Oda TV davasında savunma yapan Ahmet Şık: İktidar, engellenen darbecileri kıskandırıyor!
13 sanıklı Odatv Davası'nın karar duruşması bugün İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülüyor.
"PKK ve FETÖ propogandası yaptığı" iddiasıyla 30 Aralık 2016'da
tutuklanan gazeteci Ahmet Şık, Nedim Şener, Soner Yalçın, Yalçın
Küçük ve Eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı'nın da aralarında
bulunduğu 13 kişi ile birlikte yargılandığı Oda TV davasının karar
duruşmasında savunmasını yaptı. Şık, Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki
(TSK) cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle
ilgili olarak "7 Haziran'da millet iradesi yanlış tecelli etti
deyip ülkeyi kan banyosuna döndüren sürece getirdiler. İktidar
ülkeyi engellenen darbecileri kıskandıracak bir yola getirdi" dedi.
Ahmet Şık, Zekeriya Öz için "Türk yargısının adaletten dağıtmaktan
uzak halinin özetidir" dedi.
Şık, Çağlayan’daki İstanbul Adliyesinde 18. Ağır Ceza Mahkemesi'nde
görülen karar duruşmasında şunları söyledi:
"Türkiye bir gariplikler ülkesi ve her dönemde bir çok absürtlük
yaşandı. Ama evrensel demokratik normaların her birinin içinin
boşaltılıp, ülkeyi teslim alan bir örgütlü kötülüğün menfaatlerine
uygun olarak, tam tersi anlamlara gelecek şekilde yeniden
tanımlandığı bir başka dönem olmadı. Öyle ki, yıllar öncesinde
yazdığı '1984' adlı eserinde günümüz Türkiye'sini anlatmış olduğu
benzetmesi sıklıkla yapılan George Orwell mezarında ters dönmüşse
haklıdır. Abartılı bulanlara bir çırpıda aklıma gelenleri
sıralayabilirim.
"En yakın örnekten başlayalım. Baskı ve otoriterliği daha da
katmerleyerek, geçmişteki ve günümüzdeki cunta rejimlerini
kıskandıracak bir tek adam diktatörlüğü demokrasi diye yutturulmaya
çalışılıyor. Medyanın büyük kısmının ele geçirildiği, kalanların
neredeyse tamamının kontrol altına alındığı, 'hayır' diyenlerin
'terörist' diye yaftalandığı, hile yapılacağından kimsenin kuşku
duymadığı, eşit olmayan koşullarda yapılacak bir referandumu
'millet iradesi' demagojisiyle önümüze getiriyorlar. Kendilerinin
ve temsil ettikleri oligarşik düzenin varlığına tehdit içeren bir
sonuç ortaya koyan 7 Haziran 2015 Genel Seçiminin ardından o
iradenin nasıl ayaklar altına alındığını hep birlikte gördük.
Millet iradesinin yanlış tecelli ettiğine karar verip, ülkeyi
yeniden bir kan banyosuna sokmakta bir an tereddüt etmediler.
'Baldıran zehiri de olsa içeceklerini' iddia ettikleri 'Barış
sürecinin' sonunda ülkenin tamamı mezarlığa döndü.
"Demokratik gelişimde katedildiği iddia edilen mesafe sonunda
gelinen yerin 'ileri demokrasi' olduğuna inanmamızı isteyenler,
basın özgürlüğünün 'en iyi döneminde' olduğuna da 'sizi
tasmalarınızdan kurtardık' şeklindeki veciz sözlerler ifade
etmişlerdi. Ancak ulusal ve uluslararası meslek örgütlerinin
raporlarında Türkiye'nin 'Dünya'nın en büyük gazeteci hapishanesi'
olduğu yazıyor. Avrupa Konseyi'nin 47 üyesi içinde, ifade
özgürlüğünün en çok ihlal edildiği ülkenin Türkiye olduğunu da
belirtmeden geçmeyelim.
"Son 10 yılda 'darbe' ve 'darveci', iktidar mahfilleri ve
yandaşlarından en çok duyulan sözcükler oldu. İktidar karşıtı
hereylem 'darbe' her muhalif daha da kolaylıkla 'darbeci' diye ilan
edildi. Halbuki, siyasi tarihinde birçok darbe bulunan Türkiye'de,
kendilerini hedef alan 28 Şubat 1997 darbesi dışındaki tüm cunta
rejimleri, Türkiyeli islamcılar tarafından alkışlarla
karşılanmıştı. 12 Eylül 1980 cuntasının tüm kurumları yerli yerinde
dururken, faşist ruhu devletin derinliklerine nüfuz etmişken darbe
şakşakçısı islamcı bir iktidarın 'darbelerden ve darbecilerden
hesap sorduğu' iddiası ise hayli inginçti. 10 yıl önce başlatılan
ve bazı kontgerilla artıklarının gerçek suçları soruşturma konusu
edilmeden sanık olarak dosyalara serpiştirildiği, bir dizi kumpasla
kurgulanmış davalarla memleket güya 'sivilleştiriliyordu.' Bir
yandan sivilleşme sağlanırken, 'Dindar ve kindar' diye tarif edilen
taraftarlarının bizzar iktidar tarafından militerleştirilmesinden
daha ilginç olansa, AKP'nin siyasi desteğiyle kumpas davaların
tetikçiliğini üstlenenlerin daha ay önce darbeci olarak
sahneye çıkmasıydı. Eski suç ortağının, geride bir dolu kuşkulu ve
karanlık soru bırakan bu kanlı kalkıimasını 'allahın lütfu'
fırsatçılığına çeviren iktidar, engellenen darbecileri kıskandıran
bir cunta rejimini hayata geçirdi. Sözün kısası, demokrasilerde
yanıtı net olan 'darbe nedir', 'darbeci kime denir', 'sivilleşme
nasıl olur' sorularına verilecek yanıtlar herkesin siyasal
angajmanına göre farklılık gösteriyor.
"Daha birçok örnek vermenin mümkün olduğu bu demokrasi illüzyonunun
en büyük paradoksu ise bizzat iktidarın, Adalet ve Kalkınma
Partisi'nin kendisi. Zifiri karanlık bir zihniyeti temsil ediyorlar
ama partilerinin amblemi ışık saçan bir ampul. Devlet ve ülke
kaynaklarının vedoğanın talan edilerek ülketi bir beton
cumhuriyetine çevirmenin adına kalkınma diyorlar. İsimlerinde yer
alan adalet sözcüğünün ne anlama geldiğini isi benzer birçok örneği
bulunmakla birlikte sadece bu davanın kendisi anlatmaya yetiyor. Ne
olduğunu birazdan özetleyeceğim ama öncelikler bir başka
haksızlığa, içinde yine kendimin de olduğu bir başka adaletsizliğe
dikkat çekmek yerinde olur."