07 Haz 2010 11:36
Son Güncelleme: 23 Kas 2018 11:21
O FOTOĞRAFLARI HÜRRİYET'E KİM VERDİ? FEHMİ KORU HÜRRİYET-İSRAİL BAĞLANTISININ PEŞİNDE!
Hürriyet'in yeni yayın yönetmeni Enis Berberoğlu fotoğrafları gazeteye yerleştirme kararı verirken çok zorlanmışa benziyor.
Fotoğrafların öyküsünü merak ediyorum
Hürriyet’in yeni yayın yönetmeni Enis Berberoğlu fotoğrafları gazeteye yerleştirme kararı verirken çok zorlanmışa benziyor. Haberin kaç yerine sıkıştırılan özür-kokulu cümleleri okurken duyduğu sıkıntıyı iliklerimde hissettim.
Mavi Marmara gemisindeki gazetecilerin sadece ellerine kelepçe takmadı İsrail askerleri, fotoğraf makinaları ve kameralarına da el koydu. Üzerlerine kayıtlı makinaları geri aldıklarında şok yaşadı meslektaşlar; cihazlar kırılmış, içlerindeki kasetler ve disklere el konulmuştu.
Gazetelerde ilk gün gördüklerimiz kaçırılan fotoğraflardı...
Dün Hürriyet’te daha önce hiç görmediğimiz bir dizi yeni fotoğraf yayımlandı. "Bunlar da nereden çıktı?" diye soracaklara, Hürriyet, hem haberin başlığından, hem de içinde birkaç kez tekrarlayarak, "İsrail’in sildiği veya kullanılamaz hale getirdikleri" açıklamasını getirdi.
Nasıl yani?
Haberin girişinde şu cümle: "İsrail’in sildiği veya kullanılamaz hale getirdiği fotoğraflar, makinelerin hafıza kartlarından birinde, program yardımıyla data geri dönüşümü yapılınca gün yüzüne çıktı."
Sonlarına doğru bir başka cümle: "Bir İHH gönüllüsünün getirdiği içi boş fotoğraf kartının içindeki verileri bilgisayarımızda ’SanDisk Memory Card Recovery’ programı ile geri kazanmaya çalıştığımızda Mavi Marmara Gemisi’ne yapılan saldırıda çekilen fotoğraflar ortaya çıktı."
Etkileyici, değil mi?
Maalesef değil. Çünkü fotoğraflardaki görüntüler İsrail askeri sansürünün asla silmeyeceği, el koyduğu makinalarda karşısına çıktığında herkes tarafından görülebilmesi için olağanüstü gayret göstereceği türden: Karelerin bir tekinde bile İsrail askerlerinin çok kısa mesafeden açtıkları ateşle hayatını kaybeden herhangi bir gönüllü görülmüyor...
Ne mi görülüyor? Yine Hürriyet’ten okuyalım: "Helikopterle gemiye indikten sonra eylemcilerin demir ve sopayla saldırdıkları ve ele geçirdikleri askerlerin, öldürüleceklerini düşündükleri için yaşadıkları korku..."
Görmediyseniz vereceğim güvenceye ihtiyacınız olabilir. Hürriyet’te en çok satıldığı pazar günü birinci sayfadan anonsla verilen Gazze olayıyla ilgili fotoğrafların hepsi dayak yemiş İsrail askerlerini gösteriyor...
"İHH gönüllüsünün makinasından silinmiş fotoğrafın data dönüşümüyle elde edilmiş biçimi" denmesi Enis Bayramoğlu’nun ve birinci sayfayı hazırlayanların duyduğu sıkıntının dışa vurulmuşu gibime geldi. "İsrail sansürünün bize servis ettiği fotoğraflar" deselerdi, hiç itiraz etmezdim...
Nitekim, gazetenin internet sitesinde, aynı fotoğraflar "İsrail basını sansürü böyle deldi" başlığıyla duyuruluyor.
İrem Barutçu Hürriyet’i çıkartan Simavi Ailesi’nin öyküsünü anlattığı kitabında 1948 yılında yayın hayatına başlayan gazetenin "Yahudi gazetesi" yakıştırmasına muhatap oluşunu da ele almıştır. İsrail de aynı yıl kurulduğu ve ardından Arap-İsrail savaşı patladığı, Hürriyet makinalarını Musevi Burla Biraderler’den aldığı için...
Hatta, o günlerde Cumhuriyet’te yazan Burhan Felek, kendisine "Gel benim gazetemde köşe yazarı ol" mesajını gönderen Sedat Simavi’ye, "Ben Yahudi gazetesinde yazmam" cevabını vermiştir...
