OKYANUSTA BİR SANDAL, SANDALDA BİR KAPLAN!
Yılın son haftası birbirinden iyi filmlerle şenleniyor. Murat Tolga Şen'in hazırladığı Cineradar'da haftanın tüm filmlerine göz atmadan sinemaya gitmeyin!
Yeni yıla girmeden önce vizyon hareketli… 7 yeni film gösterimde
ve bunlardan birkaçını mutlaka görmeniz gerekiyor. Cineradar’ın
yapısında geçen haftadan bu yana bazı küçük değişikliklere gittim.
Buna uygun olarak, bu haftanın en önemli üç filmini öne çıkarıp
diğerleri hakkında da kısa bilgiler geçeceğim.
Bir de üzücü not düşmek istiyorum: Uzun yıllardan sonra 2012’de,
12.si yapılan İzmir Uluslararası Film Festivali’nin bu yıl
yapılmayacağını öğrendim. İzmir gibi büyük ve güzel bir şehre
festivalsizlik yakışmıyor. Ülkemizde dağıtımcılar tekelleşirken
sinemayı yaymanın ve büyük bütçeli Hollywood yapımları dışında iyi
filmler görebilmenin en iyi yoludur festivaller. Nisan ayında
yapılan festival sırasında İzmir’deydim ve inanılmaz bir ilgi
gözlemledim. İzmir zengin bir şehir… Bakanlık desteğine muhtaç
olmadan da iyi bir film festivali çıkarabilecek potansiyele sahip.
Umarım kısa zamanda her yıl yapılan bir festivale
kavuşur.
Pİ’NİN YAŞAMI: OKYANUSTA BİR SANDAL, SANDALDA BİR
KAPLAN!
Hindistan’dan Kanada’ya giden bir yük gemisi, içindeki hemen hemen
tüm canlılarla birlikte trajik şekilde batar. Bir cankurtaran
filikası, uçsuz bucaksız vahşi Pasifik Okyanusu’nun ortasında
yapayalnız kalır. Sandalın hayatta kalmayı başarabilen mürettebatı
ise bir sırtlan, kırık bacaklı bir zebra, bir orangutan, Richard
Parker adında üç yüz kiloluk bir Bengal kaplanı ve Pi adlı 16
yaşında Hintli bir çocuktan oluşmaktadır. Pi’nin hayvanat bahçesi
işleten ve hayvanlarıyla göç yoluna koyulan ailesi, batan gemide
yaşamını kaybetmiştir. Pi, kurtuluş yok gibi görünen bu okyanusta
zayıf bir sandalda yanındaki hayvanlarla birlikte hayatta kalma
savaşı verir ve keskin zekası ve zooloji bilgisiyle besin zincirine
kurban gitmez. Ama şimdi Bengal Kaplanı ile teknede baş başa
kalmıştır.
Oscarlı sinemacı Ang Lee’nin yönetmenliğinde sıra dışı bir öykü
sunan filmin kadrosu ise oldukça renkli... Filmde Pi’yi daha önce
oyunculuk deneyimi bulunmayan Suraj Sharma canlandırıyor.
Bu yıl en çok beklediğim filmlerden biriydi Pi’nin Yaşamı… Büyük
beklenti, büyük hayalkırıklığı yaratır derler ancak bu defa öyle
olmadı. Başından sonuna izlemesi çok keyifli bir film ve Cüceler
adına üzülerek söylemeliyim ki Hobbit: Beklenmedik Yolculuk’un bile
başaramadığı ölçüde bir görsel keyif...
Aslında okyanusun ortasındaki Hintli bir çocukla vahşi bir Bengal
kaplanının hikayesi ne kadar ilginç olabilir ki? İşte tam da burada
Ang Lee’nin yönetmenliği devreye giriyor. Lee, görüntüyle şiir
yazabilen yönetmenlerden... Şimdiye kadar ki tüm işlerinin de
ötesinde bir çabayla Pi’nin Yaşamı’nı birden fazla kez izlenmesi
gereken bir görsel şölene dönüştürüyor. Sinemada izlemeniz şart
olan filmlerden…
TUTKUNUN VE AŞKIN KADINI; ANNA KARENİNA
1874 yılında genç ve güzel Anna Karenin yaptığı evlilikle St.
Petersburg’un yüksek sosyetesi içerisinde çok iyi bir konuma
sahiptir. Kocası Karenin Rus siyasetinin de önemli isimlerindendir.
Bir gün erkek kardeşi Oblonsky’den eşi Dolly ile arasını
düzeltmesini isteyen ve onu Moskova’ya çağran bir mektup alır. Bu
yolculuk esnasında tanıştığı Kontes Vronsky’nin garda kendilerini
karşılayan oğlu, genç subay Vronsky ile aralarında bir kıvılcım
çakar. Moskova’da karışık aşk üçgenleri arasında düzenlenen büyük
bir dans balosunda herkesin bakışları Vronsky ve Anna’nın üzerinde
toplanır.
