O GECE DEVLET BİZE 'APO'YU ASTIRMAYIN' DEDİ! BRİFİNGE KATILAN ÜÇ GAZETECİ KİMDİ?
Ertuğrul Özkök 28 Şubat savunmasına destek olarak MİT müsteşarı ile yaptıkları Abdullah Öcalan konulu görüşmeyi yazdı.
O gece devlet bizden ne istedi
16 Ağustos 1999 akşamı...
Yani 17 Ağustos depreminden 5-6 saat önce...
O gece Ankara’da Türkiye Cumhuriyeti tarihinde çok önemli yeri olan bir “brifing” verildi.
O gece “devlet” benden ve Sedat Ergin’den çok önemli bir şey istedi.
Şimdi size devletin arzusunu açıklıyorum.
BRİFİNGE KATILAN ÜÇ GAZETECİ KİMDİ
Önce küçük bir açıklama...
O gece brifingi verenler asker olsaydı, bugün bazı gazetelerde şunu okuyacaktık:
“Sedat Ergin, Fatih Çekirge ve Ertuğrul Özkök şu generalle konuştu”.
Allah korudu. Brifingi veren Milli İstihbarat Teşkilatı’ydı.
Konuşmayı bizzat MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun yapmıştı.
Brifinge bizim dışımızda, Doğan Grubu’na bağlı yayınların yöneticileri katılmıştı.
Aynı brifing, Sabah ve Star grubuna da verilmişti.
28 Şubat dönemiydi ve brifingi veren bir general olsaydı, bugün ileri demokrasiyi savunan gazetelerde sadece üç-beş gazetecinin adını okuyacaktınız.
Bugün öyle yapılıyor...
O GECE DEVLET ‘APO’YU ASTIRMAYIN’ MESAJI VERDİ
Gelelim brifingde bizde istenen şeye...
O gece, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”, bizden resmen “Öcalan’ın asılmaması için kamuoyu oluşturmamızı istedi”.
Evet, devletimiz istedi.
Ve biz de yaptık...
Yaptık ama onlar istedi diye değil. Çünkü Öcalan’ı apar topar idam etmenin, bu ülkeye tamiri imkânsız zararlar açacağına biz de samimi olarak inanıyorduk.
Zaten o yönde yayına kendiliğimizden başlamıştık.
Buna karşılık aynı MİT Müsteşarı bir başka brifingde bize “magazin programlarını” toplumun ruh sağlığı bakımından çok tehlikeli bulduklarını söyleyerek, bunlara karşı yayın yapmamızı istedi.
Kafamıza basmadı. Dediğini yapmadık.
Benim deyişimle “Zamanın ruhu”, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün deyişiyle “İklim” böyle bir şeydir.
Bazıları unutulur, bazıları ise özellikle hatırlatılır.
1980’li yılların sonunda Cumhurbaşkanı Özal da bu ülkenin gazete sahiplerini ve genel yayın yönetmenlerini Çankaya’ya toplayıp bir istekte bulunmuştu:
“Öcalan’a terörist başı deyin”.
Yakın tarihi hatırlayanlar, hiç olmazsa siz söyleyin.
Gazetelerde, televizyonlarda 15 yıla yakın süre Öcalan’a ne diye hitap edildi?
Bugün kendini ileri demokrat olarak tanıtan gazeteler ve televizyonlar bile bu “devlet jargonunun” gönüllü uygulayıcıları haline gelmediler mi?
Özel yetkili polislerle konuşan gazeteciler
YAKINLARA gelelim.
Daha düne kadar kısa süre önce, Başbakan Erdoğan, gazete ve televizyon sahipleriyle yöneticilerini Dolmabahçe’ye çağırıp bazı isteklerde bulundu. Çok açık bir ifade ile “Şunu şunu yapmayın, şunu şunu yapın” dedi.
O brifinglere katılan arkadaşlara soruyorum:
Size özel brifing mi yapılmıştı? Baş başa mı görüşmüştünüz?
Unutulan bir başka şeyi daha hatırlatayım.
28 Şubat’ın tam orta yerinde Genelkurmay, bazı ünlü köşe yazarlarını Diyarbakır’a götürüp bir Güneydoğu brifingi verdi.
Aralarında çok şaşırtıcı, bugün askere çok muhalif isimler vardı.
Onlar da gittiler.
Aralarında üşüyüp parka giyenler oldu.
Gazeteci brifinge gider.
Kafasına yatarsa, brifingde söylenenleri dikkate de alır.
Dün böyleydi, bugün de aynı şeyler daha da şahsi düzeyde ve yoğun biçimde yapılıyor.
Ve gazetecilik var olduğu sürece olmaya da devam edecek.
Bugün çok eleştirilen “özel yetkili” davaları yürüten polis yetkilileri ve savcılarla baş başa görüşen genel yayın yönetmenleri yok mu?
Görüşecekler elbet...
Kimsenin işaretparmağını başkasının gözü-ne sokup “Niye görüştün” deme hakkı yok.
Bunları şundan anlatıyorum.
28 Şubat sürecinde verilen brifinge, yanlış hatırlamıyorsam, 80’e yakın gazeteci katıldı.
Bazı gazeteler davet edilmedi. Onlar da haklı olarak “Biz niye yokuz” diye eleştirdiler.
Biz de o gazetecileri haklı bulan yazılar yazdık.
Ama ne oluyor bir bakın.
70-80 gazetecinin katıldığı, televizyonların canlı yayınlarla verdiği, gazetelerin listelerini yayınladığı bu brifinge sanki sadece 3 gazeteci katılmış gibi bir hava yayılıyor.
Brifingden sonra Sabah grubundan bazı gazetecilerin Çevik Bir’le görüşeceği haberini aldık ve haber atlama telaşı ile biz de randevu istedik.
Sabah grubundan bildiğim kadarı ile 7-8 kişi görüştü. Hürriyet’ten de o sayıda arkadaşımız vardı.
Sonraki görüşmede ne konuştuğumuzu ise 10 yıl önce bütün açıklığı ile yazdım. Geçenlerde Mehmet Ali Birand’ın programında da söyledim.
Bizden herhangi bir talepte bulunmadılar.
O süreçte, bu brifing dışında Genelkurmay’a gittiğimi, toplu veya baş başa görüştüğümü hatırlamıyorum.
Görüşmediğime eminim de yine de bir hafıza payı bırakmak için böyle yazıyorum.
Ama görüşsem ne olurdu ki?
O gün davet etselerdi giderdim. Bugün de davet etseler koşa koşa gider görüşürüm.
Çünkü kafamda “görüşme” veya “baş başa görüşme” gibi bir suç kategorisi yok.
Askerle ilgili konulara gelince? Bazıları gibi kategorik bir asker düşmanlığım yok.
Geçmişte de bugün de bazı konularda askerler gibi düşünürüm, bazılarında ise taban tabana zıt görüşteyim.
Ama bazı konularda askerle aynı fikirde olmak, asla ve asla, onların darbe yapmasını istemek veya desteklemek anlamına gelmemeli, o biçime dönüşmemelidir.
Siyasi partiler konusundaki durumum da farklı değildir.
O nedenle askerin ve MİT’in brifinglerine gittim diye ne o gün sevindim, ne de bugün pişmanım.
Tam aksine, tarihin bu önemli olaylarına tanıklık ettiğim için memnunum...
Gazetecilik böyle bir şeydir.