30 Tem 2010 10:52
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:30
OKTAY EKŞİ'NİN GENÇKEN DE ANLAMA SORUNU VARDI!
Hangi köşe yazarı Mehmet Altan'a "Keşke babasına sorsaydı, ondan Oktay Ekşi'nin bayağı gençken de anlama sorunu olduğunu öğrenebilirdi" dedi?
Halinin tasviridir
Son baktığımda bir yasak eylemi veya suçu övmenin de suç olduğu Türk Ceza Kanunu’nda varlığını sürdürüyordu. Yakın geçmişte bu maddelerin işletilerek gazetecilere ceza verildiğini hatırlıyorum. Bunda şaşılacak bir yön de yok; sonuçta ’suç’ diye bir kavram varsa sadece suçu işlediği düşünülen değil, o suçu öven de yanlış bir iş yapmış olur.
Bu durumda, bir gazetenin başyazarının, ’suçlanan’ kişilerle kendisini aynı kaba koymasını ve başkalarını da "Hepsi böyledir" diye ’ihbar’ etmesini ne yapacağız? Basın Konseyi’ne mi şikâyet edelim?
Tahmin ettiğiniz üzere, kendisini ’suçlanan’ kişilerle aynı kaba yerleştiren ve başkalarını da ’suçlayan’ kişi, Hürriyet gazetesinin başyazarı Oktay Ekşi... ’Halimizin tasviridir’ başlıklı yazısında dediği şu: "Bu satırların yazarı -aynen Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin tüm mensupları gibi- kendisini ’ulusalcı’ sayar. Hani şu haklarında tutuklama kararı verilen 102 komutan var ya... Aynen onlar gibi."
Alın burdan yakın...
Kendisini hemen yanı başlarına yerleştirdikleri, mahkemece haklarında tutuklama kararı çıkmış kişiler... Avukatlarının tutukluluk kararının kaldırılması veya redd-i hakim için kapısını çaldığı mahkemeler, başvurularını reddetti. Haklarındaki ayrıntılı iddianame mahkeme tarafından kabul edildi. Elbette bunlar ’suçlu’ olduklarını göstermez, yargılama sürecinin sonunu beklemek gerekir; ancak ithamın ’ciddi’ olduğunu düşündürmeye yeter de artar bile.
Bir gazetecinin ciddi ve vahim bir ’kalkışma’ iddiasıyla yargılanan kişilere bakarak "Ben de onlar gibiyim" demesi hangi aklın eseridir?
Geçmişte bune benzer ithamları kendiliğinden üstlenen meslek mensupları olmuştu. 27 Mayıs (1960) sonrasında, bir gazeteci, anılarına ’İhtilâlciler Arasında Bir Gazeteci’ başlığını koymuştu. Bir başkası ’Yassıada’dan Geliyorum’ başlığı altında demokratik yoldan seçilip ihtilâlle devrilmiş bir siyasi kadroyu rezil etme derdindeydi.
Demek şimdi de, siyasi bağnazlık, darbe girişiminde bulunmak suçuna muhatap insanlarla kesiştirmiş oluyor ’gazeteci’ kimlikli kişinin yolunu...
O yollar ilk defa kesişmiyor. Oktay Ekşi 27 Mayıs sabahına ’gazeteci’ kimliğiyle uyananlardandı. İhtilâlciler tarafından çıkartılan bir günlük gazetenin haber müdürlüğünü yaptı. İhtilâlciler tarafından oluşturulan Kurucu Meclis üyeliğinde bulundu. İhtilâl sonrasında Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği’nde ’mahalli kâtipliğe’ atandı.
Hayli girift bir yol onunki.
Yukarıda alıntıladığım cümlesinin de içinde yer aldığı yazıya itirazlar geldi. Star’dan Mehmet Altan sözgelimi, Oktay Ekşi için ’Okuduğunu anlamayan bir gariban’ başlıklı bir yazı yazdı. Mehmet Altan başyazarın okuduğunu anlamadığı kanaatindeydi.
Anlayış özürlüsü olduğuna dair bildiği vak’alarını sıralamış Hürriyet başyazarının Mehmet Altan. Birinde, hükümetin çıkarmak istediği ’657 sayılı Devlet Memurları Kanun Tasarısı’ önüne geldiğinde "Başörtüsünü devlet dairelerinde serbest bırakacaklar" itirazında bulunmuş, ertesi gün "Yanlış anlamışım" anlamına gelen bir özürle olayı kapatmıştı.
Mehmet Altan, "Ama asıl işin vahameti anladığını sanması" diye yazmış...