Anna, karşı koyamadığı bir aşka doğru sürüklenirken, Vronsky’den
kaçıp St. Petersburg’a ve aile yaşantısına dönmesi, ne hakkında
çıkan dedikoduları engelleyebilir ne de yüreğinde duyduğu aşkı. Bu
arada eşi Karenin, Anna’yı uyarır; halkın gözünde bir skandala yol
açmıştır. Ama aşkın seçen kadına karşı Rus halkının iki yüzlülüğü
de bu şekilde ortaya çıkacaktır...
Yönetmenliğini Joe Wright’ın üstlendiği filmi Tolstoy’un ölümsüz
romanından bu kez uyarlayan isimse Oscar ödüllü Tom Stoppard.
Yönetmen Wright Kefaret ve Aşk ve Gurur’dan sonra bu filmde de
yeniden Keira Knightley’i başrole taşıyor. Güzel yıldıza filmde
Jude Law ve Aaron Johnson eşlik ediyor.
Joe Wright’ın harika bir yorumla yeniden sinemalaştırdığı ünlü
Tolstoy romanını artık bilmeyen yoktur. Neredeyse tüm Yeşilçam
melodramlarını besleyen bir öyküleme anlayışı içerir Anna
Karenina… Aşk tutkuyla yaşanır ancak her şeyin faturası
kadına çıkar ve sadece o bedel öder. Romanın ahlakçı anlayışı
elbette bu uyarlamada da mevcut ancak tartışmamız nafile… Harika
planlar, muhteşem kostümler ve sıradışı bir sahneleme tekniğiyle
çekilmiş nefis bir film Anna Karenina… Başından sonuna Anna’nın
aşkının tutkusunu hissettiren bir dinamizme sahip. Filmin
anlatımının karakterlerin ruh hali ile ivmelendiğini de yazmak
gerekir. Anna’nın duygusallıktan arınmış kocası ekranda göründüğü
anda yavaşlayan hikaye, Anna ve Vronsky’nin aşkına şahit olduğumuz
sekanslarda delice bir tempoya kavuşuyor.
Abartılı oyunculuğundan pek hazzetmediğim Keira Knightley’i bile
çok başarılı bulduğum bu dönem filmi, haftanın görülmeye değer
yapımlarından biri… Kaçırmayın!
AŞK… ÖLENE KADAR!
80’lerinde emekli ve eğitimli iki müzik öğretmeni olan Georges ve
Anne’ın ,kendileri gibi müsizyen olan fakat uzakta yaşayan bir
kızları vardır. Bir gün Anne bir kriz geçirir ve felç olur. Çift
kadının felç geçirmesinin ardından bu durumla başa çıkmaya
çalışmaktadır. Şimdi onca yıla yayılmış olan evlilikleri yeniden
bağlılık testinden geçmektedir. Usta yönetmen Michael Haneke’nin
son filmi olan yapım 2012 Cannes Film Festivali’nden büyük ödülle
dönmüştü.
Haneke yaşayan en büyük yönetmenlerden biri… Bu kadar dar alanda
kısa paslaşan bir öyküde bile ustalığını konuşturuyor ve inanılmaz
bir seyir zevkine yol açıyor. Filmin dingin anlatımı festival
seyircisine yönelik bir film olduğu izlenimini doğursa da Aşk/Amour
izleyen herkesi büyüleyebileyecek bir film. Aslında film izlemekten
daha ötesi… Kocaman bir yaşamın tüm deneyimlerine ortak olmak gibi…
Film oldukça şaşırtıcı ve unutulmaz bir finale giderken hikayenin
içine öylesine girmiş oluyorsunuz ki, anlamaktan başka çareniz
kalmıyor. Bittikten sonra da kafanızın ve kalbinizin içinde
oynamaya devam edecek bir film izlemek istiyorsanız mutlaka
gidin.
RUHLARDAN HABER VAR: MEDYUM
Gerilim severler için haftanın iki filminden biri; Medyum…
Başrollerini Robert De Niro, Elizabeth Olsen ve Sigourney Weaver’ın
paylaştığı yapımın yönetmenliğini ve senaristliğini ise üçüncü uzun
metrajlı işine imza atan İspanyol yönetmen Rodrigo Cortés
üstleniyor.
Üniversitenin psikoloji bölümünde öğretim üyesi olan Margaret
Matheson ve asistanı Tom Buckley, ruh çağırma, psişik güçler,
telepati vb. metafizik olarak tanımlanan olayları ülke çapında
araştırarak, sahte medyumların ipliğini pazara çıkartmaktadırlar.