O günlere ait bir olayı daha aktarayım (s. 37): 1949 Kasım ayında Adalet Bakanı Fuat Sirmen’in basınla buluşmasına Hürriyet’i temsilen Bahadır Dülger katılır. Bakanın her gazeteciye sorduğu "Hangi gazetedensiniz?" sorusuna, Dülger "Hürriyet" cevabını verince, bakanın tepkisi şu olur: "Yani Yahudi sermayesiyle çıkan gazetesindensiniz, öyle mi?"
Ne yapsın Bahadır Dülger, başını eğer ve "Evet efendim..." der. Hürriyet’teki son günü olur o gün...
"Bu iddia o kadar çok tekrarlanır olmuştu ki" diye anlatır Barutçu ’Simavi Ailesi’ kitabında (s. 35), "Simavi’nin küçük oğlu Erol’u bile şüpheye düşürmüştü. Bir gün gözünü karartıp Muhasebe ve İdare Müdürü Fahri Refiğ’in odasına girmiş ve kapıyı kilitlemişti. Kafasında dönüp dolaşmakta olan soruya cevap bulabilme fırsatını nihayet yakalamıştı: / ’Bana bak! Çocuklarının ölüsünü öp, n’olur bana gerçeği söyle. Bizim gazete Yahudi sermayesiyle mi kuruldu?"
Kendisi de Selânikli olan Fahri Bey sinirlenip bazı ters ifadelerden sonra şu cevabı verir: "Burla Biraderlere komisyonlarını bile son kuruşuna kadar ödedik..."
Böylesine keskin bir dille yalanlanmasına rağmen Simavi Ailesi’nin elindeki Hürriyet ile İsrail ve Musevi sermayesi arasında ara sıra irtibat kurulmuştur. Erol Simavi’nin gazeteyi satmayı düşündüğü ilk kişinin Musevi asıllı medya patronu Robert Maxwell olması eski dedikoduları tekrar su yüzüne çıkartmıştı.
Kısa süre sonra deniz kazasında öldüğü duyurulan Maxwell’in mezarı İsrail’de ancak özel izin verilen kişilerin yattığı Zeytin Dağı eteklerindeki mezarlıktadır.
Şimdilerde kimse Hürriyet’in çıkış günlerinde dolaşan iddiayı dillendirmiyor; gerek de yok, çünkü yeni bir sahibi var gazetenin: Aydın Doğan...
"İsrail ordusunun verdiği fotoğrafları yayımlıyoruz" demelerinde hiçbir mahzur yoktu yani...
Taha Kıvanç/Yenişafak
Hürriyet’in yeni yayın yönetmeni Enis Berberoğlu fotoğrafları gazeteye yerleştirme kararı verirken çok zorlanmışa benziyor. Haberin kaç yerine sıkıştırılan özür-kokulu cümleleri okurken duyduğu sıkıntıyı iliklerimde hissettim.
Mavi Marmara gemisindeki gazetecilerin sadece ellerine kelepçe takmadı İsrail askerleri, fotoğraf makinaları ve kameralarına da el koydu. Üzerlerine kayıtlı makinaları geri aldıklarında şok yaşadı meslektaşlar; cihazlar kırılmış, içlerindeki kasetler ve disklere el konulmuştu.
Gazetelerde ilk gün gördüklerimiz kaçırılan fotoğraflardı...
Dün Hürriyet’te daha önce hiç görmediğimiz bir dizi yeni fotoğraf yayımlandı. "Bunlar da nereden çıktı?" diye soracaklara, Hürriyet, hem haberin başlığından, hem de içinde birkaç kez tekrarlayarak, "İsrail’in sildiği veya kullanılamaz hale getirdikleri" açıklamasını getirdi.
Nasıl yani?
Haberin girişinde şu cümle: "İsrail’in sildiği veya kullanılamaz hale getirdiği fotoğraflar, makinelerin hafıza kartlarından birinde, program yardımıyla data geri dönüşümü yapılınca gün yüzüne çıktı."
Sonlarına doğru bir başka cümle: "Bir İHH gönüllüsünün getirdiği içi boş fotoğraf kartının içindeki verileri bilgisayarımızda ’SanDisk Memory Card Recovery’ programı ile geri kazanmaya çalıştığımızda Mavi Marmara Gemisi’ne yapılan saldırıda çekilen fotoğraflar ortaya çıktı."
Etkileyici, değil mi?
Maalesef değil. Çünkü fotoğraflardaki görüntüler İsrail askeri sansürünün asla silmeyeceği, el koyduğu makinalarda karşısına çıktığında herkes tarafından görülebilmesi için olağanüstü gayret göstereceği türden: Karelerin bir tekinde bile İsrail askerlerinin çok kısa mesafeden açtıkları ateşle hayatını kaybeden herhangi bir gönüllü görülmüyor...