Keşke babasına sorsaydı, ondan Oktay Ekşi’nin bayağı gençken de anlama sorunu olduğunu öğrenebilirdi.
En iyisi ben anlatayım. Daha doğrusu Oktay Ekşi’nin Samanyolu-TV’den Halit Esendir’e yaptığı konuya ilişkin itirafı, sizlere ’Okuduğunu da anlamıyor, dinlediğini de...’ başlıklı eski bir Kulis’ten aktarayım.
"Yıl 1952. Oktay Ekşi o sırada Dünya gazetesine Ankara’dan katkıda bulunuyor. Gazetenin temsilcisi Çetin Altan, genç muhabire, ’Bugün Meclis’te Fuat Köprülü ve arkadaşlarının anayasa dilinin Osmanlıca’ya dönüştürülmesine ilişkin yasa önerisi görüşülecek, izleyip yazar mısın?’ diye soruyor.
Büyük hatiplerimizden Hamdullah Suphi Tanrıöver var kürsüde... ’Herkes gibi ben de Tanrıöver’i hayranlıkla izliyordum’ diye anlatıyor Oktay Ekşi. Konuşma çok uzunmuş ve sonunda söylediklerinden, ’Bence anayasanın dilinin arı Türkçe olarak korunması doğru olur’ anlamını çıkarmış...
Haberi gazeteye geçerlerken, Çetin Altan birkaç kez, ’Emin misin, gerçekten arı dili mi savundu?’ uyarısında bulunmuş; her seferinde ’Ben oradaydım, elbette arı dili savundu’ cevabını almış...
Sonrasını Hürriyet başyazarının anlatımından aktarayım: Çetin Altan: ’Oktay bugünkü Zafer’i okudun mu?’ // Oktay Ekşi: ’Gördüm, ama neden sordunuz?’ // ÇA: ’Orada Hamdullah Suphi’nin Meclis konuşmasının metni var’// OE: ’Çetin ağabey, biz de geniş şekilde dün akşam onu verdik.’ // ÇA: ’Tamam; ama Zafer’deki tutanak metni Hamdullah Suphi’nin arı Türkçe’yi değil Osmanlıca’yı savunduğunu gösteriyor...’
Bir keresinde de Kipriyanu’yla görüşmüş, ’Klerides’le görüştüm’ diye haber yapmış Oktay Ekşi..."
Hürriyet’e başyazar olmak özel kabiliyet gerektirir...
Taha Kıvanç/Yeni Şafak
Son baktığımda bir yasak eylemi veya suçu övmenin de suç olduğu Türk Ceza Kanunu’nda varlığını sürdürüyordu. Yakın geçmişte bu maddelerin işletilerek gazetecilere ceza verildiğini hatırlıyorum. Bunda şaşılacak bir yön de yok; sonuçta ’suç’ diye bir kavram varsa sadece suçu işlediği düşünülen değil, o suçu öven de yanlış bir iş yapmış olur.
Bu durumda, bir gazetenin başyazarının, ’suçlanan’ kişilerle kendisini aynı kaba koymasını ve başkalarını da "Hepsi böyledir" diye ’ihbar’ etmesini ne yapacağız? Basın Konseyi’ne mi şikâyet edelim?
Tahmin ettiğiniz üzere, kendisini ’suçlanan’ kişilerle aynı kaba yerleştiren ve başkalarını da ’suçlayan’ kişi, Hürriyet gazetesinin başyazarı Oktay Ekşi... ’Halimizin tasviridir’ başlıklı yazısında dediği şu: "Bu satırların yazarı -aynen Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin tüm mensupları gibi- kendisini ’ulusalcı’ sayar. Hani şu haklarında tutuklama kararı verilen 102 komutan var ya... Aynen onlar gibi."
Alın burdan yakın...
Kendisini hemen yanı başlarına yerleştirdikleri, mahkemece haklarında tutuklama kararı çıkmış kişiler... Avukatlarının tutukluluk kararının kaldırılması veya redd-i hakim için kapısını çaldığı mahkemeler, başvurularını reddetti. Haklarındaki ayrıntılı iddianame mahkeme tarafından kabul edildi. Elbette bunlar ’suçlu’ olduklarını göstermez, yargılama sürecinin sonunu beklemek gerekir; ancak ithamın ’ciddi’ olduğunu düşündürmeye yeter de artar bile.
Bir gazetecinin ciddi ve vahim bir ’kalkışma’ iddiasıyla yargılanan kişilere bakarak "Ben de onlar gibiyim" demesi hangi aklın eseridir?
