanır!

Ölüm yeni bir başlangıçtır..

Biz bu boyutta kalanlar, özlemle üzülüyoruz, geçiş yapanlara..

Önemli olan, buradan giderken, öte tarafa götürülen güzellikler ya da kötülükler..

Behiç’e rahmet, eşi Peyman’a, kızı Pınar’a, Yeniçağ Gazetesi’ne, tüm sevenlerine başsağlığı diliyorum..

Nur içinde yatsın, dileğiyle..

Bugün böyle bir yazı oldu işte..

İdare edin lütfen..

Cevher Kantarcı/Gazeteport