Ne mi görülüyor? Yine Hürriyet’ten okuyalım: "Helikopterle gemiye indikten sonra eylemcilerin demir ve sopayla saldırdıkları ve ele geçirdikleri askerlerin, öldürüleceklerini düşündükleri için yaşadıkları korku..."
Görmediyseniz vereceğim güvenceye ihtiyacınız olabilir. Hürriyet’te en çok satıldığı pazar günü birinci sayfadan anonsla verilen Gazze olayıyla ilgili fotoğrafların hepsi dayak yemiş İsrail askerlerini gösteriyor...
"İHH gönüllüsünün makinasından silinmiş fotoğrafın data dönüşümüyle elde edilmiş biçimi" denmesi Enis Bayramoğlu’nun ve birinci sayfayı hazırlayanların duyduğu sıkıntının dışa vurulmuşu gibime geldi. "İsrail sansürünün bize servis ettiği fotoğraflar" deselerdi, hiç itiraz etmezdim...
Nitekim, gazetenin internet sitesinde, aynı fotoğraflar "İsrail basını sansürü böyle deldi" başlığıyla duyuruluyor.
İrem Barutçu Hürriyet’i çıkartan Simavi Ailesi’nin öyküsünü anlattığı kitabında 1948 yılında yayın hayatına başlayan gazetenin "Yahudi gazetesi" yakıştırmasına muhatap oluşunu da ele almıştır. İsrail de aynı yıl kurulduğu ve ardından Arap-İsrail savaşı patladığı, Hürriyet makinalarını Musevi Burla Biraderler’den aldığı için...
Hatta, o günlerde Cumhuriyet’te yazan Burhan Felek, kendisine "Gel benim gazetemde köşe yazarı ol" mesajını gönderen Sedat Simavi’ye, "Ben Yahudi gazetesinde yazmam" cevabını vermiştir...
O günlere ait bir olayı daha aktarayım (s. 37): 1949 Kasım ayında Adalet Bakanı Fuat Sirmen’in basınla buluşmasına Hürriyet’i temsilen Bahadır Dülger katılır. Bakanın her gazeteciye sorduğu "Hangi gazetedensiniz?" sorusuna, Dülger "Hürriyet" cevabını verince, bakanın tepkisi şu olur: "Yani Yahudi sermayesiyle çıkan gazetesindensiniz, öyle mi?"
Ne yapsın Bahadır Dülger, başını eğer ve "Evet efendim..." der. Hürriyet’teki son günü olur o gün...
"Bu iddia o kadar çok tekrarlanır olmuştu ki" diye anlatır Barutçu ’Simavi Ailesi’ kitabında (s. 35), "Simavi’nin küçük oğlu Erol’u bile şüpheye düşürmüştü. Bir gün gözünü karartıp Muhasebe ve İdare Müdürü Fahri Refiğ’in odasına girmiş ve kapıyı kilitlemişti. Kafasında dönüp dolaşmakta olan soruya cevap bulabilme fırsatını nihayet yakalamıştı: / ’Bana bak! Çocuklarının ölüsünü öp, n’olur bana gerçeği söyle. Bizim gazete Yahudi sermayesiyle mi kuruldu?"
Kendisi de Selânikli olan Fahri Bey sinirlenip bazı ters ifadelerden sonra şu cevabı verir: "Burla Biraderlere komisyonlarını bile son kuruşuna kadar ödedik..."
Böylesine keskin bir dille yalanlanmasına rağmen Simavi Ailesi’nin elindeki Hürriyet ile İsrail ve Musevi sermayesi arasında ara sıra irtibat kurulmuştur. Erol Simavi’nin gazeteyi satmayı düşündüğü ilk kişinin Musevi asıllı medya patronu Robert Maxwell olması eski dedikoduları tekrar su yüzüne çıkartmıştı.
Kısa süre sonra deniz kazasında öldüğü duyurulan Maxwell’in mezarı İsrail’de ancak özel izin verilen kişilerin yattığı Zeytin Dağı eteklerindeki mezarlıktadır.
Şimdilerde kimse Hürriyet’in çıkış günlerinde dolaşan iddiayı dillendirmiyor; gerek de yok, çünkü yeni bir sahibi var gazetenin: Aydın Doğan...
"İsrail ordusunun verdiği fotoğrafları yayımlıyoruz" demelerinde hiçbir mahzur yoktu yani...
Taha Kıvanç/Yenişafak