Geçmişte bune benzer ithamları kendiliğinden üstlenen meslek mensupları olmuştu. 27 Mayıs (1960) sonrasında, bir gazeteci, anılarına ’İhtilâlciler Arasında Bir Gazeteci’ başlığını koymuştu. Bir başkası ’Yassıada’dan Geliyorum’ başlığı altında demokratik yoldan seçilip ihtilâlle devrilmiş bir siyasi kadroyu rezil etme derdindeydi.
Demek şimdi de, siyasi bağnazlık, darbe girişiminde bulunmak suçuna muhatap insanlarla kesiştirmiş oluyor ’gazeteci’ kimlikli kişinin yolunu...
O yollar ilk defa kesişmiyor. Oktay Ekşi 27 Mayıs sabahına ’gazeteci’ kimliğiyle uyananlardandı. İhtilâlciler tarafından çıkartılan bir günlük gazetenin haber müdürlüğünü yaptı. İhtilâlciler tarafından oluşturulan Kurucu Meclis üyeliğinde bulundu. İhtilâl sonrasında Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği’nde ’mahalli kâtipliğe’ atandı.
Hayli girift bir yol onunki.
Yukarıda alıntıladığım cümlesinin de içinde yer aldığı yazıya itirazlar geldi. Star’dan Mehmet Altan sözgelimi, Oktay Ekşi için ’Okuduğunu anlamayan bir gariban’ başlıklı bir yazı yazdı. Mehmet Altan başyazarın okuduğunu anlamadığı kanaatindeydi.
Anlayış özürlüsü olduğuna dair bildiği vak’alarını sıralamış Hürriyet başyazarının Mehmet Altan. Birinde, hükümetin çıkarmak istediği ’657 sayılı Devlet Memurları Kanun Tasarısı’ önüne geldiğinde "Başörtüsünü devlet dairelerinde serbest bırakacaklar" itirazında bulunmuş, ertesi gün "Yanlış anlamışım" anlamına gelen bir özürle olayı kapatmıştı.
Mehmet Altan, "Ama asıl işin vahameti anladığını sanması" diye yazmış...
Keşke babasına sorsaydı, ondan Oktay Ekşi’nin bayağı gençken de anlama sorunu olduğunu öğrenebilirdi.
En iyisi ben anlatayım. Daha doğrusu Oktay Ekşi’nin Samanyolu-TV’den Halit Esendir’e yaptığı konuya ilişkin itirafı, sizlere ’Okuduğunu da anlamıyor, dinlediğini de...’ başlıklı eski bir Kulis’ten aktarayım.
"Yıl 1952. Oktay Ekşi o sırada Dünya gazetesine Ankara’dan katkıda bulunuyor. Gazetenin temsilcisi Çetin Altan, genç muhabire, ’Bugün Meclis’te Fuat Köprülü ve arkadaşlarının anayasa dilinin Osmanlıca’ya dönüştürülmesine ilişkin yasa önerisi görüşülecek, izleyip yazar mısın?’ diye soruyor.
Büyük hatiplerimizden Hamdullah Suphi Tanrıöver var kürsüde... ’Herkes gibi ben de Tanrıöver’i hayranlıkla izliyordum’ diye anlatıyor Oktay Ekşi. Konuşma çok uzunmuş ve sonunda söylediklerinden, ’Bence anayasanın dilinin arı Türkçe olarak korunması doğru olur’ anlamını çıkarmış...
Haberi gazeteye geçerlerken, Çetin Altan birkaç kez, ’Emin misin, gerçekten arı dili mi savundu?’ uyarısında bulunmuş; her seferinde ’Ben oradaydım, elbette arı dili savundu’ cevabını almış...
Sonrasını Hürriyet başyazarının anlatımından aktarayım: Çetin Altan: ’Oktay bugünkü Zafer’i okudun mu?’ // Oktay Ekşi: ’Gördüm, ama neden sordunuz?’ // ÇA: ’Orada Hamdullah Suphi’nin Meclis konuşmasının metni var’// OE: ’Çetin ağabey, biz de geniş şekilde dün akşam onu verdik.’ // ÇA: ’Tamam; ama Zafer’deki tutanak metni Hamdullah Suphi’nin arı Türkçe’yi değil Osmanlıca’yı savunduğunu gösteriyor...’
Bir keresinde de Kipriyanu’yla görüşmüş, ’Klerides’le görüştüm’ diye haber yapmış Oktay Ekşi..."
Hürriyet’e başyazar olmak özel kabiliyet gerektirir...
Taha Kıvanç/Yeni Şafak