İnsanları çeşitli, kurnaz yöntemlerle kandıran şarlatanlar çok
büyük paralar kazanmakta, dahası ciddi hastalıkları olan insanları
tıbbi yöntemler yerine bu sahte güçleriyle tedavi ettiklerine
inandırmaktadırlar.
Fakat ünlü medyum Simon Silver 30 yıl sonra yeniden gündeme gelip,
gösterilere çıkmaya başlayınca Tom, Margaret’ın tüm ısrarlarına
rağmen Silver’ın da peşine düşmek, bir yalancı olduğunu ispat etmek
ister. Ve bu sefer büyük oynayacaktır...
HEPİMİZ KOBAYIZ! htr2b: DÖNÜŞÜM
Haftanın diğer gerilimi ise yerli bir yapım ancak çok talihsiz bir
isimlendirme ile gösterime girdi. Film isminin ne önemi var
demeyin, gişeye direk etki eder…
Bir ana haber bülteni haberiyle çıkış noktasını oluşturan film,
büyük ilaç firmalarının, yeni ürettikleri ilaçları piyasaya
sürmeden önce, üçüncü dünya ülkelerinde yaşayan ve bu ilaçlar
piyasaya sürülmeden önce firmalar tarafından kobay olarak
kullanılan insanların hikayesini konu alıyor. Yönetmen Osman Evre
Tolga’nın bir gazete haberinden yola çıkarak kurguladığı filmin
kadrosunda ise Serkan Altunorak, Veda Yurtsever İpek, Ahmet Somers,
Damla Özen, Teoman Kumbaracıoğlu, Canan Maktal, Tuğrul Tülek gibi
isimler yer alıyor.
Haziran ayının sakin ve güzel akşamında, aile yemeğine hazırlanan
huzurlu insanlar... Fakat evlerinin bulunduğu ormanı kimlerle
paylaştıklarından habersizler. Ormanın derinliklerinde saklı ve
yasa dışı bir klinikten kaçmış deney kobayları kol geziyor. Zira
onların doğaları değiştirilmiş ve acıma, merhamet gibi duyguları
yok. Aile birbirlerini koruma içgüdüsüyle korku içinde hayatta
kalmaya çalışırken kimin daha vahşi olacağını ise kimse
bilemez...
DÜNYANIN SONUNA BİR PROVA: KIYAMET GÜNÜ!
Özellikle görsel başarımıyla dikkat çeken Kıyamet Günü, felaket
filmlerinden hoşlanan seyirciler için ilaç niyetine bir film.
Yüksek dozda duygusallık ve ailenin yüceltilmesi gibi kimsenin
dayanamayacağı mesajlarla dolu…
26 Aralık 2004’te yaşanan tsunami felaketini kurtulmayı başaran bir
ailenin gerçek hikayesi üzerinden anlatan filmin başrollerinde
Naomi Watts ve Ewan McGregor’u seyrederken filmin yönetmenliğini
ise The Orphanage filmiyle tanıdığımız J.A. Bayona üstleniyor.
Maria ve Henry 3 çocuklarıyla birlikte kış tatillerini geçirmek
için Tayland’a giderler. Bu tropik cennete birkaç gün keyifli vakit
geçirmek isteyen aile, 25 Aralık gecesi düzenlenen Christmas
partisine gider ve bolca eğlenirler. Ertesi sabah havuz keyfi
yaptıkları sırada korkunç bir gürültüyle ortalık sarsılmaya başlar.
Maria ve Henry korku içinde dona kaldıklarında, otelin duvarları
üzerinden dev dalgalar da üzerlerine doğru hızla gelmektedir!
BAZI ÖĞRETMENLER ÇOK SEVİLİR: CANIM ÖĞRETMENİM
Montreal’de Cezayirli bir göçmen olan Bachir Lazhar, çok sevilen ve
sınıfta gerçekleştirdiği intihar sonucu ölen bir ilkokul
öğretmeninin yerine geçmek üzere çarçabuk işe alınmıştır. Yavaş
yavaş , okulu ve öğrencilerini tanımaya başlar ve onları tanıdıkça
onlara bağlanır. İlk günden ortaya çıkan aralarındaki kültürel
boşluk bile bir yerden sonra göze batmaz hale gelir. Sınıf yavaş
bir iyileşme süreci geçirirken kimse Bachir’in acılı geçmişinden
hiç kimse şüphe etmemektedir. Fakat bu geçmiş öylesine rahatsız
edicidir ki eğer öğrenilirse sonuçları Bachir’in ülkeden atılmasına
kadar gidebilir.
Az kopyayla gösterime giren keyifli bir film… Yüksek bütçeli
Hollywood yapımlarından hoşlanmayanlar için haftanın en iyi
seçeneği bile denebilir.
Yönetmen Philippe Falardeau, baş rollerde ise Mohamed Fellag,
Sophie Nélisse ve Émilien Néron var.
Twitter.com/murattolga